""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Allah İnancı

                              

ALLAH'A İMAN

a) Allah İnancı 

Kâinatı yaratan, idare eden, kendisine ibadet edilen tek ve en yüce varlık
olan Allah'a iman, iman esaslarının birincisi ve temelidir. Bütün ilâhî
dinlerde Allah'ın varlığı ve birliği (tevhid) en önemli inanç esası olmuştur.
Çünkü bütün inanç esasları Allah'a imana ve O'nun birliği esasına dayanmaktadır.

iMANIN KISACA ŞARTLARI:

Amentü Duası Okunuşu
Amentü billahi ve melâiketihi, ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-âhıri
ve bi'l-kaderi, hayrihî ve şerrihi mina'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevt.Haggun, Eşhedü en lâ ilâhe illAllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlühü.

Amentü Duası Anlamı
Ben Allâh-ü Te'âlâ'ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere ; hayır ve şerrin Allâh-ü Te'âlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şahadet ederim ki, Allâh-ü Te'âlâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şahadet ederim ki, Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) O'nun
kulu ve peygamberidir.



"Allah" kelimesinin, kendisine ibadet edilen yüce varlığın özel ismi olduğunu
kabul eden bütün İslâm âlimleri konu ile ilgili açıklamaları sırasında
O'nu şöyle tanımlamışlardır: "Allah, varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere
lâyık bulunan yüce varlığın adıdır". Tanımdaki "varlığı zorunlu olan" kaydı,
Allah'ın yokluğunun düşünülemeyeceğini, var olmak için başka bir varlığın
O'nu var etmesine ve desteğine muhtaç olmadığını, dolayısıyla O'nun, evrenin
yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu ifade etmektedir. "Bütün övgülere lâyık
bulunan" kaydı ise, yetkinlik ve aşkınlık ifade eden isim ve sıfatlarla nitelendiğini
anlatmaktadır. Allah kelimesi, İslâmî metinlerde, gerçek mâbudun
(ibadet edilen varlığın) ve tek yaratıcının özel ismi olarak kullanılagelmiştir.
Bu sebeple O'ndan başka bir varlığa ad olarak verilmemiş, gerek Arapça'da,
gerekse bu lafzı kullanan diğer müslüman milletlerin dillerinde herhangi bir
çoğul şekli de oluşmamıştır.

Allah'a iman, Allah'ın var ve bir olduğuna, bütün üstünlük sıfatlarıyla
nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır. Bir
başka deyişle Allah hakkında vâcip (zorunlu, gerekli), câiz ve imkânsız sıfatları
bilip öylece kabul etmektir.

Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Allah'a inanmak, ergenlik çağına
gelmiş ve akıllı her insanın ilk ve aslî sorumluluğudur. İlâhî dinlerin
kesintiye uğradığı dönemlerde yaşamış olan veya hiçbir dinden haberi olmayan
kimseler de bir Allah inancına sahip olmakla yükümlüdürler. Çünkü
insan yaratılıştan getirdiği mutlak ve üstün güce inanma duygusu ile evrendeki
akıllara durgunluk veren düzeni gördükten sonra bu düzeni sağlayan
bir ve eşsiz yaratıcının varlığı inancına kolaylıkla ulaşır. "...Gökleri ve yeri
yaratan Allah hakkında şüphe mi vardır?..." (İbrâhim 13/10) meâlindeki
âyet bu gerçeği dile getirmektedir.

b) Allah'ın Varlığı ve Birliği

Allah inancı insanda fıtrî (yaratılıştan) olduğu için, normal şartlarda çevreden
olumsuz bir şekilde etkilenmemiş bir kişinin Allah'ın varlığını ve birliğini
kabullenmesi gerekir. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm'de Allah Teâlâ'dan bahseden
âyetlerin çoğu, O'nun sıfatlarını konu edinmiştir. Bu âyetlerde özellikle tevhid
inancı üzerinde durularak Allah'ın ortağı ve benzeri olmadığı
ısrarla vurgulanmıştır.
Allah'ın var oluşu konusu, Kur'an'da insan için bilinmesi tabii, zorunlu
ve apaçık bir gerçek olarak kabul edilmiştir. Selim yaratılışı bozulmamış
insanın normal olarak yaratanını tanıyacağı belirtilmiştir.

Ancak her toplumda çeşitli sebeplerle inanmayanlar veya şüphede
olanlar bulunabilecektir. İşte böyleleri için Allah'ın varlığının ispat edilmesi
önem arzetmektedir. Bu da öncelikle Allah'ın varlığının ve birliğinin delillerinin
öğrenilmesi ile mümkün olur.

İslâm akaidine göre Allah birdir ve tektir. Bu bir oluş, sayı yönüyle bir
"bir"lik değildir. Çünkü sayı bölünebilir ve katlanabilir. Allah böyle olmaktan
yücedir. O'nun bir oluşu, zâtında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde, rab
oluşunda ve hâkimiyetinde eşi ve benzeri olmayışı yönündendir. İhlâs sûresinde
Allah'ın bir olduğu, hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğurmadığı ve
doğurulmadığı, O'nun hiçbir denginin bulunmadığı ifade edilirken, Kâfirûn
sûresinde de ibadetin ancak Allah'a yapılacağı, Hz. Peygamber'in, kâfirlerin
taptıklarına önceden tapmadığı gibi, sonra da tapmayacağı
ısrarla vurgulanmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok sûresinde Allah'ın birliğini, eşi ve
benzerinin bulunmadığını vurgulayan pek çok âyet vardır: "Allah evlât
edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir Tanrı da yoktur. Aksi takdirde her
Tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve onlardan biri mutlaka diğerine
üstünlük sağlardı. Allah onların yakıştırdıkları
şeylerden münezzehtir" (elMü'minûn
23/91), "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı
yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti..." (el-Enbiyâ 21/22). Evrendeki düzen
Allah'ın birliğinin en açık delilidir.

Mekke'de nâzil olan Kur'an âyetlerinin birçoğu doğrudan tevhidi telkin
etmekte, bir kısmı da şirki reddetmektedir. Allah'ı yegâne ilâh, Rab ve otorite
olarak tanımak, birliğini ikrar etmek, her çeşit ortaktan uzak olduğuna
inanmakla gerçekleşen tevhid, İslâm dininin en önemli özelliğidir. İslâm, bu
özelliğiyle hem Câhiliye putperestliğinden, hem Yahudilik ve Hıristiyanlık
gibi dinlerin sonradan bozulmaya uğramışşekillerinden, hem de Mecûsîlik'ten
ayrılır.


c) Allah'ın Varlığının Delilleri

Bir kısım İslâm bilginine göre insandaki Allah inancı, zorunlu ve yaratılıştan
olduğu için Allah'ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, mantıkî
ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Yaratılışı bozulmamış, aklı karışmamış
her insan Allah'ın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Bu yoldaki deliller
sadece insanı uyarmak, içindeki zorunlu bilgiyi ve şuuru geliştirmek içindir.
Mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu
onun tabiatında gizlenmiştir. Bu özelliği bozulmadıkça da yaratılışının gereği
gerçekleşecektir. İşte insan da böyledir. O, sadece iç ve dış dünyada Allah'ın
varlığını ispat eden şeylere bakarak Allah'ın varlığını bunlardan anlayabilecek
özellikte yaratılmıştır. Ayrıca insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah'ın
varlığının açık bir delilidir.

İslâm bilginlerinin çoğuna göre insan, öz benliğinde ve dış dünyada Allah'ın
varlığını gösteren birtakım deliller üzerinde durup düşünerek Allah'ın
varlığına ulaşmak durumundadır. "O'nu gözler idrak edemez. Fakat O,
gözleri idrak eder" (el-En‘âm 6/103) meâlindeki âyet, Allah'ın duyularla
doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini bildirir. Fakat duyular, Allah'ı tanıyacak
olan akla, gönüle ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de
yaratılmış olan her şeydir, evrenin âhenk ve düzenidir. Bunlar Allah'ın varlığını
gösteren belirtiler, izler ve delillerdir. İnsan, aklı ile bu belirti, iz ve
delillerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bu bir âyette şöyle dile getirilir:
"İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki,
onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun..." (Fussılet 41/53; ayrıca bk. elMü’minûn
23/12-14; el-Furkan 25/47; er-Rûm 30/20-22; Yâsîn 36/37-40; Kaf
50/6-10).

Allah'ın varlığına delâlet eden ve insanı bu konuda düşünmeye ve iman
etmeye çağıran Kur'an âyetlerini ve hadisleri dikkatlice inceleyip hem de dış
dünyayı ve insanın yaratılışını gözlemleyen âlimler, Allah'ın varlığını ispatlamak
için insanın fıtraten Allah inancına sahip oluşu (fıtrat delili), âlemin
ve âlemdeki varlıkların sonradan yaratılmış olup bir yaratıcıya muhtaç olduğu
(hudûs delili), mümkin bir varlık olan âlemin var olması için bir sebebe
ihtiyaç olduğu (imkân delili), tabiatın büyük bir âhenge ve şaşmaz bir düzene
sahip olup bunun bir yaratıcının eseri olmasının gerektiği (nizam delili)
gibi bazı deliller ortaya koymuşlardır.

 

         


                                    
Allah İnancı
İyi bir Allah inancına sahip bir kimse ; Ümit ve korku dengesini yakalayabileceği için Allah (c.c.) ile irtibatını canlı tutar ve günah işleme oranını aşağı çeker. O’na bir an önce kavuşmayı dileyeceği için bolca salih amel işler. Tanıdığı Allah’ı (c.c.) seveceği için vaadlerine (cennetine ve cehennemine, günahları bağışlayabileceğine vs.) müthiş bir güven duyar ve en ufak bir güvensizliğe düşmez. Zengin ya da fakir bile olsa O’nun dilemesi ile olduğunu bildiği için, gurur, kibir ve isyana yer vermeyip sabır ve şükür örneğini sergiler. Dua ve isteklere cevap verecek mercinin Allah (c.c.) olduğunu bildiği için insanların ellerine bakmaksızın müthiş bir tevekkül örneğini sergiler. Dil sürekli Allah’ı zikirle ıslak kalır. Dünya hayatının tiyatro sahnesinden ibaret olduğunu görür ve tüm yatırımını ahirete yapar. Sevdiğinin sevdiklerini sever, sevmediğini sevmez... Can ve malı en ufak korku ve endişe duymadan masaya yatırır! Rızık endişesi hissedilmeyeceğinden hayatın her safhasında sabır ve şükür görülür.
Feyzullah Birışık, İktibas :http:
//www.esmergul.net/iyi_bir_allah_inanci-t934.html?
          

               İslam dini akıl ve vicdan dinidir.
İnsan, aklı ile dinin bildirdiği gerçekleri görür ve vicdanını kullanarak gördüklerinden sonuç çıkarır. Örneğin akıl ve vicdan sahibi bir insan kendisine hiçbir bilgi verilmese bile evrendeki herhangi bir varlığın özelliklerini incelediğinde bunun üstün bir Akıl, İlim ve Güç sahibi tarafından yaratıldığını anlar. Veya dünyada yaşamın meydana gelebilmesi için gereken binlerce koşuldan sadece birkaçını görmesi bile, dünyanın insanların yaşayabilmeleri için özel olarak yaratılmış bir gezegen olduğunu anlaması için yeterlidir. Akıl ve vicdan sahibi bu insan, dünyanın tesadüfen oluştuğu gibi bir iddianın saçmalığını ise kolaylıkla anlar. Kısacası aklını ve vicdanını kullanarak düşünen her insan Allah'ın varlığının delillerini tüm açıklığı ile görebilir. Bu insanlardan bir ayette şu şekilde bahsedilir: Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki ; "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru."(Al-i İmran Suresi, 191) Bu nedenle Allah, Kuran'da insanları çevrelerindeki yaratılış delillerini düşünmeye ve incelemeye çağırır. Tüm evrende var olan sistemleri, canlı ve cansız varlıkları inceleyen, gördükleri üzerinde düşünen ve araştıran her insan Allah'ın üstün aklını, ilmini ve sonsuz gücünü tanımaya başlayacaktır. Allah'ın insanları, üzerinde düşünmeye çağırdığı konulardan bazıları ayetlerde şöyle bildirilmektedir: Düşünen, akıl ve vicdan sahibi her insan için evrende, üstün bir Yaratıcı olan Allah'ın varlığının delilleri açıkça görülmektedir. Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. (Kaf Suresi, 6-10) O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk Suresi, 3) İnsan bir baksın, hangi şeyden yaratıldı? (Tarık Suresi, 5) Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi? (Gaşiye Suresi, 17-20) Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah insanları, gökyüzü, yağmur, bitkiler, hayvanlar, doğum, coğrafi özellikler gibi konularda araştırma ve inceleme yapmaya çağırmaktadır. Tüm bu varlıkları incelemenin ve araştırmanın yolu ise başta da belirttiğimiz gibi bilimdir. Bilimsel araştırmalar sonucunda elde edilen bilgiler insanlara yaratılışın sırlarını, Allah'ın sonsuz ilmini, aklını ve gücünü tanıtır. Ve tarih boyunca insanlığa büyük hizmetler veren bilim adamlarının önemli bir bölümünün Allah'a inanan dindar kimseler olmasının nedeni de budur; bilimin Allah'ın kudretini takdir edebilmenin bir yolu olması... O, göklerin ve yerin Yaratıcısı'dır... Yukarıda da söz ettiğimiz gibi din, bilimi teşvik eder ve bilimle uğraşan akıl ve vicdan sahibi insanlar Allah'ın varlığının delillerine çok yakından şahit oldukları için, aynı zamanda güçlü bir imana da sahip olurlar. Çünkü bu insanlar yaptıkları her incelemede, her yeni buluşta Allah'ın yarattığı mükemmel bir sistem, kusursuz bir detay ile karşılaşırlar. Örneğin, gözler üzerinde inceleme yapan bir bilim adamı, yalnızca insan gözündeki kompleks sistemi gördüğünde bunun asla tesadüflerle, aşamalı olarak meydana gelemeyeceğini hemen anlar. Biraz daha incelediğinde, gözün oluşumundaki her detayın mucizevi bir yaratılışı olduğuna şahit olur. Gözün birbiriyle tam bir uyum içinde çalışan onlarca ayrı parçadan oluştuğunu görür ve onu yaratmış olan Allah'a olan hayranlığı kat kat artar. Aynı şekilde evreni inceleyen bir bilim adamı, kendini bir anda binlerce mucizevi dengeyle karşı karşıya bulur. Sınırlarını belirlemenin mümkün olmadığı uçsuz bucaksız uzayda yer alan milyarlarca galaksi ve bu galaksilerdeki milyarlarca yıldızın büyük bir uyum içinde varlıklarını sürdürebilmesi ona büyük bir araştırma şevki verir. Bunlardan dolayı, iman sahibi bir insan bilimsel araştırmalar yapmak ve evrenin sırlarını öğrenmek konusunda, son derece istekli ve kararlı olur. Çağımızın en büyük dehası olarak kabul edilen Albert Einstein bir yazısında iman eden bilim adamlarının dinden aldıkları bu ateşleyici gücü şöyle dile getirmiştir: "Ben şunu iddia edebilirim ki, dini, kozmik yönden sezişler, bilimsel çalışmalarda çok daha kuvvetli hissedilmektedir. Şüphesiz ki bu duyguyu, bilimsel zihniyeti ile ilk kuranlar en kuvvetli sezmişlerdi. Evrenin yapısını, bilimsel ve akılcı bir şekilde anlamak, insana en derin iman duygusu verir. Yıllarca mesai sonunda kavradıkları evren anlayışı, Kepler ve Newton'a böyle derin duygular vermiştir. Bilimsel araştırmaların yalnız pratik alanında kalanlar, bu konuda her zaman her yerde yanlış açıklamalara düşmüşlerdir. Ancak hayatlarını tamamen bilimsel araştırmalara vermiş olanlarındır ki, bu seziş ve ilham, kalplerine dolar ve ancak bu çapta adamlardır ki, binbir güçlüğe rağmen bu aramalarına devam ederler. Onlar bu kuvveti din duygusundan alırlar. Bir çağdaşımız pek doğru olarak şöyle demiştir: Bizim materyalist çağımızda en derin din duygusunu, pozitif bilim yolunun ilk arayıcıları sezmişlerdir."1 Johannes Kepler Yaratıcı'nın eserlerindeki lezzeti tatmak için bilimle ilgilendiğini söylerken, tarihin en büyük bilim adamlarından biri olan Isaac Newton ise bilimsel araştırmalarını yapma çabasının ardındaki sebebin Allah'ı bulup tanımak isteği olduğunu ifade etmiştir. Bu sözler dünya tarihinin en önemli bilim adamlarından sadece birkaçına aittir. Bu kişiler ve-ileriki bölümlerde inceleyeceğimiz bunlar gibi daha yüzlerce bilim adamı evreni inceleyerek Allah'ın varlığına iman eden, Allah'ın ihtişamla yarattığı kanunlardan ve olaylardan etkilenerek, daha fazlasını keşfetme isteği duyan kimselerdir. Görüldüğü gibi, Allah'ın evreni nasıl bir yaratılışla var ettiğini görebilme isteği, tarihte pek çok bilim adamının en büyük motivasyon kaynağı olmuştur. Çünkü evrenin ve canlıların yaratılmış olduklarını kavrayan bir insan, aynı zamanda bu yaratılışta bir amaç olduğunu da kavrar. Amaç ise doğal olarak anlam meydana getirir. Bu anlamı kavrayabilmek, delillerini bulmak, detaylarını incelemek isteği, bilimsel çalışmalara büyük bir güç kazandıracaktır. Ancak eğer evrenin ve canlıların yaratılmış oldukları gerçeği reddedilirse, bu anlam da ortadan kalkacaktır. Örneğin materyalist felsefeye ve Darwinizm'e inanan bir bilim adamı, evrende hiçbir amaç olmadığını, herşeyin kör tesadüflerin ürünü olduğunu zannedecektir. Bu durumda evreni ve canlıları araştırmanın da gerçek bir anlamı kalmaz. Einstein bu gerçeği, "din duygusu ne zaman kaybolsa bilim, ilhamı olmayan bir deneyciliğe dönüyor"2 sözüyle özetler. Bu durumda, bir bilim adamının hedefleyebileceği yegane amaç, yaptığı bir buluşla ünlü olmak, tarihe geçmek ya da çok para kazanmak olabilir. Bu hedefler ise onu samimiyetten ve bilimsel dürüstlükten ayırabilir. Örneğin bilimsel bulgulara dayanarak vardığı bir sonucu, bu sonuç bilim dünyasında hakim olan yaygın kanıya ters düştüğü durumda, ününü yitirmek, kınanmak, küçük düşürülmek gibi endişelerle gizlemek durumunda kalabilir. Evrende var olan her varlık kusursuz bir tasarıma sahiptir. Örneğin fizikçi Lipson'ın da belirttiği gibi küçücük bir sinir hücresi elektrik mühendisliği yönünden bir şaheserdir. Evrim teorisinin uzun bir zamandır bilim dünyasında kabul görmüş olması, bu samimiyetsizliğin bir örneğidir. Gerçekte bilimsel verilerle yüz yüze kalan çok sayıda bilim adamı, evrim teorisinin canlılığı açıklamaktan çok uzak olduğunu görmekte, ama sırf tepki çekmemek için bunu ifade etmemektedir. Amerikalı fizikçi H. S. Lipson bu konuda şu itirafı yapar: Canlılar hakkında Darwin'in bildiğinden çok daha fazlasını biliyoruz. Örneğin sinirlerin nasıl çalıştığını biliyoruz ve bence her sinir elektrik mühendisliği yönünden bir şaheserdir. Ve bizim vücudumuzda bunlardan milyarlarcası vardır... Bu durumda benim aklıma gelen kelime "tasarım"dır. Ama biyolog meslektaşlarım bu kelimeden hiç hoşlanmamaktadır.3 Yaratılışı ifade eden "tasarım" kelimesi, sırf bu kelimeden hoşlanılmadığı için bilimsel literatürün dışına atılmak istenmekte, çok sayıda bilim adamı da bu dogmatik tutuma boyun eğmektedir. Lipson, bu gerçeği şöyle açıklar: Aslında evrim bir anlamda bilimsel bir din haline geldi; hemen hemen bütün bilim adamları bunu kabul etti ve birçoğu onunla uyumlu olması için gözlemlerini eğip bükmeye hazırlar.4 Bu çarpık durum, 19. yüzyılın ortalarından itibaren bilim dünyasına hakim olmaya başlayan "dinsiz bilim" aldanışının bir sonucudur. Einstein'in belirttiği gibi "dinsiz bir bilim topaldır"5. Bu yüzden de bu aldanış, hem bilim dünyasını yanlış hedeflere yönlendirmiş, hem de bu hedeflerin yanlışlığını görmesine rağmen kayıtsızca sessiz kalan bilim adamları ortaya çıkarmıştır. Bu iki etkiden birincisini ilerleyen sayfalarda detaylı olarak inceleyeceğiz. İMAN EDEN BİLİM ADAMLARININ "HİZMET ŞEVKİ" Allah'ın varlığına ve büyüklüğüne iman eden bilim adamlarının dünyaya yönelik bir makam, mevki, ün veya para gibi hırsları olmadığı için, bilimsel araştırmalarda gösterdikleri gayret de son derece samimi olur. Bu insanlar bilirler ki, evrenle ilgili olarak keşfettikleri her sır tüm insanlara Allah'ı tanıtacak, insanlara Allah'ın sonsuz gücünü ve ilmini gösterecektir. Ve insanlara Allah'ın varlığını anlatmak, yaratılış gerçeğini tanıtmak iman eden bir kişi için kuşkusuz önemli bir ibadettir. İşte bu samimi düşünceler içinde olan inançlı bilim adamları, tüm yaşamları boyunca büyük bir şevkle evrendeki kanunları, doğadaki mucizevi sistemleri, canlılardaki kusursuz mekanizmaları, akılcı davranışları keşfetme yolunda önemli çalışmalar yaparlar. Yaptıkları çalışmalardan da son derece fayda verecek sonuçlar alırlar, büyük ilerlemeler gösterirler. Bu yolda zorluklarla karşılaşmaları onları yılgınlığa sürüklemez. Veya insanlardan bir karşılık göremediklerinde de şevklerinde bir azalma olmaz. Çünkü onlar yaptıkları işte Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı amaçlamaktadırlar. Allah rızası için, iman eden diğer insanlara da fayda verebilme amacını taşırlar. Ve bu konuda bir sınır tanımazlar. Verebilecekleri en yüksek faydayı sağlamak ve insanlara en güzel şekilde hizmet edebilmek için çalışırlar. Bu samimi çabalarına karşılık olarak da son derece verimli insanlar olurlar. Yaptıkları işlerden her zaman güzel sonuçlar çıkar. Bilimselliğin dinden uzak kalmakla oluşacağını zannedenler ise kuşkusuz büyük bir yanılgı içerisindedirler. Herşeyden önce Allah'a iman etmeyen kimseler dinin getirdiği manevi şevki yaşayamazlar. Belki en başında heyecanla başladıkları bilimsel araştırmalar, bir süre sonra onlara tekdüze ve monoton olaylar olarak görünmeye başlar. Bu zihniyetteki kişilerin hayattaki amaçları, kısa sürede bitecek olan dünya hayatına yönelik çıkarlar elde etmektir. Para, makam, şöhret, itibar gibi dünyevi hırslar içinde olan bu kişiler ancak kendilerine bunları kazandıracak çalışmaları yaparlar. Örneğin, üniversitede kariyer yapmak isteyen bir bilim adamı ancak kendini daha üst bir mevkiye geçirebilecek alanlarda çalışma yapar. İnsanlara fayda getirebileceğini düşündüğü bir konu olsa bile, kendi çıkarları açısından bir şey getirmeyeceğini düşündüğü bir konuda araştırma yapmaz. Veya karşısına araştırma yapabileceği iki konu çıktığında, bu ikisi arasında hangisinin kendisine daha çok maddi kazanç, itibar ve makam sağlayacağı yönünde bir kıyas yapar ve diğerinin insanlar için daha faydalı bir sonuç getirebileceğini bilse bile o konudan uzaklaşabilir. Kısacası bu tip insanlar, kendilerinin bir çıkarı olmadığı sürece asla diğer insanlara fayda vermeye, onlara hizmet etmeye yanaşmazlar. Maddi yönde veya iyi bir makam, mevki elde etme, insanlar arasında itibar kazanma konusunda bir çıkar sağlama imkanları ortadan kalktığı anda, onların çalışma azmi de yok olur gider. Allah'a iman eden bir insanın yaşadığı şevk ve heyecan ise sadece bilim alanında değil, sanat, kültür gibi hayatın daha birçok alanında insanlara geniş ufuklar açar. Ve asla tükenmeden, hatta giderek daha da katlanarak devam eder. O, göklerin ve yerin Yaratıcısı'dır... (Şura Suresi, 11) "alıntıdır. " İktibas: http://www.baktabul.com/inanc-dunyasi /42236-allah-inanci-bilim-adamlarina-buyuk-sevk-ve- heyecan-kazandirir. html
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol