ŞİRK VE GİZLİ ŞİRK
ŞİRK
Sözlükte şirk “ortak olmak” ve “ortaklık”; “ortak koşmak” anlamındaki işrâktan isim konumunda bulunan şirk ise küfür demektir. Şirk koşana müşrik, şirk koşulana şerîk denir (Lisânü’l-ʿArab, “şrk” md.; Kāmus Tercümesi, “şrk” md.). Terim olarak “Allah’ın zâtında, sıfatlarında, fiillerinde veya O’na ibadet edilmesinde ortağı, dengi yahut benzerinin bulunduğuna inanma” demektir.
İslâm’a Göre Şirk. Kur’ân-ı Kerîm’de şirk kavramı aynı kökten türeyen isim ve fiillerle birçok âyette geçmektedir. “Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyyetine ortak tanıma” anlamındaki şirkin muhtevası Kur’an’da “küf’/küfüv” (denk, benzer), “misl” (eş, benzer), “velî/vâlî” (dost, efendi), “nid” (özünde benzeri), “şefî‘” (şefaatçi) ve “şehîd” (yardımcı, lehte şahitlik yapan) kelimeleriyle ifade edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât; Lisânü’l-ʿArab, “şrk”, “kfʾ”, “ms̱l”, “vly”, “ndd”, “şfʿ”, “şhd” md.leri). Kur’an’da Allah’ın varlığı ve birliği inancının birçok âyette açıkça ifade edilmenin yanı sıra herhangi bir varlığın O’nun ulûhiyyetine ortak koşulmaması, sadece O’na kulluk edilmesi, ancak O’ndan yardım istenmesi ve O’na sığınılması (er-Ra‘d 13/36; el-Kehf 18/110; el-Cin 72/20), şefaatin ancak Allah’tan beklenmesi ve O’nun izniyle gerçekleşeceğine inanılması (el-Bakara 2/255; Yûnus 10/3; ez-Zümer 39/44) emredilmektedir. Câhiliye Arapları’nda belirtilerine rastlandığı gibi müşrikler ay, güneş ve yıldızlar gibi gök cisimlerine ulûhiyyet nisbet etmişlerdir (Cevâd Ali, VI, 50-61). Kur’an’da ise sözü edilen varlıklar ve oluşumların Allah’ın varlığını ve birliğini kanıtlayan belgelerden sayıldığı, bu varlıklara değil onları yaratan ve yöneten Allah’a secde etmenin gerektiği bildirilmiştir (Fussılet 41/37). Müşrikler duyularla idrak edilemeyen cin ve melek gibi varlıklara da ulûhiyyet izâfe etmiş, bunları Allah’a ortak koşmuş, O’na oğullar ve kızlar nisbet etmiştir (a.g.e., VI, 706-724). Kurân-ı Kerîm, Cenâb-ı Hakk’ın bu vasıflardan münezzeh olduğunu bildirmiştir (el-En‘âm 6/100-101). Müşriklerin ulûhiyyet nisbet edip tapındıkları varlıkları cismen temsil eden putlar da şiddetle reddedilmiştir. Kur’an’da Hz. Nûh’un kavmine ve Câhiliye Arapları’na ait bazı putların isimleri anıldıktan başka (en-Necm 53/19-20; Nûh 71/23) genel anlamda putlar için “ilâh, sanem, vesen, timsâl (heykel), ünsâ (dişi, güçsüz)” gibi kelimeler kullanılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “elh”, “ṣnm”, “vs̱n”, “ms̱l”, “ens̱” md.leri). Onların Allah’a ortak koştukları putlar kimseye faydası veya zararı dokunmayan (meselâ bk. el-Mâide 5/76; Yûnus 10/18, 106), hiçbir şey yaratmayan ve kendileri yaratılmış olan (el-A‘râf 7/191-192), kendilerine bile fayda veya zarar veremeyen (er-Ra‘d 13/16), yaşatmaya ve hayata son vermeye, ölüleri diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen (el-Furkān 25/3), hepsi bir araya gelse bir sinek bile yaratamayan, hatta sineğin kendilerinden kaptığı bir şeyi geri alamayacak kadar âciz varlıklar (el-Hac 22/73) diye nitelenir. Müşrikler putlara kendilerini Allah’a yaklaştırmaları (ez-Zümer 39/3), Allah katında şefaatçi olmaları (Yûnus 10/18) için taptıklarını ve atalarının da aynı yolu izlediğini söylüyordu (en-Nahl 16/35; ez-Zuhruf 43/20-22). Müşriklerin durumunun tasvir edildiği âyetlerde şirkin küfür olduğu belirtilmekte (meselâ bk. Âl-i İmrân 3/151); Ehl-i kitap, Sâbiîler, Mecûsîler ve müşrikler küfre düşen gruplar diye sıralanmaktadır (el-Hac 22/17; el-Beyyine 98/1, 6). Yahudilerin Üzeyr’i, hıristiyanların Mesîh’i Allah’ın oğlu saymaları (et-Tevbe 9/30) ve Mesîh’e ulûhiyyet nisbet etmeleri küfür olarak nitelendirildiği gibi Hz. Îsâ’nın kavmini sadece Allah’a kulluk etmeye davet ettiği ve O’na ortak koşanlara cennetin haram kılınacağı yönünde uyardığı belirtilmek suretiyle (el-Mâide 5/72) bu tür inançların şirk niteliği taşıdığına ve zevcesi olmayan yüce yaratıcıya evlât nisbet etmenin aklıselim ile bağdaşmadığına dikkat çekilir (el-En‘âm 6/101). Kur’an’da müşriklerin atalarını taklit ederek akıllarını kullanmamaları, zannî bilgilerle hareket etmeleri, yalan söylemeleri (Yûnus 10/66; ez-Zümer 39/60), peygamberlerle ve inananlarla alay etmeleri (Hûd 11/38; Yâsîn 36/30), kendilerine yapılan tebliğe karşı büyüklük taslamaları (es-Sâffât 37/35; el-Câsiye 45/8-11), eleştirildikleri konularda atalarını taklit etmeyi mazeret göstermeleri (el-Bakara 2/170-171; Lokmân 31/21) gibi hususlar onların sosyopsikolojik özellikleri şeklinde belirginleşmektedir. Kur’an’a göre şirk Allah’ın asla bağışlamayacağı en büyük günah, doğru yoldan sapma (en-Nisâ 4/48, 116) ve büyük bir zulümdür (Lokmân 31/13).
Şirk hadis kaynaklarında da genişçe yer almaktadır. Wensinck’in el-Muʿcem’inde yirmi sütunluk bir hacme ulaşan kaynakların özellikle iman bölümlerinde şirke çok sayıda atıf yapılmaktadır. Çeşitli rivayetlerde şirk sayılan inanç ve telakkiler, müşrikin vasıfları ve âhiret hayatındaki durumları açıklanmakta, iman en üstün itaat, şirk ise en büyük günah diye nitelendirilmektedir (Buhârî, “Edeb”, 6; Müslim, “Îmân”, 141-145; Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 18/7; Nesâî, “Taḥrîm”, 4). Hadislerde amellerine Allah’tan başkasını ortak eden kişinin şirkiyle baş başa kalacağı (Müslim, “Zühd”, 46), Cenâb-ı Hakk’ın kulları üzerindeki hakkının ortak koşmadan sadece O’na ibadette bulunmaktan ibaret olduğu belirtilmiştir (Müslim, “Îmân”, 49, 50). Hz. Peygamber, müşrik bir toplumda tevhid inancını yerleştirmeye çalıştığı için tevhide aykırı inançlara yol açabileceği kaygısıyla ilk dönemlerde kabir ziyaretini bile yasaklamış, daha sonra kabirlerin ziyaret edilip muhafaza altına alınmasını tavsiye etmekle beraber buraların ibadet yeri haline getirilmesini menetmiştir (Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 68; bk. Wensinck, Miftâḥu künûzi’s-sünne, “ḳubûr” md.). Bir hadiste Allah’tan başka herhangi bir şey üzerine yemin edilmesinin şirk sayıldığı da belirtilmiştir (Müsned, I, 47). Resûlullah, Hz. Ömer’in Câhiliye’den kalma bir alışkanlıkla babasının adına yemin ettiğini duyunca, “Allah atalarınız adına yemin etmenizi yasaklamıştır; yemin edecek kimse Allah adına yemin etmeli veya susmalıdır” demiştir (Tirmizî, “Nüẕûr”, . Naslardan çıkarılan inanç prensiplerine göre Allah’tan başka en çok saygı gösterilecek varlık Hz. Muhammed’dir. Kur’an’da Allah’ı sevme ve affına mazhar olma yolunun Resûlullah’a uymaktan geçtiği (Âl-i İmrân 3/31-32), Peygamber’e itaat etmenin Allah’a itaat anlamına geldiği ifade edilmiş (en-Nisâ 4/80) ve Peygamber’de ilâhî hiçbir özelliğin bulunmadığı vurgulanmıştır (Âl-i İmrân 3/79-80; el-Mâide 5/116-117; el-Kehf 18/110). Hîre halkının kendi liderlerine secde ettiklerini gören Kays b. Sa‘d, Resûlullah’ın secde edilmeye daha lâyık olduğunu düşünüp bunu kendisine teklif etmiş, o da Allah’tan başkasına secde edilemeyeceğini belirterek kendisine secde edilmesini kesinlikle yasaklamıştır (Ebû Dâvûd, “Nikâḥ”, 40). Konuyla ilgili bir hadiste de şöyle denilmektedir: “Hıristiyanların Meryem oğlu Îsâ’yı insan üstü niteliklerle övdüğü gibi siz de beni övmeyin. Ben sadece Allah’ın bir kuluyum. Benim için Allah’ın kulu ve resulü deyin” (Müsned, I, 23, 24, 47, 55; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 48; Dârimî, “Riḳāḳ”, 68). Hadislerde müşrik kadınlarla evlenilmesi yasaklanırken müşrik olsalar da ebeveynin ziyaret edilmesi istenmiştir (Buhârî, “Nikâḥ”, 24; “Edeb”, 7). Hz. Peygamber, ümmeti hakkında doğrudan Allah’a ortak koşulması şeklindeki açık şirkten değil (Müslim, “Feżâʾil”, 30) ibadetleri başkalarına hoş görünmek için (riya) yapmaktan ibaret olan gizli şirkten korktuğunu belirtmiştir (Müsned, IV, 403; V, 428; İbn Mâce, “Zühd”, 21).
Şirk İslâm âlimlerinin üzerinde en çok durduğu konulardan biridir. İslâmiyet’te dinî hayatın bütün yönleri kişiye vicdan özgürlüğü kazandıran tevhid inancına göre anlam ve değer kazanır. Şirk bir tür küfür olması sebebiyle ferdi söz konusu anlam ve değerlerden uzaklaştıran, inananları dinî ve dünyevî bütün haklardan mahrum bırakan belirleyici bir etkendir. Şirk ile küfür birbirine yakın kavramlardır. Ebû Hanîfe’ye göre küfrün kapsamı daha geniş olup her şirk küfürdür, fakat her küfür şirk değildir (İbn Hazm, III, 222). Şirkin ulûhiyyetinde ve fiillerinde Allah’ın ortağı bulunduğuna inanmak, küfrün ise Allah’ı doğrudan inkâr etmek olduğuna dikkat çeken Eş‘arî de her kâfirin müşrik sayılmadığını belirtmiştir (İbn Fûrek, s. 156, 160). Mâtürîdî, Allah’ın bir başka varlığın kendisine ortak koşulmasını haram kıldığını ifade eden âyeti açıklarken (el-En‘âm 6/151) şirkin aklen de imkânsız olduğunu, akıl sahiplerinin Allah’ın birliğine ve O’nun bilgisine ulaşmaları gerektiğini belirtmiştir. Allah Teâlâ’nın varlıkların sûretlerini en güzel biçimde yarattığını ve düzenlediğini bilen akıl sahiplerinin O’ndan başka bir varlığın bunu gerçekleştiremeyeceğini, bu konuda O’na ortak olamayacağını ve O’nun diğer lutuf ve nimetlerini de düşünüp ulûhiyyet ve rubûbiyyette başka bir varlığı Allah’a ortak koşamayacağını, bu sebeple şirkin hem akıl bakımından hem nas yoluyla haram olduğunu belirtir (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, V, 251-252). Şirk ve küfrün aynı mânaya geldiğini kabul edenler de vardır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “şrk” md.; İbn Hazm, III, 222).
Âlimler şirkin konusu, ortaya çıkışı ve şirke götüren yollar hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüştür. Râgıb el-İsfahânî şirki Allah’a ortak koşma (büyük şirk) ve amellerde Allah’tan başka etkenleri göz önünde bulundurma (küçük şirk) diye iki kısımda ele almıştır (el-Müfredât, “şrk” md.). Fahreddin er-Râzî, Allah’tan başka dostlar edinenlerin yerildiği âyette (el-Ankebût 29/41) “ilâhlar” değil “dostlar” (evliyâ) denilmesinin sadece açık şirkin değil gizli şirkin de bâtıl olduğuna işaret sayıldığını belirtir. Çünkü Allah’a başkasını da gözeterek ibadet eden kimse Allah’ı değil gözettiği varlığı dost edinmiştir (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXV, 69). İbn Teymiyye şirki, erken dönemlerden itibaren İslâm âlimlerinin tevhid inancını ulûhiyyet ve rubûbiyyet açısından ele almalarına paralel olarak iki kısımda incelemiştir. 1. Ulûhiyyette şirk. Allah’a ilâhlığında ortak koşmak, O’ndan başka bir varlıktan gerçekleştirilmesi yaratılmışın gücünü aşan bir şey istemek demektir. Bu tür şirk, “Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz” âyetinin yanı sıra (el-Fâtiha 1/5) İhlâs ve Kâfirûn sûreleriyle de menedilmiştir. 2. Rubûbiyyette şirk. Allah’a rablığında ortak tanımak, sıfat ve fiillerinde başka bir müdebbirin varlığını kabul etmektir. “De ki: Allah’tan başka tanrı saydığınız şeylere el açıp istekte bulunun. Onların göklerde de yerde de zerre kadar bir şeye sahip olmadıklarını göreceksiniz. Evet onların buralarda hiçbir ortaklığı olmadığı gibi Allah’ın da bunlardan oluşan herhangi bir yardımcısı yoktur” meâlindeki âyette (Sebe’ 34/22) bu şirk ifade edilmektedir (İḳtiżâʾü’ṣ-ṣırâṭi’l-müstaḳīm, II, 703-704).
Naslardan hareketle hangi tür inanç ve davranışların şirke götüreceği konusu üzerinde de durulmuştur. Kelâm âlimleri öncelikle Allah’ın varlığında ve zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde ulûhiyyeti ve rubûbiyyeti açısından birliğini nasların yanında aklî delillerle de ispat etmeye çalışmış, tevhide aykırı inanışları geniş anlamlı bir kavram olan şirk kelimesiyle ifade etmişlerdir. İslâm âlimleri kâinatı birbirine zıt iki kadîm aslın yaratıp yönettiğini iddia eden Maniheizm, Deysâniyye, Merkūniyye ve Mecûsîlik gibi düalist (seneviyye) inanç gruplarının ulûhiyyet ve âlem anlayışlarını tevhid inancına aykırılığı ve âlemin yoktan yaratılması konusundaki anlayışlarının çarpıklığı, ayrıca tek yaratıcı yerine iki kadîm varlık anlayışının tutarsızlığı bakımından ele alıp reddetmişlerdir (Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 239-268; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, V, 9-15, 22-35; Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 277-278; Teftâzânî, Şerḥu’l-Maḳāṣıd, IV, 39-42). Kur’an’da Ehl-i kitap ve müşrik ayırımı yapılmış olmakla beraber (Âl-i İmrân 3/186; el-Hac 22/17; el-Beyyine 98/1, 6) yahudilerin Üzeyr’i, hıristiyanların Mesîh’i Allah’ın oğlu diye benimsemeleri (et-Tevbe 9/30), Mesîh’e ulûhiyyet nisbet etmeleri (el-Mâide 5/72) küfür diye nitelendirilmekte, İslâm âlimleri tarafından zâtın hulûl ettiği üç sıfatlı bir ilâh, üç unsur (ekānîm-i selâse) veya üç ilâh şeklinde anlaşılabilen (krş. Taberî, VI, 313; Fahreddin er-Râzî, XI, 116) teslîs inancı açıkça reddedilmektedir. Ehl-i kitabın bu inançlarının yanı sıra Hz. Îsâ’nın kendi ulûhiyyetini hiçbir şekilde telkin etmediğini ve kavmini Allah’a ortak koşmama yönünde uyardığını bildiren âyetler de (el-Mâide 5/72, 116-117; el-En‘âm 6/101) dikkate alınarak Ehl-i kitap’tan da şirkin sâdır olduğu belirtilmiştir (Kılavuz, İman-Küfür Sınırı, s. 60). Hadis rivayetlerinde de Allah’ın kulu Îsâ’ya rubûbiyyet nisbet edilmesinin şirk sayıldığı bildirilmiştir (Buhârî, “Ṭalâḳ”, 18). Hz. Peygamber, önceleri hıristiyan olan Adî b. Hâtim’den boynundaki altın haçı çıkarıp atmasını istemiş ve konuyla ilgili âyeti (et-Tevbe 9/31) okuduktan sonra aslında yahudi ve hıristiyanların haham ve rahiplerine tapınmadıklarını, fakat onlar kendilerine bir şeyi helâl kılınca bunu helâl saydıklarını, haram kılınca da haram kabul ettiklerini belirtmiştir (Tirmizî, “Tefsîr”, 9). Müşrikler ulûhiyyetin tapındıkları putlara değil Allah’a ait olduğunu biliyor, fakat kendilerini doğrudan Allah’a ibadet etmeye lâyık görmedikleri, O’na karşı gereğince kulluk yapamadıkları için Allah’a yakınlaşıp şefaatte bulunacaklarını umarak putlara tapmayı âdet ediniyordu. Müşrikler atalarının da aynı şeyi yaptığını, dilemesi halinde Allah’ın buna engel olabileceğini de ileri sürüyordu (en-Nahl 16/35; ez-Zuhruf 43/20). Bunlar âhirete inanmadıklarından atalarının hatalı olmaları durumunda dünya hayatında cezalandırılacaklarını düşünüyordu (Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, XII, 291-292). İslâm âlimleri, tabiatın işleyişini sağlayan prensiplerin Allah’ın yaratmasıyla değil eşyanın kuruluşunda bulunduğu veya evrenin yıldızlar tarafından yönetildiği, yıldızların konum ve hareketlerine dayanıp gaybî bilgilere sahip olunabileceği iddialarını da tevhid inancına aykırı bulmuştur (Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 219-222; Bâkıllânî, s. 61-63). Şah Veliyyullah ed-Dihlevî insanları şirke götüren inanç ve davranışları Allah’tan başkasına secde etmek, arzu ve isteklerinin gerçekleşmesini başkasından beklemek, Allah’tan başka bir varlığa dua etmek, din adamlarını rab edinmek, putlara ve yıldızlara kurban kesmek, Allah’a ortak koşulan varlıkları kız ve oğul sıfatıyla O’na nisbet etmek, Allah’tan başka bir varlık adına yemin etmek, çocuklara Allah’tan başka bir mevcuda nisbetle “şunun kulu” diye isim vermek, Allah’tan başka birinin rızası için haccetmek, bazı varlıkları bulundukları mekânları yücelterek dinî amaçla ziyaret etmek şeklinde sıralamıştır (Ḥüccetullāhi’l-bâliġa, s. 127-131). İzmirli İsmail Hakkı, İslâm âlimlerinin naslardan hareketle şirk olarak nitelendirdikleri inanç biçimlerini beş kısma ayırmıştır. 1. Şirk-i istiklâl (vasıtasız şirk). Mecûsîler’le düalist inanç gruplarında görüldüğü gibi iki ilâhın varlığını kabul etmek. 2. Şirk-i teb‘îz (kısmî şirk). Allah’ın birliğini kabul etmekle birlikte Hıristiyanlık’taki teslîs inancı gibi ilâhlardan oluşan bir tanrı inancını benimsemek. 3. Şirk-i takrîb. Allah’a yakınlık sağlamaları ve O’nun katında şefaatçi olmaları için putlara ve heykellere tapınmak. 4. Şirk-i taklîd. Câhiliye Arapları’nda olduğu gibi atalarını taklit ederek putlara ve heykellere ilâh niteliği nisbet etmek. 5. Şirk-i esbâb. Tabiat kanunlarının Allah’ın yaratmasıyla değil nesne ve olayların doğalarının gereği olduğuna inanmak (Yeni İlm-i Kelâm, II, 102-103). Şirkin zıddı olan tevhidin özü kâinatı yaratan ve idare eden varlığa ulûhiyyet ve rubûbiyyette ortak koşmamaktan ibarettir. Şirk konusunda aşırı sayılabilecek görüşleriyle tanınan Muhammed b. Abdülvehhâb, söz konusu ana ilkeye ters düşen inanca büyük şirk dedikten sonra bu çerçeveye girmeyen riya ile karışık ibadetler vb. davranışları da küçük şirk diye nitelendirmiş, fakat doğurdukları olumsuz sonuçları büyük şirke yaklaştırmak suretiyle aşırı bir sonuca ulaşmıştır.
İslâm tarihinde müslümanlar arasında apaçık şirke düşen gruplar bulunmamakla birlikte dolaylı şirk sayılan, tevhid inancını zedeleyerek şirke kapı açan telakkilere rastlamak mümkündür. Bir müslümanın Allah’tan başka varlıklara karşı duyacağı sevgi ve saygı yaratılmışlık sınırlarının ötesine geçmemelidir. Naslardan çıkarılan ve müslümanlar tarafından benimsenen inanç prensiplerine göre hiçbir insan peygamber derecesine çıkamaz; peygamberlere bile insan üstü bir özellik nisbet edilemez; sadece Allah’a gösterilebilecek tâzim ve hürmet başka hiçbir şey veya kimseye gösterilmez. Başta peygamberler olmak üzere Allah katında makbul olan sıddîklar, şehidler, sâlihler (en-Nisâ 4/69), insanların hüsnüzanda bulundukları velîler, hatta meleklerden hiçbiri (en-Nisâ 4/172; Yûnus 10/62-64) aşkın olma özelliği taşımaz. Kutsiyetin mecazi mânada da olsa insana izâfe edilmesi onda yaratılmışlık üstü güçlerin veya niteliklerin varlığını akla getireceğinden sakıncalı bulunmuştur. Mahiyetleri itibariyle değil müslümanların hayatındaki fonksiyonları ve taşıdıkları hâtıralar bakımından bazı şeylere mecazi/itibarî bir kutsiyet atfedilebilmektedir. Nitekim Hz. Ömer Hacerülesved için, “Senin zararı veya faydası dokunmayan bir taş olduğunu biliyorum. Resûlullah’ın seni öptüğünü görmeseydim ben de öpmezdim” demiştir (Buhârî, “Ḥac”, 50; Müslim, “Ḥac”, 248-251; ayrıca bk. Topaloğlu v.dğr., s. 90-110).
Şirke düşme sebeplerinin itikadî, psikolojik, sosyolojik ve hatta ekonomik boyutları üzerinde durulmuştur. Şirkin en önemli sebebi Allah’ın şanına yaraşır biçimde tanınamaması, tevhid inancının gerektiği gibi benimsenememesi veya korunamamasıdır. Hz. Âdem’le birlikte insan hayatının tevhid inancıyla başladığı, Allah Teâlâ’nın insanı akıl gücüyle donattığı ve ona Allah’tan başka tapınılacak ilâhın bulunmadığını bildiren peygamberler gönderdiği halde tevhid inancını benimsemeyen gruplar zamanla düşünce tembelliğine kapılmış, tabiatta meydana gelen olayların arkasındaki gerçek yaratıcı ve idare ediciyi unutarak görünen tabiatı ve tabiat olaylarını kendi kendinin sebepleri kabul etmiştir. Şirk cehaletin, aczin ve tembelliğin eseri olup bir yönüyle insanın kendini aldatmasıdır (a.g.e., s. 90-92). Birden çok tanrıya tapınanlar aslında o tanrıların üstünde yüce bir tanrının bulunduğunu kabul eder, fakat putların kendilerini yüce tanrıya yaklaştıracaklarına ve şefaatçileri olacaklarına inanırlar (Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, XII, 291-292). Dihlevî şirk konusuna psikolojik açıdan yaklaşarak insanların bazı şahsiyetlerdeki farklı halleri olağan üstü imiş gibi algılayıp onlara bir tür kutsiyet atfettiğini, zamanla ilâhî özelliklere sahip olduğuna inanır hale geldiğini ve insana saygıda aşırıya kaçıp şirke düştüğünü belirtir (Ḥüccetullāhi’l-bâliġa, s. 127). Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır bazı müşriklerde iftiranın, bazılarında sapkınlığın öne çıktığına dikkat çekmiştir. Ona göre Ehl-i kitabın şirki sapkınlıktan çok iftira niteliği taşırken diğerlerinin şirki iftiradan çok sapkınlığın eseridir. Birincisi saygısızlıktan, ikincisi cehaletten kaynaklanmaktadır. Her ikisi de tövbe edilmediği takdirde Allah tarafından affedilmeyecektir. Şirkleri cehaletten kaynaklanan kimselerin ilmî ve aklî gelişmeyle şirkten vazgeçmeleri mümkün iken şirkleri saygısızlıktan kaynaklanan kişilerin ilmi arttıkça azgınlıklarının da artacağı ve iftiralarına devam edeceklerini ifade eder (Hak Dini, III, 1467-1468). İnsanların korku, şüphecilik, kibir, inat ve taklidin yanı sıra servet, makam ve şöhret gibi dünya nimetlerini hayatın tek amacı haline getirmeleri ve neticede şeytanın aldatıcı özendirmelerine kapılmaları da şirke düşmelerinin önemli sebepleri arasında yer alır (İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, IV, 1875-1877). (1)
NOT:Yukarıdaki Temel bilgi ve kavramlar İslam ansiklopedisinden aynen alınmıştır.
Bakınız:1)https://islamansiklopedisi.org.tr/sirk
PEYGAMBERİMİZİN KORKTUĞU GİZLİ ŞİRK
Allah Resûlü de ashâbına:
Bakınız:1)https://islamansiklopedisi.org.tr/sirk
PEYGAMBERİMİZİN KORKTUĞU GİZLİ ŞİRK
Allah Teâlâ bir şöyle buyurur:
“Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur.” (Mâide, 72)
Peygamber Efendimiz (asm) buyurdu ki:
“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allah’a ortak koşmalarıdır. Güneşe, aya ve puta tapacaklarını söylemiyorum. Allah rızası dışında yapılan amelleri ve gizli arzuları kastediyorum.” (2 -Camiü’s-Sağir, 2/582; İbn-i Mace, Zühd, 21).
Allah Resûlü de ashâbına:
“Dikkat ediniz; hakkınızda Deccâl’den daha çok korktuğum şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi?” diye sormuştu. Sahâbîler:
“–Buyur yâ Resûlâllah!” dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
“–Korktuğum bu şey, gizli şirktir. Meselâ namaza duran birini düşününüz. Bu kimse bir başkası tarafından gözetlendiğini fark ettiği için namazını özenerek kılıyor.” (İbn-i Mâce, Zühd, 2
Demek ki Cenâb-ı Hak, ibadetlere fânîlerin ortak edilmesini istemiyor. Hak’tan gayrıyı hedefleyen bir ibadet, artık bir ibadet değil, bilâkis bir cürümdür. Gösteriş için kılınan namaz, dıştan ne kadar hoş görünse de, içi gizli şirkle bulanık olduğundan, Allah katında değersizdir, üstelik Hakkʼın gazabını da celbeder. Nasıl ki, içine bir damla necâset düşen bir menbâ suyu, bütün lezzet ve sâfiyetini kaybederse, niyetine fânî menfaatleri ortak eden hasta ve gâfil kalplerin ibadetleri de böyledir. (2)
2)Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları
Peygamber Efendimiz (asm) şirk-i hafîyi şöyle tanımlıyor:
“Şirk-i hafî, kişinin, makam sahibi birisinin gözüne girmek için iş yapmasıdır.” 3
Kezâ Peygamber Efendimiz (asm) şirk-i hafî tehlikesine şöyle dikkat çekiyor:
Kezâ Peygamber Efendimiz (asm) şirk-i hafî tehlikesine şöyle dikkat çekiyor:
“Ümmetimde şirk, karanlık gecede tepeciğin üzerinde karıncanın yürümesinden daha gizlidir. En aşağı derecesi, zulmün azıcık bir şeyine dahi sevgi göstermen veya adaletin azıcık bir şeyini dahi istememendir. Din Allah için sevmek ve Allah için buğz etmekten başka bir şey midir? Allah buyuruyor ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin.’” 4
----------------------------
3)Camiü’s-Sağir, 3/1111
4)https://www.fikih.info/sirki-hafi-ne-demektir/
Camiü’s-Sağir, 3/1112; Âyet: Âl-i İmran Sûresi: 31.
4)https://www.fikih.info/sirki-hafi-ne-demektir/
Camiü’s-Sağir, 3/1112; Âyet: Âl-i İmran Sûresi: 31.