""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Aile Hayatı

       Aile Hayatı


              I. İLKE ve AMAÇLAR
Kur’ân-ı Kerîm, erkek ve kadının bu dünyadaki yalnızlığının karşı cins
ile giderildiğini belirtmektedir: “Size onlar sayesinde veya onlarla huzur ve
sükûnete ermeniz için kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve
merhamet halketmesi O’nun kudretinin alâmetlerindendir. Bunda düşünen
bir topluluk için işaretler vardır” (er-Rûm 30/21). Fakat bu rahatlama ve sükûnet
bulmayı sadece cinsel ihtiyacın karşılanması ve zevk alma anlamında
değerlendirmek uygun değildir. Böyle bir yaklaşım, insanın ruhî ve mânevî
boyutlarının ihmal edilerek sadece bedenî ihtiyaçlarıyla tanıtılması anlamına
gelir. Evlenme ve aile hayatı eşlerin hem düzenli ve meşrû tarzda cinsel ihtiyaçlarını
karşılamasına hem de birbirlerine maddî ve mânevî destek olarak
hayat arkadaşlığı kurmasına vesile olduğundan çok yönlü yarar ve hikmetler
taşır. Âyette de bu farklı yönlere işaret vardır. Her iki yön ile irtibatı bulunan
üçüncü bir nokta ise, aile hayatını bütün canlıların tabiatlarında saklı
bulunan “neslini devam ettirme” güdüsünü en tabii ve mâkul biçimde karşılıyor
olmasıdır. İşte evlilik kurumunu ve aile hayatını, bu üç yönün meşrû
ve mâruf, yani dinin ve aklın yadırgamadığı ilkeler ve kurallar çerçevesinde
karşılanması şeklinde değerlendirmek gerekir. Meşrû bir evlilik içerisinde insan
bu üç ihtiyacını da karşılama imkânını elde eder. Evlenen taraflar, bu sayede
kendi hayatlarıyla ilgili olarak cinsel arzu ve ihtiyaçlarını ve mânevî huzur,
sükûn ile dayanışma ve paylaşım ihtiyacını karşıladıkları gibi, bütün canlıların
fıtrî özeliği olan nesli devam ettirme eğilimlerini de gerçekleştirmiş olurlar.
Bu sebeple de evlilik kurumu, kısaca değinilen bu üç yönlü arzu ve isteklerin
insanlık onuruna uygun tarzda ve meşrû bir şekilde tatmini amacına yönelik
olarak tarih boyunca değişik din, kültür ve medeniyetlerde -farklı
şekil ve kurallarla da olsa- tanınan ve toplumun çekirdeği olarak varlığını koruyan
bir kurum olmuştur.

İslâm dini evlilik kurumuna ilişkin düzenlemeler yaparken, öncelikle evliliğin
anılan bu üç yönünü dikkate almış ve bunun meşrû ve mâruf dairede
nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin belirlemeler getirmiştir. Zina yasağı ve bunun
suç telakki edilerek ağır cezalara çarptırılması, aynı
şekilde iffeti lekelemeye yönelik iftiranın aynı zamanda suç sayılıp buna da dünyevî ceza tertip
edilmesi bu yönde atılan adımların en köklüsüdür. Bu suretle gayri meşrû ve
nikâhsız beraberlikler çirkin görülmüş ve evlenme teşvik edilmiştir. Bundan
sonraki adım, evlenmeye ilişkin bazı sınırlama ve kayıtların getirilmesidir.
Bu arada evlenilmesi haram olan kadınlar (muharremât) Kur’an’da ayrıntılı
olarak sayılmış ve aile hayatına ilişkin bazı hükümler sevkedilmiştir. Bununla
birlikte Kur’an âyetlerinin aile hayatına ve aile içi ilişkilere yönelik
düzenlemeleri hukukî nitelikler de taşımakla birlikte daha çok dinî ve ahlâkî
boyuttadır.

Kur’an insanları evliliğe teşvik eder, evliliğin çeşitli fayda ve hikmetlerine
işaret eder (en-Nisâ 4/3, 24; en-Nahl 16/72; er-Rûm 30/21), evliliği kocanın
karısına verdiği “sağlam bir teminat” olarak nitelendirir (en-Nisâ
4/21), kadının kocası kocanın da karısı üzerinde birtakım haklarının bulunduğunu
bildirmekle birlikte (el-Bakara 2/228, 233; en-Nisâ 4/4, 20-21; et-Talâk
65/7) bu hakların ne olduğu konusunda ayrıntıya girmek yerine “mâruf”
ölçütünü getirir. Mâruf ilâhî beyan yanında, İslâm toplumunun anlayış, ihtiyaç
ve geleneği çerçevesinde oluşan, gerektiğinde değişen ve gelişen bir ölçüttür.
Evet, Kur’an prensip itibariyle erkeklere kadınlarla iyi geçinmeyi tavsiye
ederek (en-Nisâ 4/19), evlilik bağının korunmasında kocaya daha ağır
bir sorumluluk yükler (en-Nisâ 4/34). Taraflar arasında geçimsizlik olduğunda
da taraflara sabır ve hoşgörüyü öğütler (en-Nisâ 4/19, 34), topluma
da hakemler vasıtasıyla eşlerin arasını bulma görevi yükler (en-Nisâ 4/35).
Geçinme imkânı yoksa güzellikle ayrılmayı, karşılıklı olarak haklara saygı
göstermeyi ister (et-Talâk 65/1-2, 6-7).


Görüldüğü kadarıyla Kur’an, aile hayatını karşılıklı anlayış ve olgunlukla
yürütülecek insanî bir müessese saydığından aile fertlerinin hak ve görevlerini
net çizgilerle belirtmemiş, evliliğin hukukî çatısı ve sonuçları üzerinde
ayrıntıya girmemiş, her zaman olduğu gibi bu konuda da taraflarda temel
insanî ve ahlâkî erdemlerin oluşmasını, kişilerin Allah’tan çekinir, kuldan
utanır bir sorumluluk bilincine ulaşmasını aile hayatının sağlam kurulması
ve iyi işlemesi için vazgeçilmez bir ön şart olarak tanıtmıştır. Gerçekten de
insanî ve hukukî ilişkilerin sağlıklı bir çizgide seyredebilmesi ancak böyle
sağlam bir zeminde mümkün olabilir. Çünkü toplum ve hukuk düzeni tarafların
arasına alışveriş, ödünç, kiralama gibi borç ilişkilerinde pek giremediğine,
aksaklıklara ancak dışa aksettiğinde muttali olup müdahale edebildiğine
göre, evlilik gibi kendine has insanî yönleri, gizlilik ve mahremiyetleri
bulunan bir müesseseyi dıştan müdahale ile iyileştirme âdeta imkânsızdır ve
çoğu zaman da geç kalmış bir müdahale olduğundan sonuçsuz kalır.

Burada önemli olan, problemi doğduktan ve aleniyet kazandıktan sonra
çözmek değil, o problemin doğmasına fırsat vermemek veya ilk kademelerde
sıkıntıyı giderebilmektir. Bu da doğrudan doğruya tarafların şahsiyetleriyle,
insanî ve ahlâkî meziyetlerinin gelişmişliğiyle alâkalı bir meseledir. Bunun
için de Kur’an ve Sünnet’in aile hayatına ilişkin belirleme ve önerilerinde
yönü hukukî olaya değil taraflaradır, onların bu sorumluluğu üstlenebilecek
ve dengeli şekilde götürebilecek yeterli kıvama kavuşmasıdır. Bu gerçekleştikten
sonra hukukî kurallar, ilişkilerin şekil yönü fazla önem taşımayabilir.
Tarih boyunca İslâm toplumlarında aile hayatına ilişkin hukukî kurallar ve
toplumsal telakkiler ne yönde gelişirse gelişsin aile hayatının genelde sağlam
temeller üzerine kurulmuş ve sağlıklı bir işleyiş göstermiş olmasının temelinde
de bu yatar.

İslâm hukukçuları kadın-erkek ilişkisinin, fıtrî ve doğal ihtiyaç boyutlarını
Kur’an’da çerçevesi çizilen ve esasen bu ihtiyaçların temiz ve nezih bir
şekilde karşılanmasını hedefleyen ahlâk ilkelerine uygun olarak çeşitli hukukî
düzenlemeler yapmışlar, evlenme ve boşanmayı, aile fertlerinin karşılıklı
hak ve görevlerini, konunun toplumu ve hukuk düzenini ilgilendiren
yönlerini en ince ayrıntısına kadar belirlemeye çalışan bir hukuk doktrini geliştirmişlerdir.
Onların bu düzenlemeleri yaparken konuyla ilgili olarak
Kur’an ve Sünnet’te yer alan emir ve tavsiyelerin yanı sıra içinde yaşadıkları
toplumun örf, âdet ve telakkilerini de dikkate aldıkları kuşkusuzdur. Bu
itibarla klasik doktrinde aile hukukuna ve aile hayatına ilişkin bilgi ve görüşler
izlenirken bu noktanın göz önünde tutulması yararlı olur.


Son dönemlerde modern anlayış ve yaklaşımların da etkisiyle evlenme
akdinin şekil şartları, evlilikte mal rejimi, aile reisliği, boşama yetkisi gibi konular
tartışılmaya, bu konularda klasik fıkıh doktrinindeki görüşlerin veya
çağdaş telakki ve uygulamaların değişmez nihaî değer ve hedefler olup olmadığı
karşılıklı olarak öne sürülmeye başlanmıştır. Bu tür iddiaların bütün
yönleriyle ele alınıp tartışılması ve sonuca bağlanması bu ilmihalin amacını
ve hacmini aşar. Bununla birlikte, bu tür konuları soğukkanlı bir şekilde tar-
tışma imkânı bulunduğunu, bunların dinin dogmatik önermeleri olarak değil,
temel ilke ve amaçların belli zaman ve zemin şartları içinde gerçekleştirilmesini
en güzel bir şekilde sağlamaya yönelik düzenlemeler olduğunu düşünmek
mümkün ve belki daha doğrudur. Öte yandan çağdaş toplumların
uygulamalarını da tek değer ve ölçü almak insanlığın gelişim ve değişim
çizgisini görmezden gelmek, toplumsal realiteye takılıp kalmak, bilim ve dinin,
akıl ve düşüncenin bu konularda yapabileceği olumlu katkıyı peşinen
inkâr etmek anlamına gelir.

Bundan sonraki başlıklar altında, aile hayatına ilişkin olarak İslâm hukukunun
klasik doktrininde yer alan hükümler, kural ve öneriler ele alınacak
ve bu bağlamda tarihî sürece ve günümüz problemlerine temas edilecektir.
Hemen ifade edelim ki, İslâm hukukunun klasik doktrininde yer alan
bu bilgilerin bir kısmı konuyla ilgili bir âyet ve hadisin yorum ve uygulaması,
daha büyük bir diğer kısmı da müslüman toplumların tarihsel tecrübesi,
uzun bir zaman diliminde oluşan ve içinde bulunulan şartlarla sıkı bağlantısı
olan bilgi birikimi (ictihad) niteliğindedir. Bununla birlikte, aralarında
kaynak ve mahiyet farkı bulunsa ve bu farkın göz ardı edilmemesi her zaman
büyük bir önem taşısa bile her iki grup bilgi müslümanlar nezdinde
farklı sebeplerle de olsa daima önemini korumuştur.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol