Dinlerin Tasnifi
V. DİNLERİN TASNİFİDinlerle ilgili ilmî araştırmalara paralel olarak dinler değişik açılardan çeşitli
kıstaslara göre tasnife tâbi tutulmuş ve ele alınan kıstaslara göre farklı
tasnif şemaları ortaya çıkmıştır.
Batıda din tasnifleri genelde Tanrı kavramı, sosyoloji-tarih ve coğrafyatarih
açılarından olmak üzere üç kavrama dayalı olarak yapılmaktadır.
Tanrı kavramı ele alınarak yapılan tasnif şu şekildedir:
1. Tek tanrılı dinler (ilâhî dinler). 2. Düalist (iki tanrılı) dinler (Mecûsîlik).
3. Çok tanrılı dinler (Eski Yunan, Roma ve Mısır dinleri gibi). 4. Tanrı konusunda
açık ve net olmayanlar (Budizm, Şintoizm gibi).
Sosyolojik-tarihî açıdan yapılan din tasniflerinden birisi şu şekildedir:
1. Kurucusu olan dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm, Budizm gibi). 2.
Geleneksel dinler (kimin tebliğ ettiği belli olmayan dinler, ilkel dinler, Eski Yunan,
Eski Mısır dini gibi).
Bir diğer tasnif ise şöyledir: 1. İlkel dinler. Bundan maksat, bazılarının
dinî gelişmenin ilk basamağı olarak düşündükleri animizm, natürizm, totemizm,
fetişizm gibi aslında sadece bir kült olarak dikkate alınabilecek nazariyeler
değil, ilkel kabile dinleridir (Nuer, Dinka, Ga dinleri gibi). 2. Millî dinler.
Genellikle bir kurucusundan söz edilmeyen, sadece bir millete ait olan
geleneksel yapıdaki dinlerdir (Eski Yunan, Mısır, Roma dinleri gibi). 3. Dünya
dinleri. Hıristiyanlık ve İslâm gibi.
Coğrafî-tarihî açıdan ise dinler; Ortadoğu veya Sâmi grubu (Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslâm), Hint grubu (Hinduizm, Budizm, Jainizm), Çin-Japon
grubu (Konfüçyüsçülük, Taoizm, Şintoizm), Afrika grubu şeklinde bir ayırıma
tâbi tutulabilir.
Dinler tipolik, morfolojik, fenomenolojik özellikleri göz önünde tutularak
da tasnif edilebilir. Vahye dayanan-dayanmayan, misyonerliğe yer veren
vermeyen, âhiret inancı olan-olmayan, kutsal kitabı olan-olmayan, geçmişin-
günümüzün dinleri, bir bölgeye veya kıtaya özgü dinler-değişik bölge
ve kıtalara yayılan dinler gibi tasnif kitlelerine göre de din tasnifleri
yapılabilir.
İslâm bilginlerinin din tasnifi "hak din-bâtıl din" şeklindedir ve bu ayırım
Kur'ân-ı Kerîm’e dayanmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm’de İslâm için "Allah katındaki din"
(Âl-i İmrân 3/19), "dosdoğru din" (er-Rûm 30/30), "hak din" (et-Tevbe 9/33; el-Fetih 48/28;
es-Saf 61/9) tabirleri yer almaktadır. Yine Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm dışındaki
inanç sistemlerine de din denilmektedir (et-Tevbe 9/33; el-Fetih 48/28; es-Saf
61/9; el-Kâfirûn 109/6). Buna göre kaynağının ilâhî olması ve orijinal şeklini
koruması sebebiyle İslâm hak dindir. İlâhî vahye dayanmakla birlikte aslî
şeklini koruyamamış dinlere de (Yahudilik, Hıristiyanlık) değiştirilmiş, tahrif
edilmiş anlamında muharref dinler denilmektedir. İlâhî vahye dayanmayan
dinler ise bâtıl dinlerdir.
İslâmî kaynaklarda vahye dayanan dinler için genellikle "milel", bâtıl
dinler için "nihal" kelimeleri de kullanılır. Nihle (çoğulu nihal) kelimesi, din
içinde oluşan fırka anlamında da kullanılır.
Bu temel sınıflandırma dışında bazı
İslâm bilginleri tarafından daha ayrıntılı
tasnifler de yapılmıştır. Meselâ, tanınmışİslâm bilginlerinden Şehristânî
ilâhî dinler-bâtıl dinler ayırımını yapmakta, aslî mânada din ehli olarak
müslümanları; Ehl-i kitap denilen yahudileri ve hıristiyanları; kitabı bulunması
şüpheli olan Mecûsîler’i saymakta; kendi beşerî telakkilerine uyan
kimseler olarak da filozoflar, Sâbiîler, Dehrîler, yıldızlara ve putlara tapanlarla
Brahmanlar’ı zikretmektedir.
İslâm inancına ve Kur'ân-ı Kerîm'e göre ilk insan çeşitli teorilerde öne
sürüldüğü gibi ilkel, mantıkî düşünce ve yorumdan yoksun bir vahşi değil,
Allah’ın emirlerine muhatap olan sorumluluğunun bilincinde ve en güzel
biçimde yaratılmış seçkin bir varlıktır. İlk insan aynı zamanda diğer bütün
varlıklar arasında Allah’ın halife olarak niteleyip seçtiği bir peygamberdir.
Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta olduğu gibi İslâm’da da din ilâhî bir kaynağa
dayanmaktadır. Dolayısıyla dinin ilk şekli, XIX ve XX. yüzyıllarda öne sürülen
teorilerde olduğu gibi çok tanrıcılık, bâtıl inançlar, hurafeler ve putperestlik
değil, bir yüce kudrete iman yani tevhid inancıdır. Nitekim monoteist
(tek tanrı) teori de bunu doğrulamaktadır.
İslâm’a göre ilk peygamberin tebliğ ettiği din ile daha sonra gelen peygamberlerin
ve son peygamber Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği din, temel
nitelikleriyle aynıdır. Allah’a iman, peygamberlik müessesesi ve âhiret
inancı hepsinde vardır. Sadece yaşanılan bölge ve döneme göre değişen bazı
kurallar dışında temel inanç esaslarında ve genel prensiplerde değişme
yoktur. Çünkü dinin hitap ettiği insan, temel nitelikleri bakımından her dönemde
aynı insandır.
Bütün peygamberler hak dini tebliğ etmiş, onun yaşanmasını teşvik etmiş,
kendileri de örnek olmuşlardır. Hz. Mûsâ’nın getirdiği dine Yahudilik,
Hz. Îsâ’nın getirdiği dine de Hıristiyanlık adı sonradan verilmiştir. Ne Hz.
Mûsâ, ne de Hz. Îsâ bu adları kullanmışlardır. Onlar Allah’ın emirlerini tebliğ
etmiş, bir olan Allah’a iman ve kulluğa çağırmış, ilâhî kitap olan Tevrat
ve İncil’e göre yaşamaya davet etmişlerdir.
Kur'ân-ı Kerîm, peygamberlerin getirdikleri dinlerin aynı hak din olduğunu
kaynak ve temel esaslar açısından belirtmiş, ama İslâm adını son peygamberin
tebliğ ettiği dine ad olarak vermiştir. "Bugün size dininizi ikmal
ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim"
(el-Mâide 5/3) meâlindeki âyet de bunu ifade eder.
VI. DİĞER DİNLER ve İSLÂM
Milâdî VII. yüzyılda Hz. Muhammed, İslâm vahyini tebliğe başladığında
yeryüzünde ateizm, putperestlik, politeizm (şirk), yıldızlara tapma da dahil
birçok din ve inanç şekilleri mevcuttu. Bu dinlerden Mecûsîlik, Brahmanlık,
Budizm, Sâbiîlik, Yahudilik ve Hıristiyanlık en önemlileri olarak ve hatta bir
dereceye kadar vahiy dinleri olmaları yönüyle o günün Mekkeliler’i tarafından
kolaylıkla kabul edilebilir dinlerdi. Fakat yeni bir din gönderilmiştir.
Çünkü bütün bu dinler, zaman içinde orijinal ve aslına uygun şekillerini
kaybetmiş, zaman ve mekâna bağlı olarak çeşitli değişikliklere uğramışlar,
ayrıca kendilerinden sonra gelecek ve şartları daha da iyileştirip mükemmelleştirecek
bir şahsı ve onun mesajını müjdelemişlerdir.
Mecûsîlik en eski dinlerden biriydi ve Zerdüşt'ün getirdiği dinin bozulmuşşekline
verilen addı. Zerdüşt tek Allah yani Ahura Mazda inancını tebliğ
etmiş, O'nun seçtiği kimselere ilâhî vahyin geleceğine, meleklere ve ölüm
sonrası hayata imanı emretmişti. Zend-Avesta'da (Yaşt, 13, XXVIII, 129)
putları kıracak olan Soeşyant adlı birinin geleceği bildirilmektedir. Ancak
Zerdüşt'ün tebliğ ettiği tevhid inancı daha sonra hem iyilik hem de kötülük
tanrısı olmak üzere iki tanrı inancına (düalizm=seneviyye) dönüşmüş,
Tanrı'nın kudret ve kuvvetini temsil ettiğine inanılan ateş yüceltilerek ateş
kültü (Mecûsîlik) oluşmuştur.
Brahmanizm çok tanrılı bir dindir. Gerçekte Brahmanlar tek Tanrı'ya
inanmakla birlikte O'nun yaratıkları veya O'nun sıfatları şeklinde de olsa
Tanrı'nın birtakım tezahürlerine tapma bunlarda da mevcuttur. Hintliler
Tanrı'nın kendisini tarihin her devresinde çeşitli şahsiyetlere bürünerek insanlara
gösterdiğine inanırlar. Bu hulûl (avatara=enkarnasyon) inancı hem
Tanrı'nın bedenleşmesi ve maddî şekillerle tasvirine hem de binlerce ilâhın
mevcudiyeti kanaatine yol açmıştır. Diğer taraftan bu dinde mevcut olan
kast sistemi, dinin evrensel gereği olan eşitlik ve kardeşlik unsurlarıyla da
çelişmektedir ve bu din, kapalı bir din hüviyetindedir. Dışarıdan biri bu dine
giremez ve ona mensup olanlar da ebedî bir tenâsüh hali içindedirler. Aslî
hüviyetini kaybedip çok tanrıcılığa, Tanrı'nın bedenleşmesi ve tenâsüh
inancına sapması ve kast sistemini benimsemesine rağmen Brahmanizm'de
de "ileride gelecek, beklenen kimse" inancı vardır.
Budizm Brahmanizm'deki puta tapma inancını reddedip ona karşı çıkmaktan
doğmuş bir dindir ve ana din olan Brahmanizm'den birçok esas
taşımaktadır. Bir bakıma Brahmanizm'deki putların kırılması yolunda bir
reform niteliği taşır. Ancak putlara karşı olan Buda'nın getirdiği din kendisinden
sonra Buda heykellerine tapma şeklinde putperest bir karaktere bürünmüştür.
Buda, hayatın tabii olaylarını bir ıstırap olarak görüyor ve bundan
kurtuluşu bütün arzu ve ihtiraslardan uzaklaşmaya bağlıyordu. Bu da
onları aşırı riyâzet, nefse ezâ ve hatta dünya hayatının tamamen terkedilmesi
gibi aşırılıklara sevkediyordu. Yapısındaki köklü değişiklik ve bozulmalara
rağmen Budizm'de de ileride gelecek bir kurtarıcı
(Maitreya veya Metteya) müjde ve beklentisi vardır.
Sâbiîlik de İslâm'ın geldiği asırda mevcut bir inanç idi. Sâbiîler hicrî ilk
yüzyılda müslümanların hâkimiyeti altına girmiş ve onlara zimmîlik statüsü
tanınmıştır. Sâbiîler'in oldukça eskiye dayanan bir tarihleri olmakla birlikte
nasıl doğduğu, kimin tarafından yayıldığı açık ve net olarak bilinmemektedir.
Sâbiîlik’te bir yüce varlık inancı mevcut olmakla birlikte ışık âlemi ile
karanlık âlem arasındaki mücadeleye dayanan bir düalizm inancı hâkimdir.
Peygamberlik inancının mevcudiyeti tartışmalı olmakla birlikte Hz. Yahyâ'ya
büyük önem verilmekte ve kendi peygamberleri olarak açıklanmaktadır.
Diğer taraftan Sâbiîler Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ, Hz. İsâ ve Hz.
Muhammed'i kötülük peygamberi, yalancı olarak nitelemektedirler. Özetle
denilebilir ki Sâbiîlik orijinal şeklini yitirmiş, zamanla çeşitli inançlar karışmış
ve müntesipleri azalmış bir din hüviyetindedir.
Bugün ilâhî kaynağa dayanan dinler diye kabul edilen Yahudilik, Hıristiyanlık
ve İslâmiyet'in temel özelliklerini ve İslâm dininin diğer ikisinden
farklı olduğu yönleri de şu şekilde tesbit mümkündür:
1. Allah inancı. Yahudilik Tanrı'nın birliği üzerinde ısrarla durmasına
rağmen, en azından tarihlerinin bazı dönemlerinde ona beşerî nitelikler
nisbet etmişler ve âdetâ Tanrı'yı beşerî organ ve duygular taşıyan bir insan
gibi tasvir etmişler, insanlaştırmışlardır. Hıristiyanlar ise Tanrı'nın birliğini
farklı şekilde ele alıp teslîsi savunmuşlar, aşırı bağlılık duygusuyla, Hz.
Îsâ'yı tanrılaştırmışlardır.
Halbuki İslâm, Allah inancı hususunda gerek yahudilerin gerekse
hıristiyanların sonradan düştükleri yanlışlık ve aşırılıkları düzeltmiş, Tanrı'nın
beşerîleşmesini veya beşerin tanrılaşmasını reddetmiş, bu noktada Hz.
Mûsâ ve Hz. Îsâ'nın hakiki mesajını hatırlatarak Allah'ın bir ve benzersiz
olduğunu vurgulamıştır.
2. Melek inancı. Meleklerin Allah'ın oğulları ve kızları olduğu iddiasını
ve beşerî şekillerdeki tasvirlerini reddederek hem yahudi ve hıristiyanların
düştükleri yanlışı göstermiş hem de Allah'ın yüceliğini vurgulamıştır.
3. Kutsal kitaplar. Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, Allah tarafından Hz.
Mûsâ ve Hz. Îsâ'ya verilmiş kutsal kitapları orijinal şekilleriyle muhafaza
edebilmişler, Tevrat ve İncil zaman içinde ya kaybolmuş ve yeniden yazılmış,
ya da çeşitli ilâve ve eksiltmelere mâruz kalmıştır. Kur'ân-ı Kerîm ise
hem vahyedildiğinde yazıya geçirilmiş olması hem de ezberlenmek suretiyle
muhafaza edilmesi yönüyle orijinal ve aslına uygun şekliyle günümüze
kadar gelmiştir.
4. Peygamberlik. Yahudilik ve Hıristiyanlık sonradan tahrif edildikleri
için örnek ve önder şahsiyetler olan peygamberlerle ilgili çeşitli iddia ve
iftiralarda bulunup sonra gelecek peygamberleri kabul etmezken İslâm, hem
bütün peygamberlere imanı
şart koşmuş hem de onları lâyık oldukları güzel
vasıflarla tavsif etmiştir.
5. Dünya-âhiret dengesi. Yahudilik dünya hayatına, Hıristiyanlık da
dünyadan uzaklaşıp mânevî hayata daha çok ağırlık verirken İslâm her ikisi
arasındaki dengeyi kurmuş ve korumuştur: "Allah'ın sana verdiğinden
(O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste, ama dünyadan da nasibini
unutma..." (el-Kasas 28/77).
6. Mükellefiyetlerin azlığı. Madde-mâna, dünya-âhiret dengeleri açısından
en ölçülü ve kolayca yaşanabilir; çeşitli emir ve hükümlerde kolaylığı
öngörmesi açısından en kolay olan din İslâm'dır.
İslâm, diğer ilâhî dinlerde var olan bazı ağır dinî sorumlulukları ortadan
kaldırmış, insanın yaratılışına en uygun ve yaşanabilir kuralları sunmuş,
böylece dini daha da ağırlaştıran ve yaşanmasını zorlaştıran din yorumcularına
da önemli bir uyarıda bulunmuştur. Bu son dinin peygamberi Kur'an'da
şu şekilde anlatılır: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o
elçiye, o ümmî peygambere uyanlar (var ya) işte o peygamber onlara iyiliği
emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri
haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O peygambere
inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen
nura (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır" (el-A‘râf
7/157).
Bu âyette hem Mûsâ şeriatında mevcut çok sayıdaki kural ve vecîbelere
(temizlik kuralları, yiyeceklerle ilgili esaslar, âdetli kadınla ilgili yasaklar gibi)
hem de İnciller'de ortaya konan öğretinin gerektirdiği aşırı riyâzetçi eğilimlere
işaret edilmektedir.
İslâm, daha önceki şeriatlarda mevcut bazı ağır yükleri kaldırmış veya hafifletmiş,
dini daha kolay ve yaşanabilir kılmıştır. Çünkü "İşte böylece sizin
insanlığa şahitler olmanız, resulün de size şahit olması için sizi mûtedil bir
ümmet kıldık" (el-Bakara 2/143) buyurulmaktadır. Resûlullah da "Kolay ve
yüce Hanîflik’le gönderildim" (Müsned, V, 266; bk. Buhârî, “Îmân”, 29) diyerek
İslâm'ın diğer şeriatlara göre daha mûtedil, kolay ve müsamahalı olduğunu
vurgulamaktadır. Kur'an ve Sünnet'te, dinî mükellefiyetlerin azaltılarak ve
gerekli ve yeterli seviyede tutulduğu, İslâm'ın insanlara ağır yükler yüklemek
için değil, rahmet ve inâyet olarak gönderildiği sıklıkla tekrarlanır. Kur'an ve
Sünnet'teki bu vurgu sebebiyle de İslâm bilginleri dinin anlatım ve yorumunda
daima kolaylığı ve uygulanabilirliği tercih etmişlerdir.
İslâm’ın peygamberi peygamberlerin, onun getirdiği din de dinlerin sonuncusudur.
İslâm'ın bir diğer özelliği onun evrenselliğidir. Son din olması
açısından öncelikleri kucaklayıcı ve en mükemmel olmasıdır.