""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Yaradana Kurban Olam (Kurban)

        Kurban

Sözlükte “yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına
gelen kurban, dinî bir terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli bir
vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde
boğazlanan hayvan” demektir. Arapça’da bu şekilde kesilen hayvana
udhiyye denilir.

İnsanlık tarihi boyunca hemen bütün dinlerde kurban uygulaması mevcut
olmakla birlikte şekil ve amaç yönüyle aralarında farklılıklar bulunur.
Kur’an’da Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah’a kurban takdim ettiklerinden söz
edilir (el-Mâide 5/27); bir başka âyette de ilâhî dinlerin hepsinde kurban
hükmünün konulduğuna işaret edilir (el-Hac 22/34). Ancak Yahudilik ve
Hıristiyanlık’ta kurban telakkisi bir hayli değişikliğe uğramıştır. Hıristiyanlık’ta
İsâ’nın çarmıha gerildiği ve bunun insanoğlunun aslî günahına karşı
Baba’nın oğlu İsâ’yı feda etmesi olduğu inanışıyla kurban telakkisi özel bir
anlam kazanmıştır.

İslâm’da kurbanın dinî hükmüyle ilgili olarak Kur’an’da, Hz. Peygamber’in
sünnetinde önemli açıklamalar yer almış, bu çerçevede oluşan fıkıh
kültüründe de konu hakkında ayrıntılı bilgi ve hükümler derlenmiştir.


Kurban gerek fert gerekse toplum açısından çeşitli yararlar taşıyan malî
bir ibadettir. Kişi kurban kesmekle Allah’ın emrine boyun eğmiş ve kulluk
bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Müminler her
kurban kesiminde Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil’in Cenâb-ı Hakk’ın buyruğuna
mutlak itaat konusunda verdikleri başarılı sınavın hâtırasını tazelemiş ve
kendilerinin de benzeri bir itaate hazır olduğunu simgesel davranışla göstermiş
olmaktadır.

Kurban toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı
tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Özellikle et satın
alma imkânı hiç bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksulların bulunduğu
ortamlarda onun bu rolünü daha belirgin biçimde görmek mümkündür. Zengine
malını Allah’ın rızâsı, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda
harcama zevk ve alışkanlığını verir, onu cimrilik hastalığından, dünya ma-
lına tutkunluktan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah’a şükretmesine,
dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık
ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına ve kendini toplumunun bir üyesi
olarak hissetmesine vesile olur.

1. Kurbanın Dinî Hükmü ve Kurban Çeşitleri
İlmihal dilinde kurban ve kurban kesiminin dinî hükmü denilince, aksine
bir kayıt bulunmadığı sürece, kurban bayramında kesilen kurban ve
bunun hükmü anlaşılır.

Kurban kesmenin fıkhî açıdan değerlendirilmesi hususunda fakihler arasında
görüş farklılıkları vardır. Dinen aranan şartları taşıyan kimselerin kurban
kesmeleri Hanefî mezhebinde ağırlıklı görüşe ve bazı müctehid imamlara
göre vâcip, fakihlerin çoğunluğuna göre müekked sünnettir. Hanefîler,
Kur’an’da Hz. Peygamber’e hitaben “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” (el-
Kevser 108/2) buyrulmasının ümmeti de kapsadığı ve gereklilik bildirdiği
görüşündedir. Ayrıca Hz. Peygamber’in birçok hadisinde hali vakti yerinde
olanların kurban kesmesi emredilmiş veya tavsiye edilmiş, hatta “Kim imkânı
olduğu halde kurban kesmezse bizim mescidimize yaklaşmasın” (İbn
Mâce, “Edâhî”, 2; Müsned, II, 321), “Ey insanlar, her sene, her ev halkına
kurban kesmek vâciptir” (Tirmizî, “Edâhî”, 18; İbn Mâce, “Edâhî”, 2) gibi
ifadelerle bu gereklilik önemle vurgulanmıştır. Öte yandan kurban kesmeyi
Hz. Peygamber hiç terketmemiştir. Bu ve benzeri delillerden hareket eden
fakihler gerekli şartları taşıyanların kurban bayramında kurban kesmesini
vâcip görürler. Sünnet olduğunu ileri sürenler ise, Kur’an’da bu konuda açık
bir emrin bulunmayışından, Hz. Peygamber’in devamlı yapmış olmasının
kurbanın sünnet olmasıyla da açıklanabileceği noktasından hareket ederler.

Kurban bayramında kesilen kurbandan ayrı olarak yine ibadet niyetiyle
kesilen başka kurban çeşitleri de vardır. Buna göre kurban çeşitleri şöylece
sıralanabilir: Kurban bayramında kesilen kurban, adak kurbanı, akîka kurbanı,
kıran ve temettü haccı yapanların kestikleri ve hedy adı verilen kurban,
hacda yasakların ihlâli halinde gereken ceza ve kefâret kurbanı. Bu
kurban çeşitlerinin ortak ve farklı hükümleri vardır.

Vasiyetinin veya adağının bulunması halinde ölmüş kimse için kurban
kesilmesi gerekir ve kesilen kurbanın etinin tamamı fakirlere dağıtılır. Vasiyet
veya adak olmasa bile, Şâfiîler hariç fakihlerin çoğunluğuna göre, sevabı
ölüye bağışlanmak üzere onun adına kurban kesilebilir.

2. Kurban Kesme Yükümlülüğü
Bir kimsenin kurban kesmekle yükümlü sayılması için bulunması gereken
şartlara kurbanın vücûb şartları denilir. Kurban kesmenin sünnet olduğunu
söyleyenlere göre ise bunlar sünnet oluşun şartlarıdır.

Bir kimsenin kurban kesmekle yükümlü olabilmesi için dört şart aranır:

1. Müslüman olmak.
2. Akıllı ve bulûğa ermiş olmak.
3. Mukim olmak, yani yolcu olmamak.
4. Belirli bir malî güce sahip bulunmak.
Gayri müslimler öncelikli olarak imanla mükellef olup ancak iman ettikten
sonra ibadetleri ifa etmeye ehil sayılırlar. Bu sebeple, bir kimsenin kurban
kesmekle yükümlü tutulabilmesi, daha doğrusu böyle bir ibadeti ifaya
ehil sayılabilmesi için müslüman olması gerekir. Bu kural bütün ibadetler
için geçerlidir.

Hanefîler’den Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf ile Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine
göre kurbanla yükümlü sayılmak için akıl ve bulûğşart olmayıp gerekli
malî güce sahip olan küçük çocuklar ve akıl hastaları adına kanunî temsilcileri
tarafından kurban kesilmesi gerekir. Bu fakihler kurbanın malî bir ibadet
oluşu ve başta fakirler olmak üzere üçüncü şahısların hakkının gözetilmesi
hususunu ön planda tutmuşlardır.


Hanefî fakihlerinden İmam Muhammed’e ve Şâfiîler’e göre kurban mükellefiyeti
için akıl ve bulûğşarttır. Hanefî mezhebinde bu konuda fetva
İmam Muhammed’in görüşüne göre verilmiş ve tatbikatta bu görüş ağırlık
kazanmıştır. Bu son görüşün ilk bakışta, üçüncü şahısların yani kurban
etinden yararlanacak ihtiyaç sahiplerinin haklarını göz ardı ettiği ileri sürülebilirse
de, ehliyetsiz ve eksik ehliyetli kimselerin mal varlığının korunması
ve gerekli tedbirler alınarak onlara daha güvenli bir gelecek hazırlanması
açısından isabetli olduğu da söylenebilir. Çünkü çocuk ve akıl hastasının
haklarının istikbale mâtuf olarak korunması, kanunî temsilciler için hukukî
ve dinî bir sorumluluktur. Böyle bir kaygının söz konusu olmadığı durumlarda
kanunî temsilcilerinin zengin çocuklar ve ehliyetsizler adına kurban
kesmesi güzel bir davranış olur.

Dinen yolcu hükmünde olan kimse kurban kesmekle yükümlü değildir.
Ancak yolcu hükmünde bulunan kimsenin tek başına veya mukimlerle birlikte
kurban kesmesine bir engel de yoktur. Diğer mezheplere göre kurban
mükellefiyeti açısından yolcu olanla mukim olan arasında, kurban kesmenin
onlara göre sünnet olması sebebiyle, zaten bir farklılık yoktur. Hanefîler’in
yolcu için böyle bir ruhsattan söz etmeleri, ibadetlerde külfeti kaldırmaya ve
kurbandan gözetilen hikmetlerin gerçekleşmesine öncelik vermeleri sebebiyledir.
Şöyle ki; yolculuk halinde bulunan kimse gerek kurbanlık temin
etme ve kurbanı kesme, gerekse kesilen kurbanın etini değerlendirme ve
dağıtma açısından o bölge halkının (mukim kimseler) sahip olduğu bilgi ve
imkâna sahip değildir. Ayrıca yolculuk hali zengin olan yolcunun bile elindeki
parayı daha tedbirli harcamasını gerektirir. Böyle olunca kurban bayramı
süresince iş ve görev gereği yolda olan veya bulunduğu bölgede yolcu
konumunda olan kimselerin bu ruhsattan yararlanması mâkuldür. İsterlerse
kurban kesmeyebilirler. Bu kimselere kurban mükellefiyeti yüklemek maddî
yönden ziyade ibadetin ifası yönünden ağır bir külfet teşkil edebilir.

Ancak, klasik fıkıh kültüründe konu böyle ele alınmış olmakla birlikte,
günümüzde yolculuk imkân ve şartları büyük ölçüde değişmiştir. Bayram
tatilini fırsat bilerek yurt içi veya yurt dışı geziye çıkan, yazlığa giden, memleketine
ana-ata ocağına giden kimsenin durumu farklıdır. Bu durumdaki
kimselerin söz konusu ruhsattan yararlanma yerine ya önceden gerekli tedbirleri
alarak vekâleten kurbanını kestirmesi ya da bulunduğu yerde kurban
kesmesi daha isabetlidir. Çünkü kurbanın namaz, oruç gibi bireyin niyetiyle
ve iç dünyasıyla alâkalı yönü bulunduğu gibi onlara ilâveten toplumda sosyal
adaleti sağlayan ve üçüncü şahısların haklarını ilgilendiren yönü de mevcuttur.
Bu sebeple de, yolcunun namaz ve oruçta yolculuk ve meşakkat
içinde olma ruhsatından yararlanması daha bireysel bir karardır. Kurbanda
ise zikredilen hususların, bu ibadetin sosyal amaçlarının göz önünde bulundurması,
savunulabilir bir gerekçe, sıkıntı veya mazeret bulunmadığı sürece
kurban ibadetinin yerine getirilmesi gerekir.

Kurban kesme mükellefiyeti için dördüncü şart, malî imkânın bulunmasıdır.
Hanefî mezhebine göre, kurban kesmeyi vâcip kılan zenginliğin ölçüsü,
zekâtta ve fıtır sadakasında aranan zenginlik ölçüsüyle aynı olup kişinin
borçları ve aslî ihtiyaçları dışında 20 miskal (85 gr.) altına, ya da buna
denk bir paraya veya mala sahip olmasıdır. Bu miktar bir mala sahip olan
kimsenin kurban kesme imkânına sahip olduğu düşünülmüştür. Böyle olunca
ücretli, memur gibi sabit gelirli kimselerin, kendi bütçe imkânları içinde
sıkıntı çekmeden kurban ücretini ödeyip ödeyemeyeceğini göz önünde bulundurması
ve ona göre karar vermesi gerekir. Pratik bir çözüm olması itibariyle,
bu konuda Hanefîler’in yukarıda zikredilen ölçüsü esas alınabilir. Bu
takdirde, sabit gelirlilerin aslî ihtiyaç harcamalarını çıktıktan sonra yıllık
gelirinden artakalan miktar 85 gr. altın değerine ulaşıyorsa kurban kesmeleri
gerekir.

Zekât, sadaka-i fıtır ve kurban gibi malî yönü bulunan ödevlerle yükümlülük,
dinimizde belli bir asgari zenginlik ölçüsüne ulaşmış olmaya bağlanmıştır.
Dinen asgari zenginlik ölçüsü olarak belirlenen bu miktara nisâb
denir. Bu üç malî mükellefiyet için aranan asgari zenginlik ölçüsü kural
olarak aynıdır. Fakat, zekât verme yükümlülüğünün mükellefe fiilen yönelmesi
için, diğer ikisinden farklı olarak, öngörülen bu nisâbın üzerinden tam
bir yılın geçmiş olması
şart görülmüştür. Bu şart bir bakıma, ulaşılmış olan
bu asgari zenginlik seviyesinin ne kadar süreceği belli olmayan bir ihtiyaçsızlık
(istiğnâ) hali mi, yoksa oturmuş istikrar bulmuş bir zenginlik (gınâ)
hali mi olduğunun test edilmesi amacına yöneliktir. Fıtır sadakasının ramazan
orucuyla irtibatlandırılarak ramazan bayramına getirilmesi, kurban
kesmenin ise adını bu işten alan öteki dinî bayramla birleşmesi tesadüfî olmayıp
bu günlerin yeme, içme ve eğlenme günleri oluşuyla ilgilidir. Böyle
bayram günlerinde herkes yiyip içerken fakirlerin mahzun kalmamasını
sağlamak Müslümanlık gereği olmak bir yana, toplumsal bütünleşme ve
kaynaşmayı sağlamanın da hem etkili bir yolu hem de gereğidir. Böylesi bir
günde harcama yapmak için oturmuş zenginlik (nisâb-ı gınâ) aranmamış, o
an için var olan ihtiyaçsızlık durumu (nisâb-ı istiğnâ) yeterli görülmüştür.
Böyle kimse kurban kesmekle, fitre vermekle mükellef olup zekât ve fitre de
alamaz. Kişinin bu tür zenginliğinde kurban bayramı süresindeki durumu
ölçü alınır. Böyle bir malî imkâna sahip her müslümanın, akıllı ve bâliğ
(ergen)
olması kaydıyla kurban kesmesi gerekir. Bu durumdaki kadın ve yetişkin
çocuklar bizzat mükellef olmakla birlikte kocası veya babası bunlar adına
–hibe yoluyla– kurban keserse o da yeterli olur. Klasik fıkıh kitaplarında
kurban mükellefiyeti için sayılan “hür olma” şartı, o dönemde sosyal bir
vâkıa olarak mevcut bulunan kölelerin mülkiyet sahibi olamayışından kaynaklanır.
Diğer mezhepler kurban kesmeyi sünnet saydıklarından, kurban
mükellefiyeti için ayrıca bir zenginlik ölçüsü tesbit etmemişlerdir.

Uygun olan, kurban alma imkânı bulunmayan kimselerin, kurban kesmek
için kendini zorlamamasıdır. Hatta bazı Hanefî fakihlerine göre, böyle
kimselerin kendilerine vâcip olmayan ibadeti vâcip hale getirmesi, böylece
kesilen kurbanın adak kurbanı hükmünü alması bile ihtimal dahilindedir.
Fakir kimsenin aldığı kurbanlık hayvanın kaybolması
ve ikinci bir kurbanlık
alması, bu arada birincinin de bulunması halinde iki hayvanı da kesmesi
gerektiği hükmü bu ihtimale dayanır. Ancak bu hüküm hakiki mânasından
ziyade maddî imkânı olmadığı halde sosyal baskı sebebiyle veya ibadetin
ecrini kaçırmama gayesiyle kendini kurban kesmeye zorlayan kimseleri
uyarı, böyle bir mükellefiyetin bulunmadığına vurgu ve bunu örneklendirme
şeklinde anlaşılmalıdır. Zaten Hanefî mezhebinde fetvaya esas olan ağırlıklı
görüş, fakir kimsenin kestiği kurbanın, özel olarak onu adamadığı sürece,
adak kurbanı hükmünü almayacağı, zengin kimsenin kestiği kurbanla aynı
hükme tâbi olduğu, hatta kurbanın etini dağıtma mükellefiyetinin en aza
indiği yönündedir.

3. Kurbanlık Hayvan ve Kesimi
Kurban kesmekle mükellef olan kimsenin bu ibadeti geçerli olarak yerine
getirmiş sayılabilmesi için gerek kurbanlık hayvanla gerekse bu hayvanın
kesimiyle ilgili bazı
şartlar vardır. Bunlar kurbanın sıhhat şartlarıdır.

a) Şartlar

1. Dinen kurban olarak kesilmesi kabul edilmiş hayvan türleri şunlardır:
Koyun, keçi, sığır, manda ve deve. Dolayısıyla ancak bu hayvanlardan (veya
türdeşleri) kurban kesilebilir. Tavuk, kaz, ördek, deve kuşu, ceylan gibi
hayvanların kurban olarak kesilmesi geçerli değildir. Kurbanın geçerliliği
açısından bu hayvanların erkek veya dişi olması arasında fark yoktur. Ancak
koyunun erkeğinin, diğerlerinin ise dişisinin kesilmesi daha faziletli
görülmüştür.

Koyun ve keçi sadece bir kişi için; deve, sığır ve manda ise yedi kişiyi
aşmamak üzere ortaklaşa kurban olarak kesilebilir. Bu hüküm Hanefîler
dahil üç mezhebe göre olup Mâlikî mezhebinde parasına ve etine iştirakle
ortak kurban kesimi câiz görülmez.

2. Koyun ve keçi cinsinden hayvanlar bir yaşını doldurduktan sonra
kurban edilebilir. Hanefîler de dahil fakihlerin çoğunluğu, koyunun semizlik
ve gösteriş olarak bir yaşındakilerle aynı olması halinde altı ayını tamamladıktan
sonra da kurban olabileceği görüşündedir.
Sığır ve manda cinsinden hayvanlar iki yaşını, deve ise beş yaşını tamamladıktan
sonra kurban olarak kesilebilirler.

3. Kesilecek hayvanın kurban olmaya engel bir kusurunun bulunmaması
gerekir. Kurban edilecek hayvanın sağlıklı, düzgün, âzaları tamam, besili
olması hem ibadetin gaye ve mahiyetine hem de sağlık kurallarına uygun
düşer. Kötürüm derecesinde hasta, zayıf ve düşkün, bazı âzaları eksik meselâ
bir veya iki gözü kör, kulakları ve boynuzları kökünden kesilmiş, dili kesik,
dişlerinin tamamı veya çoğu dökülmüş, kuyruğu ve memesi kesik hayvanlar
kurban olmaz. Ancak hayvanın doğuştan boynuzsuz, şaşı, topal ve
deli, biraz hasta, bir kulağı delinmiş veya yırtılmış olmasında kurban açısından
bir sakınca yoktur. Koyunun daha semiz ve lezzetli olması maksadıyla
doğduğunda kuyruğunun kısmen veya tamamen kesilmesi kusur sayılmaz.
4. Kurbanın sahih olabilmesi için belirlenmiş vakit içinde kesilmesi gerekir.
Kurban, kurban bayramının ilk üç günü yani zilhicce ayının 10, 11 ve
12. günleri, bayram namazının kılınmasından, 3. günün akşamına kadarki
süre zarfında kesilebilir. Şâfiî mezhebine ve bazı
fakihlere göre bu süre, bayramın
4. günü akşamına kadardır. Bayram namazı kılınmayan yerlerde
sabah namazı vaktinden itibaren kesilebilir. Kurbanın bayramın 1. günü
kesilmesi daha faziletli görülmüş, kesimin gündüz yapılması tavsiye edilmiştir.
Geceleyin kurban kesmeyi câiz görmeyenler veya mekruh görenler, ay-
dınlatma imkânının yetersizliğinin yol açacağı muhtemel tehlike, hata ve
zorlukları göz önünde bulundurmuş olmalıdır. Bu sakıncalar yoksa, gece de
kurban kesilebilir.


5. Kurbanın ibadet niyetiyle kesilmesi şarttır. Kur’an’da, kesilen kurbanlık
hayvanların et ve kanlarının değil bu kesimi yapan müslümanın
niyet, takvâ ve bağlılığının Allah’a ulaşacağı bildirilmiştir (el-Hac 22/37).
Esasen kurbanı diğer hayvan kesimlerinden ayıran da budur. Niyette
aslolan kalbin niyetidir, dil ile açıkça söylenmesi gerekmez. Kurbanda niyetin
bu önemi sebebiyledir ki, Hanefî mezhebinde ortaklaşa kesilen kurbana
bütün ortakların ibadet niyeti ile katılmaları şarttır. Ortaklardan birinin sadece
et elde etme niyetiyle iştiraki diğerlerinin kurbanını geçersiz kılar. Şâfiî
ve Hanbelî mezheplerine göre ise böyle bir ortaklık, kurban ibadetine zarar
vermez. Bir kimse tek başına kesmek üzere aldığı büyük baş hayvana, sonradan
altı kişiye kadar ortak kabul edebilir.

Kurbanlık niyetiyle alınan hayvan kesilmeden önce ölürse, zengin kimsenin
tekrar kurbanlık satın alması gerekir, fakir için gerekmez. Kesimden
önce kurbanlık kaybolur, sahibi ikinci defa kurbanlık alır da sonra birinci
hayvan bulunursa, zengin de fakir de bunlardan sadece birini, tercihen daha
iyi olanını keser. Fakirin ikisini de kesmesi gerektiği görüşü fetvada tercih
edilmeyen zayıf bir görüş olup fakirin kesmesinin adak hükmünü alacağı
noktasından hareketle söylenmiştir.

Mükellefler yanlışlıkla birbirlerinin hayvanlarını kesseler, her kesilen
kurban, sahibinin kurbanı
olmak üzere sahih olur. Etler dağıtılmamışsa değişim
yaparlar, değilse helâlleşir ve bir fark da talep etmezler.

b) Kesim İşlemi

Diğer gayelerle yapılan kesimlerde olduğu gibi kurbanlık hayvanın kesiminde
de bazı kurallara uymak gerekir. Hayvan kesim yerine incitilmeden
götürülür, kesilecek zaman da kıbleye karşı ve sol tarafı üzerine yatırılır.
Elinden geldiği sürece her mükellefin kurbanını kendisinin kesmesi
menduptur, değilse bir başkasına vekâlet verip kestirir. Kurbanı kesecek
kimsenin müslüman olması tercihe şayandır. Yahudi ve hıristiyanlara da
kesim yaptırılabilir. Çünkü Ehl-i kitabın kestiği yenir.

Kurban sahibinin kesim esnasında orada hazır bulunması müstehaptır.
Hayvan yere yatırılırken Kur’an’dan “Yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah’a,
O’nun birliğine inanarak çevirdim. Ben müşriklerden değilim” (elEn‘
âm 6/79), “Benim namazım, ibadetim (kurbanım), hayatım ve ölümüm
hep âlemlerin rabbi olan Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana böyle
emrolundu ve ben Allah’a teslim olanların ilkiyim” (el-En‘âm 6/162-163)
meâllerindeki âyetleri okur. “Ey Allahım, dostun İbrâhim’den ve habibin
Muhammed’den kabul buyurduğun gibi benden de kabul buyur” şeklinde
veya benzer tarzda dua eder. Daha sonra da tekbir ve tehlîl getirir.

Kurbanı kesen kimse hayvana eziyet vermemeye dikkat etmeli, bıçağı
hayvana göstermemeli ve keskin bıçak kullanmalıdır. Sağ eliyle tuttuğu
bıçakla hayvanı keserken “Bismillâhi Allahü ekber” der. Kurbanı vekilin
kesmesi halinde kurban sahibi de besmeleye iştirak eder. Kurban kesen
kimse kesim esnasında Allah’ın adını anmayı
(besmele) kasten terkederse,
Hanefî mezhebine göre bu hayvanın eti yenilmez.

Kurban kesmenin rüknü, kurbanlık hayvanın kanını akıtmaktır. Sığır,
manda, koyun ve keçi cinsinden hayvanlar yatırılıp çenelerinin hemen al-
tından boğazlanmak suretiyle (zebh), deve ise ayakta sol ön ayağı bağlanarak
göğsünün hemen üzerinden (nahr) kesilir. Kesim işlemi boğazın iki
tarafındaki şah damarları, yem ve yemek borusu kesilerek yapılır ve hayvanın
kanının iyice akmasını
temin için bir süre beklenilir.

Hayvana acı vermemek için önce şoka sokmak (bayıltmak), sonra kesmek
câizdir; çünkü şoka giren hayvan ölmez, hayatı devam eder, ancak
kesilince kanı akar ve ölür.

4. Kurbanın Eti ve Diğer Parçaları
Hz. Peygamber’in hadislerinden hareket eden İslâm âlimleri, kurban sahibinin
kurbanın etinden yiyebileceği, bakmakla yükümlü bulunduğu kimselere
yedirebileceği, etinin bir kısmını da dağıtması gerektiği konusunda
görüş birliği içindedir. Ancak kurban etinin ne kadarının yenilip ne kadarının
dağıtılacağı konusunda farklı görüş ve ölçüler ileri sürülmüştür.

İslâm âlimlerinin çoğunluğu kurban etinin üç eşit parçaya bölünüp bir
parçasının kurban sahibi ve bakmakla yükümlü olduğu kimseler tarafından
tüketilmesini, ikinci parçanın zengin bile olsalar eş, dost ve akrabaya hediye
edilmesini, üçüncü parçanın ise kurban kesmeyen fakir kimselere dağıtılmasını
tavsiye ederler. Kişinin bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin kalabalık
olması veya ihtiyaçlarının bulunması
halinde kurban etinin kimseye
dağıtılmadan evde tüketilmesinde de bir sakınca görülmemiştir. Bu konuda
kesin bir sınır yoktur. Kurban sahibinin kurban etinden hem yemesi, ikram
etmesi hem de fakirlere dağıtması esastır. Bunun ölçü ve şeklini her mükellef
kendi konum ve imkânını, başkalarının durum ve imkânını ayrı ayrı
gözden geçirerek bizzat belirlemeli ve bu konuda ibadet anlayışıyla hareket
etmelidir.

Adak (nezir) olarak kesilen kurbanın etinden, adakta bulunan kimse ve
onun bakmakla yükümlü bulunduğu kimseler (babası, annesi, dede ve nineleri,
çocukları, torunları, hanımı) yiyemezler. Şayet yiyecek olurlarsa yediklerinin
bedelini fakirlere tasadduk etmeleri gerekir. Nafile (tatavvu) olarak
kesilen kurbanın etinden sahibi de, bakmakla yükümlü bulunduğu kimseler
de yiyebilir.

Kurban sırf Allah rızâsını kazanmak için kesildiğinden kurbanın etinin
ve diğer parçalarının satılması veya benzeri şekilde sahipleri için gelir getirici
işlemlere harcanması câiz değildir.

Kurbanın derisi, yünü, bağırsakları, kemikleri, iç yağı gibi eti dışında kalan
parçalarının da sahibine gelir temin etmek amacıyla para ile satılması
câiz değildir. Bunları kurban sahibi evde kullanabileceği gibi kullanılmak
üzere birine hediye de edebilir. Şayet satacak olursa parasını tasadduk etmesi
gerekir. Kurbanın bu parçalarının veya satımı halinde parasının hayır
işlerine sarfedilmesine, diğer bir anlatımla tasadduk etmenin dinen câiz olduğu
kişi ve yerlere verilmesine özen gösterilmelidir. Bu parçalar da kurban
ibadetinin devamı olarak görülmeli, aynı anlayış ve amaçla (Allah rızâsına
uygun şekilde ve uygun yere) sarfedilmeli veya tüketilmelidir. Şayet kurban
ücretle kestirilmişse, kesim ücreti kurbanın eti veya derisiyle veya bunların
parasıyla ödenmez.

Kurbanlık hayvanın kesim öncesinde sütünden ve yününden yararlanmak
da tasvip edilmemiştir. Şayet yararlanılmışsa bedeli sadaka olarak verilmelidir.
Kurbanlık koyun ve keçinin yünü, kesimden sonra kırkılıp evde
ihtiyaç için kullanılabilir, fakat satılıp paraya çevrilemez. Aksi halde
tasadduk edilmelidir.

Kurbanın etinin, kesimin yapıldığı bölgede dağıtılması teşvik edilirse de
daha fazla ihtiyaç sahiplerinin bulunması halinde başka yerleşim birimlerine
de gönderilebilir, nakledilebilir.

Kesim işlemi tamamlandıktan sonra çevre temizliğinin iyice yapılması,
hayvanın artan parçalarının toprağa derince gömülmesi, mümkün olduğu
ölçüde dışarıda hiçbir parçasının bırakılmaması gerekir. Bu husus, kurbanlık
hayvana ve kurban ibadetine karşı gösterilecek saygının bir gereği olduğu
gibi özellikle büyük şehirlerde ve kalabalık yerleşim birimlerinde sağlık kuralları
ve çevre temizliği açısından da son derece önemlidir. Kurban kesme
nin ve etini ihtiyaç sahiplerine dağıtmanın ecrini, çevre kirliliği meydana
getirerek ve kul haklarını ihlâl ederek azaltmamak gerekir.

5. Akîka Kurbanı
Çocuğun doğumunun ilk günlerinde Allah’a bir şükran nişanesi olarak
kesilen kurbana “akîka kurbanı” denilir.

Esasen akîka, Arapça’da yeni doğan çocuğun başındaki saçın adıdır.
Akîka kurbanı kesildiği gün çocuğun başı da tıraş edildiği için kurban bu adı
almıştır.

Akîka kurbanı Hanefîler’e göre mubah (bazı rivayetlerde mendup), diğer
üç fıkıh mezhebine göre sünnet, Zâhirîler’e göre vâciptir. Hz. Peygamber
torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için birer koçu akîka kurbanı olarak
kesmiş ve ümmetine de yeni doğan kız ve erkek çocukları için akîka kurbanı
kesmelerini tavsiye etmiştir. Resûl-i Ekrem’in bu tür uygulama ve tavsiyeleri
dinî bir gereklilik şeklinde değil de doğum, düğün gibi mutlu olayların
yakın çevreye duyurulması, sevincin onlarla paylaşılması ve neticede sosyal
yapının ve dayanışmanın sağlamlaştırılması yönünde tedbir ve örnekler
(sünnet, nafile ibadet) olarak algılanması daha doğru olur.

Akîka kurbanı, çocuğun doğduğu günden bulûğ çağına kadar kesilebilirse
de doğumun yedinci günü kesilmesi müstehaptır. Aynı günde çocuğa
isim verilmesi ve saçının kesilerek ağırlığınca altın veya gümüşün tasadduk
edilmesi de tavsiye edilmiştir.

Kurban olmaya elverişli her hayvan akîkaya da elverişlidir. Kesilen bu
kurbanın etinden kurban sahibi ve aile fertleri, yakın dostları yiyebileceği
gibi tasadduk da edilebilir.



 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol