""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Sanat,Spor ve Eglence

                Spor ve Eğlence

              a) Kavramsal Çerçeve

Çalışmanın yorgunluğunu ve hayatın tek düzeliğini unutturacak çözümler
aramak sosyal hayatın ihtiyaçlarındandır; oyun ve eğlence de bunun
yollarından biridir. Kolektif olduğu için, gerçekleşmesi çok sayıda oyuncu ve
seyirci gerektiren oyunu, bayramdan ve hatta sosyal hayat için oldukça
önemli olan âyin ve törenden ayırmak da zordur. Eskiden olduğu gibi şimdi
de bayram ve törenlere katılma kişinin resmî kıymet ve inançlara yakınlığının
da bir göstergesi sayılabilir.

İslâm açısından oyun ve eğlence meselesine bakıldığında en başta söylenecek
şey, oyun ve eğlencenin insanlık onur ve haysiyetini hiçe sayacak
içerikten uzak olmasının gerekliliğidir.

İnsanın eğlenme ve dinlenme ihtiyacının, temel inanç ve ibadet ilkelerine
aykırı olmayacak bir biçimde karşılanıp düzenlenmesi esastır. İnsan
Allah’a kulluk için yaratılmıştır, ama insan bu arada yiyip içmekte, evlenmekte
ve birtakım meslekler edinmektedir. Aslında bunlar, ibadet kapsamı
içerisinde değildir. Fakat bunlar olmazsa, ibadet nasıl ve nereye kadar yapılacaktır?
Bu bakımdan dinlenme ve eğlenmenin de, aslında ibadet olmayan
ancak ibadet edebilmek için gerekli olan, ibadete engel olmadığı gibi destekleyici
bir fonksiyon üstlenen işler arasında yer alması son derece doğal olup,
aksini yani İslâm’ın eğlenme ve dinlenmeyi hoş karşılamadığını ileri sürmek
ise hem insanı hem de dini iyi tanımamaktan ileri gelmektedir.


Dinlenen insan, çalışmaları için zihnen ve bedenen enerji yığmış olduğu
için, dinlenmenin ardından gelen çalışma daha verimli olacaktır. Sorun ha-
line getirilen husus, eğlenmenin bir dinlenme yolu olarak tercihinin İslâm
açısından hükmüdür. Her konuda olduğu gibi eğlenme konusunda da temel
ölçü, insanın dinlenme ve eğlenme ihtiyacının, temel inanç ve ahlâk ilkelerine
ters düşmeyecek bir biçimde karşılanmasıdır. Bu bakımdan dinlenme ve
eğlenmenin de, aslında çalışma/ibadet olmayan fakat çalışabilmek/ibadet
edebilmek için gerekli olan, buna engel olmadığı gibi destekleyici bir fonksiyon
üstlenen işler arasında yer alması son derece doğal karşılanmalıdır.
Daha çok çalışmaya yardımcı olsun diye, meşrû bir oyun ve eğlenceyle nefsini
rahatlatan kimse kınanamaz. Ameller niyetlere göredir.

Eğlenerek dinlenme ve bu kapsamda ele alınacak olan oyun mubah olduğuna
göre, önemli olan bu eğlenmenin ölçülerinin doğru tesbit edilmesi ve
bu ölçüler içinde kalınmasıdır.

Eğlenmede temel ölçü, İslâm’ın inanç ve ibadet ilkelerine aykırı olmamaktır.
Bunun yanında, İslâm’ın bir yasağının çiğnenmesine, bir buyruğunun
terkedilmesine yol açan bütün oyun ve eğlencelerin yasak olacağı açıktır.
Kumarın her türlüsü yasaklandığı için, içerisinde kumar bulunan her
türlü oyun haramdır. Bu temel ölçü yanında genel duruma, oynanan oyunun
zaman ve zeminine, tarafların özel konum ve durumlarına ve oyuneğlencenin
mahiyetine göre ek ölçü ve tavsiyeler söz konusu olabilir.

Hz. Peygamber’in “Kişinin eşiyle, ok ve yayıyla ve atıyla oynaması dışındaki
oyunlar boş ve faydasızdır” (Zeylaî, Nasbü’r-râye, IV, 273-274) ve
“Sizi Allah’ı anmaktan alıkoyan her şey meysirdir (kumardır)” (Zeylaî,
Nasbü’r-râye, IV, 275) şeklindeki sözlerinde, eğlenmenin ibadetleri ve aslî
görevleri terk ve ihmale yol açacak şekilde birinci plana alınmaması öngörülmekte
ve tercih edilecek oyun ve eğlence türünün gerektiğinde toplum
yararına kullanılabilecek, meselâ bedeni veya zihni güçlendirecek mahiyette
olması tavsiye edilmektedir.

İçerisinde kumar ve benzeri yasak hususlar bulunmayan oyunlar yukarıda
temas edilen ilke ve ölçüler dahilinde genelde mubah kabul edilir. Bununla
birlikte, çeşitli düşüncelerle hadiste izin verilen oyun nevileri hariç
diğer oyunları hoş karşılamayan bilginler de vardır. Meselâ Şâfiî, “Oyun
dindarların ve ağır başlı kimselerin sanatı değildir” gerekçesiyle yukarıdaki
hadiste işaret edilen üç oyun hariç, insanların oynadıkları diğer bütün oyunların
mekruh olduğunu söylemiş, fakat bu oyunlardan herhangi biriyle, onu
helâl sayarak oynayan kişinin şahitliğinin kabul edileceğini, oyun sebebiyle
namazlardan gafil olan ve bu gafleti namazları kaçıracak derecede artan
kişilerin şahitliklerinin ise, oyun oynama değil, namaz vakitlerini hafife
alma gerekçesiyle reddedileceğini belirtmiştir. Şâfiî, kişinin ailesiyle oynamasının,
at koşturmasının ve eğitmesinin, atıcılık öğrenmesinin ve atış
yapmasının oyun sayılmadığını ve yasaklanmadığını ifade etmiş, ancak
bunlarda da aşırıya kaçılmaması gerektiğine işaret etmiştir (Şâfiî, el-Üm, VI,
224-225).

Öteden beri, çeşitli spor yarışmalarının izlenmesi, eğlenme ve dinlenme
yolları arasında değerlendirilmektedir. Genel ölçülere uymak şartıyla bunların
gerek amatörce gerekse profesyonelce icrasında ve seyredilmesinde bir
sakınca olmasa gerektir. Hatta, günümüzde spor yarışmalarının, ülkelerin
tanıtımında bir vasıta haline geldiği ve özellikle millî müsabakaların ülkede
birlik ve bütünlüğü sağlamadaki katkıları düşünülürse, bunların özendirilmesi
gerektiği söylenebilir.

b) Peygamberimiz’in Teşvik Ettiği Bazı Sportif Faaliyetler

Burada örnek kabilinden atletizm, güreş, okçuluk, yüzme gibi bazı spor
dallarına işaret edebiliriz.

Atletizm (koşu): Günümüzde en yaygın uygulama imkânı olan spor
dallarından biridir. Koşu yarışmaları, bu sporu yapanların sağlığı açısından
yararlı olduğu gibi, bunu izleyenler açısından da heyacan verici, dinlendirici
ve hoş vakit geçirici özelliktedir. Hz. Peygamber’in, eşi Hz. Âişe ile zaman
zaman koşu yarışı yaptığı, bu şekildeki yarışları teşvik ettiği ve sahâbenin
de bu tür yarışmalar yaptığı kaynaklarda zikredilmektedir (Ebû Dâvûd,
“Cihâd”, 68).

Güreş: Hz. Peygamber’in, kuvveti ile tanınan Rükâne adındaki birisiyle
güreştiği ve onu yendiği rivayet edilmiştir (İbn Hişâm, Siyer, I, 390-391).
Tam anlamıyla ata sporu olarak adlandırılmaya lâyık olan güreş, hem amatör
hem profesyonel olarak teşvik edilmesi gereken bir spor dalıdır.

Okçuluk: Okçuluk ve atıcılık sporuna gelince Hz. Peygamber, “Onlara
karşı elinizden geldiğince kuvvet hazırlayın” (el-Enfâl 8/60) âyetindeki kuvveti,
ok atma (remy) olarak açıklamıştır. Bunun yanında, Hz. Peygamber’in
ok atmayı, öğrenmeyi ve uygulamayı teşvik ettiğine dair birçok rivayet vardır
(Buhârî, “Cihâd”, 78; Müslim, “İmâre”, 169). Ancak, Hz. Peygamber, tâlim
ve uygulama yaparken hedef tahtası olarak canlı hayvanların kullanılmasını
yasaklamıştır (Buhârî, “Zebâih”, 25).


Binicilik de Hz. Peygamber’in devamlı teşvik ettiği, kazananlara zaman
zaman maddî ödül verdiği, çoğu kere bizzat iştirak ettiği sportif faaliyetlerdendir
(Nesâî, “Hayl”, 16; Tirmizî, “Cihâd”, 22). Çocukluğunda yüzmeyi
de öğrenen Resûl-i Ekrem atıcılık, binicilik ve koşunun yanı sıra yüzmenin
de öğrenilmesi ve öğretilmesini teşvik etmiş, hatta bir babanın evlâdına
karşı vazifelerinden söz ederken onları helâl rızıkla besleme, yazıyı
öğretme yanında atıcılık ve yüzme öğretmeyi de zikretmiştir. Bu teşvikler
sonucudur ki sahâbîler arasında bu tür faaliyetlerin oldukça yaygın olduğu,
Hz. Ömer’in de gerek hutbelerinde Medine halkına, gerek mektup ve tâlimatlarında
diğer bölge halklarına ve ordu kumandanlarına atıcılık, binicilik,
yüzme, koşu gibi eğitici ve yetiştirici sportif faaliyetlere önem verilmesini,
bunların çocuklara öğretilmesini istediği rivayet edilir (Serahsî, Siyerü’l-kebîr,
I, 112-113). Hz. Peygamber’in hadislerini toplayan kitapların “cihâd”
bölümlerinde veya bu konuya ayrılmış müstakil bölümlerinde bir hayli örnek
bulmak mümkündür. Ancak denilebilir ki, Resûlullah tarafından öncelikle
teşvik gören söz konusu sportif faaliyetlerin eğlendirme yönünün yanı
sıra bedeni geliştirici, hayata ve askerliğe hazırlayıcı yönlerinin de olduğu
gözden uzak tutulmamalıdır. Savunma gücüne, maddî ve mânevî olarak
yetişkin ve sağlıklı iman unsuruna ihtiyaç, hem oyun ve eğlence hem de
eğitim ve sosyal fayda yönlerini bünyesinde toplayan sportif faaliyetlere
öncelik verilmesini gerekli kılmıştır.

Öte yandan Hz. Peygamber, hayvanlara gereksiz eziyet vermeyi ve insanî
duyguları körletmesi sebebiyle hayvan dövüştürmek suretiyle eğlenmeyi yasaklamıştır.
Bugün, değişiklik olsun diye ihdas edilen ve insanları çeşitli derecelerde
eziyetlere mâruz bırakan pankreas güreşi ve boks gibi spor dallarının
görünüm itibariyle horoz dövüştürmekten pek fazla farkı yoktur. Bu bakımdan
bu tür spor dallarının dinen hoş kaşılanmayacağı söylenebilir.

Bu sayılan sportif faaliyet, yarış ve eğlence örnekleri, şüphesiz ki o dönem
toplumun kültür ve imkânlarıyla yakından ilgilidir. Bununla birlikte bu
örneklerden İslâm’ın, temel ilke ve amaçları korunduğu, haramların işlenmesine,
görevlerin ihmaline ve hakların ihlâline yol açmadığı sürece spor ve
eğlenceyi câiz gördüğü, hatta teşvik ettiği söylenebilir. Günümüzde spor ve
meşrû eğlencenin, zararsız hobilerin kişileri kötü çevre ve alışkanlıklardan
koruduğu, ruhî ve bedenî sağlığın gelişmesine ve korunmasına yardımcı
olduğu düşünülürse konu daha da bir önem kazanır. İslâm’ın mûsiki ve
semâ, sanat, resim ve şiir konusunda da kökten yasaklayıcı bir tutum izlemeyip
belli ilke ve amaçları esas alarak hüküm ve bazı kayıtlar koyduğu
gözden uzak tutulmamalıdır. Bu itibarla, İslâm’ın spor ve eğlenceyi aslen
mubah görmesi ne kadar tabii ise, zinaya yol açan, cinsel tahriki arttıran,
kadını aslî ve meşrû konumundan ve örtüsünden çıkararak kadınlığını ilgi
odağı haline getiren, kumara, lüks ve israfa, başkalarının haklarının zayi
olmasına sebep olan spor ve eğlence nevilerini ve tarzlarını câiz görmemesi
de o kadar tabiidir. Çünkü İslâm’da haram kadar haramın işlenmesine, dinin
ilke ve hükümlerinin ihlâline götüren yollar da yasaklanmıştır. Öte yandan
İslâm, yasakladığı her fiilin yerini tutacak meşrû bir alternatifini sunmuş,
insanlığı yasaklar arasında sıkıştırıp çaresiz bırakmamıştır. İslâm’da helâl ve
meşrû oluşun asıl kabul edilip, ancak gerek görüldüğünde yasaklama yönüne
gidilmesi de bu anlayışın sonucudur.

C) Oyun-Eğlence

a) Düğün

Yöre ve milletlere göre farklılık gösterse bile, evlenen çiftler için eğlence
ağırlıklı bir tören yapılmasının tarihi çok eskidir. Ülkemizde bu merasim
düğün olarak isimlendirilmektedir. Düğün yapılmış olan bir evlenme akdinin
akraba ve komşulara duyurulması, evlenen tarafların ve akrabalarının sevinç
gösterisi ve bu sevincin eğlenceye dönüşerek komşu, dost ve arkadaşlarla
paylaşılması için yapılır.

Nikâh akdi hukukun alanına girerken, düğün hukukun değil geleneğin,
örf-âdetin ve teâmüllerin, kısaca sosyal ilişkileri düzenleyen kurallar alanında
yer alır ve genel olarak içeriği gelenek tarafından oluşturulur, düzenlenir.
Bu bakımdan temel ilkelere riayet şartıyla bir düğün töreninin nasıl
olacağını din veya hukuk kuralları değil, gelenek belirler.

Evlenmenin duyurulması ve kutlanması yönünde Hz. Peygamber’in bazı
tavsiyeleri olmuştur. Bunlardan biri evlenmenin def ile ilân edilmesi, bir
diğeri de ziyafet verilmesidir. Bu tavsiyeler, evlenen çiftler ve yakınları için
böylesine önemli bir olayın kutlanmasının ve duyulan sevincin paylaşılmasının
tabii bir durum olduğunu göstermesi yanında, bir de özellikle ilân boyutu,
durumun eşe dosta duyurulması ve çiftlerin beraberliğinin meşrû bir
beraberlik olduğunu ilân etme gibi bir fonksiyon da üslenir.

Hz. Peygamber’in düğünlerde eğlenceye izin verdiğine, hatta kendisinin
böyle düğünlere katıldığına dair rivayetler bulunmaktadır. Bir yakınını düğün
yapmadan evlendirmek isteyen Âişe’ye Peygamberimiz, ensarın eğlenceden
hoşlandığını hatırlatarak düğün yapmasının daha iyi olacağını söylemiş,
bir rivayete göre de güzel şarkı söyleyen Erneb adlı bir kadını
şarkı söylemek üzere göndermesini de tavsiye etmiştir. Daha sonraki dönemlerde
âlimlerin eğlenceye sıcak bakmayan görüşleri ve eğlence karşısında yasaklayıcı
tutum takınmaları, büyük ölçüde içinde yaşadıkları dönemlerde görülen
aşırılıkların ve sapmaların etkileriyle açıklanabilir.

Eski Türkler’de şölen ya da toy adı verilen eğlenceli ve ziyafetli düğün
törenleri yapıldığı görülmektedir. Anadolu’da öteden beri yaygın olarak davullu-
zurnalı düğünler yapılmaktadır. Davul neredeyse düğünün ayrılmaz
bir parçası olmuştur. Düğünün ilân edilmesi çoğu yörelerimizde evin damına
dualar eşliğinde bayrak dikilerek ve davul çalınarak yapılmaktadır. Bayrak
kaldırma töreni, bayrak ve duanın buluştuğu hoş törenlerden biridir.

Son zamanlarda ülkemizde, davul çalarak düğün yapmayı
İslâm ilkelerine
aykırı bulan bazı çevreler, olayın sevinç ve eğlence boyutunu ihmal
ederek düğünü nutuklu, vaazlı geçen oldukça sıkıcı bir törene dönüştürmüşlerdir.
Bu yaklaşım, dinî anlamda olmasa bile geleneksel anlamda bir
bid’at görünümündedir. Düğün gülüp eğlenmek, hoşça vakit geçirmektir.
Atasözünde ne güzel söylenmiş: “Düğüne giden oynamaya, ölüye giden
ağlamaya”. Geleneğe bütünüyle karşı çıkmak yerine, varsa mevcut aşırılık
ve sapmaları düzeltmeye çalışmak daha doğrudur.

b) Tavla

Günümüzde daha çok hoşça vakit geçirmek için oynanan tavlanın dinî
hükmü konusunda değişik görüşler belirtilmiştir. Âlimler genelde, bazı hadislerde
geçen “nerd”, “nerdeşîr” ve “kiâb” kelimelerini tavla olarak anlayıp
açıklamışlardır.

Nerd ile ilgili olarak Hz. Peygamber’den nakledilen belli başlı hadisler
şunlardır: “Nerdeşîr ile oynayan, elini domuz etine ve kanına batırmış gibidir”
(Müslim, “Şi‘r”, 10; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 56); “Nerd ile oynayan kişi, Allah’a
ve Resulü’ne isyan etmiştir” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 56; İbn Mâce, “Edeb”,
43; el-Muvatta’, “Rü’yâ”, 6); “Zar (kiâb) ile oynayan kişi Allah’a ve Resulü’ne
isyan etmiştir” (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VIII, 94); “Nerd ile oynayıp, sonra namaz
kılmaya kalkan kişi, irin ve domuz kanı ile abdest almış ve namaz kılmış
gibidir” (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VIII, 94). Özellikle son iki hadisin sened bakımından
zayıflığı üzerinde durulmuştur.

Bilginlerin çoğunluğu yukarıda başlıcaları anılan hadislerden ve sahâbî
uygulamalarından hareketle nerdin haram olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak,
Ebû İshak el-Mervezî gibi kimi âlimler ise, nerdin haram değil mekruh
olduğunu söylemişlerdir. Zar ile oynamak ise çoğunluk sahâbe tarafından
mekruh görülmüştür. İbn Mugaffel ve İbnü’l-Müseyyeb ise kumara vesile
yapılmamak kaydıyla zar ile oynamaya izin vermişlerdir.

Hanefî âlimler, genelde nerd ile satrancı aynı hükümde tutmuşlar ve
kumar veya hiç değilse faydasız oyun olduklarını öne sürerek, nerd ve satranç
oynamanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Hanefî fakihlerden
Kâsânî, bu konuda sert bir tutum sergileyenler arasında yer alır. Ona göre
eğer nerd ve satranç kumar ise, “Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar
(putlar) ve şans okları birer şeytan işi pisliktir” (el-Mâide 5/90) âyetinden ve
“Sizi Allah’ı anmaktan alıkoyan her şey meysirdir” (Zeylaî, Nasbü’r-râye, IV,
275) hadisinden hareketle haram olmalıdır. Şayet, nerd ve satranç kumar
değil de oyun ise bu takdirde, “Her oyun haramdır. Ancak, kişinin eşiyle, ok
ve yayıyla ve atıyla oynaması hariç” (Zeylaî, Nasbü’r-râye, IV, 273-274)
hadisinden hareketle yine haram olmalıdır (Kâsânî, Bedâ’i‘, V, 127).

Nerd ve satrancın hükmü ile ilgili olarak bazı Hanefî kaynaklarda ha-
ram, genelde ise mekruh şeklinde bir nitelendirme yer almaktadır. Bu kaynaklardaki
mekruh ifadesinin haram anlamında kullanıldığı düşünülebilirse
de, Hanefîler’in nerd ve satrancı kumar veya oyun olma gerekçesiyle haram
saymaları pek yerinde görülemez. Zira Hz. Peygamber’in oyunla ilgili yasağı
bu kadar genelleştirildiğinde, günümüzde mubah olduğunda kuşku duyulmayan
birçok oyunun da aynı gerekçeyle haram sayılması gerekecektir.
Diğer taraftan nerd ve satrancın, kumar olma ihtimalinden hareketle haram
sayılması da pek isabetli değildir. Çünkü kumarın ölçüleri ve sınırları bellidir.
“Kumara vesile kılınma ihtimali vardır” diye haram sayılacak olursa, bu
ihtimalden hareketle daha birçok oyunun haram kılınması gerekecektir. Bu
itibarla, çoğunluk Hanefî kaynaklarda ifade edildiği şekilde, tavla ve satrancın
kumara vesile kılınmamak şartıyla haram olmadığı, ancak zamanı boşa
geçirme gibi noktalardan hareketle mekruh olduğu söylenebilir.

İmam Mâlik, “Haktan sonra geriye sadece dalâlet kalır” (Yûnus 10/32)
âyetinden hareketle, satranç ve nerd ile oynamanın bir dalâlet olduğunu
söylemiştir. Ancak birçok Mâlikî bilgin, âyetin baş tarafında “İşte sizin rabbiniz
olan Allah haktır” denildiğini, dolayısıyla “Burada davranışlar ve işler
değil iman ve küfür söz konusu edilmektedir” diyerek Mâlik’in bu gerekçelendirmesine
karşı çıkmışlardır. Mâlikî fakih İbnü’l-Arabî de bu meseleyi şu
şekilde ortaya koymuştur: “Allah, bazı şeyleri mubah, bazılarını haram kılmıştır.
Haram dalâlet, mubah ise haktır. Satranç mubah ise dalâlet olması
söz konusu değildir. Çünkü, Allah’ın mubah bıraktığı bir şeyi mubah sayan
kimseye dalâlete düşmüş denilemez. Eğer satranç mubah değilse, bu konuda
bir delile ihtiyaç duyulur ve ancak haram olduğunu gösteren bir delil
bulunduğu takdirde âyetin içerdiği dalâlet kapsamına sokulabilir.” Daha
sonra İbnü’l-Arabî, Hz. Peygamber’in “Nerdeşîr ile oynayan kişi elini domuzun
etine ve kanına daldırmış gibidir” hadisinin, satrancı da yasakladığını
belirtmiş ve gerekçe olarak her ikisinin de Allah’ı zikretmekten alıkoyduğunu
göstermiştir (Ahkâmü’l-Kur’ân, III, 1052-1053).

Şâfiî, oyun oynamaya düşkün kişilerin şahitliklerinden bahsederken hakkında
daha fazla ve şiddetli tenkit içeren haberler bulunduğu gerekçesiyle
mekruh olduğunu ve diğer oyun türlerinden biraz daha fazla çirkin görüldüğünü
ifade etmektedir. Şâfiî devamla satranç oynamaya sıcak bakmadıklarını,
fakat bunun nerdden daha hafif olduğunu ifade ettikten sonra, “Oyun dindar
ve ağır başlı kimselerin sanatı değildir” diyerek insanların oynadıkları bütün
oyunların mekruh olduğunu söylemiştir (el-Üm, VI, 224-225).

Şâfiî, bu oyunlardan herhangi biriyle, onu helâl görerek oynayan kişinin
şahitliğinin reddolunmayacağını, fakat oyun sebebiyle namazlardan gafil olunması,
bu gafletin namazları kaçıracak derecede artması durumunda, tıpkı
unutma veya baygınlık gibi bir durum olmadığı halde boş oturup namaza devam
etmeyen kişinin şahitliğinin reddedildiği gibi, namaz vakitlerini hafife
aldığı gerekçesiyle bu kişinin şahitliğinin de reddedileceğini ileri sürmüştür.

Bu bilgiler ışığında tavla konusunda şöyle bir değerlendirme yapmak
mümkündür. Nerdin ne tür bir oyun olduğu, nerdeşîr adlandırmasının anlam
ve kaynağı konusunda farklı açıklamalar vardır. Bir açıklamaya göre nerdeşîr,
kendisiyle oynanan taşları bulunan kısa tahtadır. Kimi âlimler nerdin,
insanı çalışıp kazanmayı bırakacak şekilde yıldızlardan medet umma noktasına
getirdiği ve oyunun konuluş esprisinin davranışları yönlendirme olduğu
gerekçesiyle haram kılındığını ileri sürmüşlerdir. Fakat nerd için getirilen
açıklamaların hiçbirisi günümüzde tavla olarak adlandırılan oyunu içerecek
mahiyette ve açıklıkta değildir. Ancak, Şevkânî’nin nerd ve nerdeşîrin anlamı
ile ilgili olarak naklettiği açıklamalar göz önünde tutulduğunda, nerd ve
nerdeşîrin günümüzde tavla adıyla bilinen oyundan biraz daha değişik bir
oyun olduğu sonucu da çıkabilmektedir. Bu itibarla hadislerde geçen nerd ve
nerdeşîr kelimelerinin günümüzdeki tavla oyununu kesin olarak anlattığını
söylemek pek doğru olmayabilir. Sonuç itibariyle, kumara bulaştırılmadığı,
gerek Allah’a gerek aile ve topluma karşı görevler aksatılmadığı, o sırada
daha önemli ve gerekli bir şey ihmal edilmediği sürece tavla oynanmasında
dinen bir sakınca olmadığını söylemek mümkündür.


c) Satranç

Satranç oyununun daha ziyade sahâbe döneminde ortaya çıktığı söylenmektedir.
Bu konuda sahâbeden değişik görüşler nakledilmektedir. Meselâ Hz.
Ali, “Satranç, Acemler’in meysiridir” demiştir (Şevkânî, Neylü’l-evtâr, VIII, 95).

Yukarıda belirtildiği gibi, Hanefî kaynaklarda satranç ile tavla genellikle
birlikte değerlendirilmiş ve aynı hükme tâbi tutulmuştur. Hoş karşılamadığını
hissetirmek suretiyle oynanmasına engel olmak düşüncesiyle, Ebû Yûsuf
ve Muhammed, satranç oynayanlara selâm verilmesini doğru bulmamış,
Ebû Hanîfe ise selâm vermek suretiyle onları bir müddet için de olsa oyundan
alıkoymak düşüncesiyle, onlara selâm vermede bir sakınca olmadığını
ileri sürmüştür.

Buna karşılık Şâfiî, kavramayı keskinleştirmesi, muhakemeyi güçlendirmesi,
savaş taktiklerine ve hilelerine alıştırması itibariyle eğitici olduğunu
ve bu yönüyle atıcılık ve biniciliğe benzediğini ileri sürerek satranç oynamaya
ruhsat vermiştir. Şâfiî fakih Nevevî, satrancın haram değil mekruh
olduğunu ifade etmiştir. İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel, satrancın haram
olduğunu söylemişlerdir. Mâlik ayrıca, satrancın nerdden daha kötü ve daha
oyalayıcı olduğunu ileri sürmüştür.

d) Kumar

İslâm, birçok oyun ve eğlence çeşidini helâl, bunun yanında kumar bulaşığı
olan her türlü oyunu da haram kılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Ey iman
edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar) ve şans okları birer şeytan işi
pisliktir. Onlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, şarap ve kumar
yolu ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan ve
namazdan alıkoymak istiyor. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (el-
Mâide 5/90-91) buyurulmaktadır. Âyette geçen “meysir” sözcüğü çoğunlukla
kumar olarak açıklanmış ve şarapla birlikte zikredilmesinden hareketle
kumar, şarabın kardeşi, arkadaşı olarak isimlendirilmiştir. İbn Ömer ve bir
grup tâbiîn âlimi, âyette geçen meysir lafzının içeriğini oldukça geniş
tutarak,
çocukların oynadığı ceviz oyununun bile kumar olduğunu söylemişlerdir.
İbnü’l-Arabî’nin “Meysir, yapılması
şu anda zaten mümkün olmayan haram
bir iştir ve açıklanmasında fayda da yoktur. Adının ve şeklinin hâfızalardan
ve satırlardan silinmesi daha uygundur” şeklindeki açıklamasından anlaşıldığına
göre, İbnü’l-Arabî, âyette sözü edilen meysiri, ilk dönemlerde mevcut
olan fakat sonra gitgide yok olan bir kumar çeşidi olarak anlamıştır.

Meysirin niçin günah olduğu ve yasaklandığı konusunda iki görüş zikredilmektedir.
İbn Abbas’tan rivayet edilen birinci görüşe göre, meysir Allah’ı
zikretmekten ve namazdan alıkoyduğu ve insanlar arasında düşmanlık
doğurduğu için günah sayılmış ve yasaklanmıştır. Süddî’den nakledilen
diğer görüşe göre, zulüm ve haksızlığa sebebiyet verdiği için günah sayılmıştır.
Anlaşılan o ki, İslâm bilginleri meysiri hem kumarı hem de kumar
sayılmayan bazı basit oyunları içine alacak derecede kapsamlı yorumlamışlardır.
Kumar sayılmayan bazı oyun ve oyalanmaların kumar mesabesinde
tutulması da herhalde içki konusunda olduğu gibi, toplumda hızla yayılma
ve genç kuşakları etkisi altına alma temayülü gösteren kumarın önlenebilmesi
için, esasen meşrû olmakla birlikte ileride kumara dönüşebilecek şekil
ve usullerin de peşinen yasaklanması gayreti ile açıklanabilir.

Gerek Kur’an ve gerekse hadislerde kumar ilke olarak yasaklanmış, nelerin
kumar olduğu tek tek sayılmayarak kumar yasağı belli birkaç örnek
üzerinde gösterilmiştir. Tabiatıyla, kumarın yalnızca zikredilen çeşitlerinin
yasak olduğu sonucu çıkarılamaz. İslâm kumarı yasaklarken, bunların belli
nevilerini değil, götürdüğü sonucu hedef almıştır. Bu itibarla, müslümanların
Kur’an ve Sünnet’te ilke olarak geçen “kumar yasağını” her devir ve dönemde
kendi şart ve toplumlarına göre yeniden ele almaları ve yorumlamaları
gerekir. Bunun için de hem dinî nasların, emir ve yasakların ortam ve
gayesinin iyi bilinmesi, hem de içinde yaşanılan toplumda salgın bir hastalık
halini alan kötü alışkanlıkların ve yol açtığı olumsuz sonuçların devamlı izlenmesi
gerekir.

Kumar yasağından çıkarılması gereken mesajlardan bazıları
şu şekilde ifade edilebilir: Öncelikle, müslümanın elbette eğlenmeye ve hoşça vakit
geçirmeye ihtiyacı vardır. İnsan melek değildir. Ancak, eğlenirken meşruiyet çizgisini aşmamak
ve kumara bulaşmamak esastır.

Diğer taraftan, müslümanın kazancı şansa ve tesadüfe bağlı olmayıp,
çabasının ve alın terinin ürünü olmalıdır. Nitekim bir âyette, “İnsanın yararına
olan, yalnızca kendi öz gayretinin sonucudur” (en-Necm 53/39) buyurulmaktadır.


Daha da önemlisi, başkalarının mallarını meşrû olmayan yollarla almak
ve yemek haramdır. Âyette “Mallarınızı aranızda bâtıl (boş ve haksız) yollarla
yemeyin, ancak karşılıklı rızâya, gönül hoşluğuna dayalı bir ticaret
sonucunda yiyin” (en-Nisâ 4/29) buyurulmaktadır. Meşrû yollarla yapılmadıktan
sonra, kumarda olduğu gibi, tarafların görünen rızâları, kumarla elde
edilen malı helâl hale getirmez. Aslında kaybeden taraf verdiğine razı görünse
bile, içinden razı olması pek mümkün değildir. Öte yandan kumar,
diğer birçok eğlence ve aldatmaca çeşidi gibi, iktisadî gelişimini tamamlayamamış
ülkelerde işsizliğin, fakirliğin, sınıflar arası dengesizliğin büyük çapta
olduğu toplum ve kesimlerde âdeta bir umut sömürüsü olarak salgın bir
hastalık halini almakta, her defasında hem büyük bir kesim mağdur olmakta
hem de haketmeden, emek vermeden ve alın teri dökmeden zengin
olan birkaç problemli kişi daha topluma eklenmektedir.

Sonuç olarak kumarın taraflar arasında kin, nefret ve düşmanlığa yol
açması kaçınılmazdır. Bunlar yanında, kumarın sebep olacağı toplumsal
yaralar, doğuracağı facialar gün gibi açıktadır. Bütün bunları gören, bilen ve
üzerinde fikir yorabilen kişilere, Kur’an’ın ifadesiyle şöyle sormak gerekir:
“Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?”

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol