""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Namaz Abdestinin Farzları ve Sunnetleri

          ABDEST

A) MAHİYETİ ve ÖNEMİ

Farsça âb (su) ve dest (el) kelimelerinden oluşan ve "el suyu" anlamına

gelen abdest, belirli ibadetlerin ifasının ön şartı olan ve kendisi de ibadet

mahiyetinde görülen bir nevi hükmî temizliktir. Arapça karşılığı güzellik,

temizlik ve parlaklık anlamına gelen "vudû"dur. Fıkıhta abdest, "belli uzuvları

usulüne uygun olarak su ile yıkamak ve bazılarını da eldeki su ıslaklığı

ile meshetmek" şeklindeki ibadet temizliği olarak tarif edilir.


Abdestle ilgili olarak Kur'ân-ı Kerîm'de, "Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda

yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı yıkayın, başınızı meshedin

ve topuklara kadar ayağınızı yıkayın. Eğer su bulamazsanız temiz toprakla

teyemmüm edin" (el-Mâide 5/6) buyurulur. Bu âyet Medine döneminde nâzil

olmuş ise de, müslümanların Mekke döneminde mi‘rac gecesinde namazın

farz kılınmasından itibaren namaz öncesinde mendup bir davranış olarak

abdest aldıkları bilinmektedir. Âyet bunu müstakil bir hükümle teyit etmiş,

ayrıca abdestin her amel için değil namaz için farz kılındığını açıklamıştır.

Hz. Peygamber de hem müslümanlara fiilî olarak abdestin nasıl alınacağını

göstermiş hem de abdestsiz olarak kılınacak hiçbir namazın Allah katında

kabul olunmayacağını belirtmiştir (Buhârî, “Vudû”, 2; İbn Mâce, “Tahâret”, 47).


Abdest başlı başına maddî temizlik özelliği de taşıyıp sağlık açısından bir

dizi faydalar içermekle birlikte esasen hükmî temizlik işlemi ve arınma yoludur.

Bunun için de fıkıh dilinde maddî kirlilikten temizlenme "necâsetten

tahâret" olarak anılır; hükmî kirlilik olan hadesten temizlik ise birer hükmî

temizlik usulleri olan abdest ve gusülle olur. Abdest ile ağız, diş, burun, el,

yüz ve ayaklar gibi kirlenmeye ve dışarıdan gelecek mikroplara en açık

uzuvlar günde birkaç defa su ile temizlenir. Bu sayede vücudun sinir sistemi

ve kan dolaşımı daha düzenli hale gelir ve vücuda fizikî-tıbbî birçok fayda

sağlar. Ayrıca abdest, namaz ibadetini ifa için yüce Allah'ın huzuruna çıkacak

müminin mânevî ve ruhî hazırlık ve temizliği de demektir. Bu yüzden

abdest, maddî temizlikle mânevî temizliği birleştirici, müslümana mânevî

yönden destek ve güç sağlayıcı bir anlam ve öneme sahiptir.


B) ABDESTİN GEREKLİLİĞİ


Abdest başlı başına ve bizzat amaç olan bir ibadet değil belli ibadetleri

yapmayı mubah kılan, kulun bu ibadetlere mânen ve ruhen hazırlanmasına

ve bu ibadetlerden âzami verim elde etmesine yardımcı olan vasıta (vesile)

ibadettir. Bazı ibadetler ve fiiller içinse abdestli olmak dinen gerekli görülmemiş

olsa bile, taşıdığı birçok maddî ve mânevî faydalar sebebiyle tavsiye

edilmiştir. Bundan dolayı abdestin dinî değer ve bağlayıcılık hükmü farz,

vâcip ve mendup şeklinde üç çeşittir.


Namaz kılmak, Kâbe'yi tavaf etmek, tilâvet secdesi yapmak, Kur'an'a dokunmak

için abdest dinen gereklidir. Sünnî mezheplerin çoğu bunların farz

olduğunda görüş birliğinde olup yalnız Hanefîler Kâbe'yi tavafta abdesti

vâcip görürler. Kur'an'a dokunmak için abdestin farz olduğu hükmü,

Kur'an'a ve Sünnet'e de (el-Vâkıa 56/79; Beyhaky, Sünen, I, 87-88) dayandırılmakla

birlikte esasen müslümanların Kur'an'a atfettikleri önemi ve ondan

istifadeyi âzami ölçüye çıkarma gayretlerini yansıtan ve bünyesinde

birçok sosyal ve psikolojik gerekçeyi barındıran kolektif şuur konumundadır.


Yatmadan önce abdest almak, vakit namazları için ayrı ayrı abdest almak,

ezan okurken abdestli bulunmak mendup görülmüştür. Hatta mümine

mânevî destek sağladığı, âdeta müminin silâhı olduğu, ayrıca Hz. Peygamber'in

mümkün olduğu ölçüde abdestli halde bulunduğu göz önünde tutularak

İslâm âlimleri müminin imkân ölçüsünde her işe abdestli olarak başlamasını

ve abdestli bulunmasını tavsiye etmişlerdir.


Abdestin yukarıda özetlenen bu dinî hükmünün tabii sonucu olarak abdestsiz

kimsenin, cenaze namazı da dahil namaz kılması, şükür ve tilâvet

secdesi gibi namaz hükmüne tâbi fiilleri yapması, Kâbe'yi tavaf etmesi,

Kur'an'a dokunması ve onu elle tutması câiz görülmez. Abdestsiz olarak

Mushaf'a bakarak veya ezberden Kur'an okumak ise câizdir.


Kur'an yüce Rabbin kelâmı olduğu için ona her zaman âzami saygı göstermek,

sû-i edeb olarak algılanacak davranışlardan kaçınmak gerekir. Kur'an

tilâveti, öteden beri sünnet değer hükmü atfedilen bir ibadet olarak telakki

edildiği için, Kur'an tilâvet ederken hem bu kolektif şuuru incitmemek ve hem

de esasen her çeşidiyle ibadetin abdestli olarak ifasının ibadeti tamamlayan bir

boyut olması sebebiyle böyle davranıp ibadet lezzetini daha derinden almak

için abdestli olmaya özen göstermelidir. Fakihlerin Kur'an tilâvetini sünnet

olarak nitelendirip ona ibadet içeriği yüklemeleri bu anlamda doğrudur ve

bunun için abdestli olmanın şart koşulması da yerindedir. Ancak Kur'an okumaktan

asıl maksadın mânasını anlamaksızın okuma değil, anlamak ve gereğini

yerine getirmek üzere okumadır. Zaten Kur'an'ın indirilişinin aslî amacı da

budur. Birinci okuyuşta ibadet niteliği ön plana çıktığı, ikincisinde ise anlama

önem kazandığı için iki tür okuyuş arasında abdest açısından bir ayırım yapmak

mümkündür. Bu ayırım sebebiyle olmalı ki, bazı bilginler, ikinci tür okuyuş

biçiminde abdest almayı şart koşmamışlardır.


ABDESTİN FARZLARI SUNNETLERİ VE ABDESTİ BOZAN DURUMLAR
CUNUPLUK VE HALLERİ,HAYIZ(ADET GÖRME) VE NİFAS(LOHUSA)NIN
DURUMLARI VE DINEN YAPILMASI GEREKLİ KURALLARI

Abdestin farzları, bir fiilin abdest sayılabilmesi için onda bulunması zorunlu
olan ana unsurlar demektir. Abdestin farzları ilgili âyette (el-Mâide
5/6) zikredildiği üzere dörttür:

1. Yüzü yıkamak.
2. Kolları dirseklerle birlikte yıkamak.
3. Başı meshetmek.
4. Ayakları topuklarla birlikte yıkamak.
Yüzün sınırı iki kulak yumuşağı, alındaki saç bitim yeri ile çenenin sona
erdiği yer arasında kalan kısım olarak belirlenmiştir. Yüz yıkanırken sakal sık
ise üstünü yıkamak yeterlidir. Abdest alırken parmaktaki yüzüğün altına su
alacak şekilde oynatılması, el, yüz ve ayakta bulunan ve suyun deriye temasını
önleyen maddelerin imkân dahilinde temizlenmesi gerekir. Dirseklerin
yıkanması da abdestin farzları kapsamındadır. Başın dörtte birinin el içinin
ıslaklığıyla meshedilmesi Hanefîler'e göre yeterlidir. Başın mesh miktarı
Şâfiî
mezhebinde daha az iken diğer iki mezhepte âdeta başın tamamıdır.

Abdestin bu dört farzında Sünnî fıkıh mezhepleri ittifak etmiştir. Ancak
Hanefî mezhebinin dışında kalan diğer üç Sünnî mezhebin buna bazı
şartları
da ilâve ettiği görülür. Meselâ niyet bu üç mezhebe göre, abdeste başlarken
besmele çekmek Hanbelîler'e göre, dört farzın âyette sayılan sıraya uygun
yapılması
(tertîb) Şâfiî ve Hanbelîler'e göre, bu işlemlerin ara verilmeden
yapılması
(muvâlât) Mâlikî ve Hanbelîler'e göre farzdır. Ca‘ferîler, abdestle
ilgili âyetin ifade tarzından hareketle ayakların yıkanmasının değil meshedilmesinin
farz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu görü.e yakyn olan bazy Sünnî
âlimler de vardyr.

Abdestin farzlarının yerine getirilmiş olması kuşkusuz alınan abdestin
fıkhen geçerli (sahih) olması sonucunu da doğurur. Bununla birlikte kullanılan
suyun temiz ve temizleyici olması, abdest alırken özür durumu hariç
abdesti bozan bir durumun bulunmaması, yıkanması gereken uzuvlarda hiç
kuru yerin kalmaması da gerekir. Bazı ilmihal kitaplarında, abdest alırken
yıkanan uzuvlarda iğne deliği kadar kuru yerin kalmamasının istenmesi,
hakiki anlamı değil bu konuda âzami titizliğin gösterilmesi gerektiğini ifade
içindir. Abdest uzuvlarında bulunup suyun deriyle temasını önleyen maddelerin
imkân ölçüsünde temizlenmesi gerekir. Temizlemede zorluk varsa
bunların bulunması abdeste zarar vermez. Boyacı, marangoz gibi esnafın,
sanatkârların el ve kollarında bulunan boyalar böyledir. Bunlar el ve tırnaklardan
kazınmadıkça abdestin geçerli olmayacağının söylenmesi, bilgiye
dayalı fıkhî bir hüküm olarak değil de yukarıda sözü edilen hassasiyetin
abartılı ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Aynı
şekilde bir uzvu yıkamak sağlık
açısından sakıncalı ise meshedilir, meshetmek de zararlı ise terkedilir.

D) ABDESTİN SÜNNETLERİ ve ÂDÂBI

Hz. Peygamber'in farz ve vâcip kapsamında olmaksızın sürekli veya genelde
yaptığı ve ümmetine de yapılmasını tavsiye ettiği fiillere fıkıh ilminde
ve ilmihal dilinde sünnet, Hz. Peygamber'in bazan yapıp bazan da terkettiği
fiillere ise mendup, müstehap veya âdâp denildiğini, fıkıh usulünde ise bu
gruba giren bütün fiillerin, şer‘î hükmün beşli taksimi içinde "mendup" olarak
nitelendirildiğini biliyoruz.

Abdestin başlıca sünnetleri şöyle sıralanabilir : Abdest almaya niyet etmek,
başlarken besmele çekmek, elleri bileklerle birlikte üç defa yıkamak,
ağız ve buruna su çekip iyi bir ağız ve burun temizliği (mazmaza ve istinşak)
yapmak, misvak kullanmak veya dişleri fırçalamak, sakalın içine su girmesini
sağlamak, el parmaklarını birbirine sokup ovuşturmak, başın tamamını
elin ıslaklığıyla meshetmek, boynu meshetmek, abdest uzuvlarını yıkarken
bu sayılan sıraya uymak, abdeste sağ uzuvlardan başlamak, bu uzuvları
üçer defa yıkamak ve su ile iyice ovmak (delk), abdeste ara vermeden tamamlamak.


Abdestin bu sayılan sünnetlerine ilâve olarak abdestin âdâbı olarak da;
abdest alırken –mümkünse– kıbleye dönmek, abdest sularını vücuda ve elbiseye
sıçratmamak, dünya işlerine ilişkin konuşmayıp abdest dualarını veya
bildiği dualardan okumak, suyu ölçülü kullanmak, abdest sonunda kelime-i
şehâdet (Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve
resûlüh) getirmek gibi fiiller tavsiye edilir. Abdestin âdâbından maksat, abdestin
farzlarının ve sünnetlerinin daha uygun şekilde ve ortamda, mükemmel bir
şekilde yerine getirilmesini sağlamaktır. Bu sebeple abdest alan kimse hangi
davranışının abdestin amacına daha uygun olacağına ve abdest alırken nelerden
kaçınması gerektiğine biraz da kendisi karar vermelidir. Meselâ günümüzde
abdest öncesinde ellerin ve yüzün sabunlu su ile yıkanması, iyi bir ağız
ve burun temizliği, imkân varsa dişlerin fırçalanması, suyun ölçülü kullanılması,
çevre temizliğine özen gösterilmesi hem bireyin sağlığı açısından hem de
üçüncü şahıslara saygının gereği olarak ayrı bir önem kazanmıştır.

E) ABDESTİ BOZAN DURUMLAR

Abdestin maddî temizlik olma özelliği de taşımakla birlikte esasen hükmî temizlik
olduğunu yukarıda görmüştük. Bu sebeple abdesti bozan durumların bir
kısmı maddî kirlilik, bir kısmı da hükmî kirlilik grubunda yer alır.

Şu durumlarda abdest bozulur:

1. İdrar ve dışkı yollarından idrar, dışkı, meni, mezi, kan gibi bir necâsetin,
herhangi bir sıvının veya maddenin çıkması, yellenmek.
2. Vücudun herhangi bir yerinden kan, irin veya herhangi bir maddenin
çıkması. Ağızdan çıkan akıcı haldeki kan, tükürükten fazla veya ona eşit ise
abdesti bozar. Vücuttan çıkan kan akmadığı veya çıktığı yerin çevresine
dağılmadığı sürece abdesti bozmaz. Yaradan çıkan irin ve sarı su da böyledir.
Çıktığı yerin dışına kendiliğinden dağılmayan bu sıvıların silinmesi halinde
de abdest bozulmaz. Şâfiî ve Mâlikîler'e göre idrar ve dışkı yolları hariç
vücuttan çıkan kan ve benzeri sıvı maddeler abdesti bozmaz.
3. Ağız dolusu kusmak. Kusulan şey ister yemek, ister safra veya kan
olsun, abdest bozulur.
4. Bayılma, delirme, sarhoş olma, uyuma gibi şuurun kontrolüne engel
olan durumlar. Uyku dışındaki şuur kaybına yol açan durumların süresi ve
o esnada kişinin konumu ne olursa olsun abdest bozulur. Uyku halinde ise,
kişinin farkında olmadan abdestinin bozulmuş olması ihtimalinin derecesi
ölçü alınır. Bu sebeple yatarak derin uykuya dalma abdesti bozar, uyku ile
uyanıklık arasındaki hal ise bozmaz. Oturduğu yerden uyuklamada oturuşun
şekli kadar bu kimsenin durumu, abdestin bozulma ihtimalinin kuvvet
derecesi de önemlidir. Bundan dolayı tereddütlü durumlarda abdest alınması
tavsiye edilir.
5. Namazda yakındaki şahısların duyabileceği şekilde sesli olarak gülmek.
Hanefîler'e göre rükûlu ve secdeli namazda sesli gülme abdesti de bozar.
Diğer mezhepler ise sadece namazın bozulacağı görüşündedir.
6. Cinsî münasebet veya fâhiş
(aşırı) temas ve dokunma. Hanefîler'e göre erkekle
kadının tenlerinin birbirine değmesi ile abdest bozulmasa da çıplak olarak
veya arada bedenlerin sıcaklığının hissedilmesini engelleyecek bir giysi bulunmaksızın
erkek ve kadının aşırı derecede şehevî teması, oynaşma ve kucaklaşması
abdesti bozar. Hanefî fakihlerinin çoğunluğu temasın aşırılığında erkeğin
cinsel organının sertleşmesini ölçü alırken, İmam Muhammed mezi gibi bir yaşlık
çıkmadıkça abdestin bozulmayacağı görüşündedir. Şâfiîler'e göre erkek ve kadı
nın tenlerinin birbirine değmesi, Mâlikî ve Hanbelîler'e göre ise temastan cinsel
haz duyulması halinde abdest bozulur.

7. Mazeret halinin sona ermesi. Su bulamadığı için teyemmüm eden
kimse suyu bulunca, mest üzerine mesh yapan kimsenin -yolcu olanlara üç,
yolcu olmayanlara bir gün olarak tanınan- mesh süresi dolunca, özürlü
kimse için de namaz vakti çıkınca abdesti bozulmuş olur.
Hanefîler'in dışındaki üç mezhebe göre bir kimsenin kendi cinsel organına
temas da abdesti bozar. Bir kimse abdest aldığını kesin olarak bilse de abdestinin
bozulup bozulmadığında tereddüt etse, Mâlikîler'e göre abdesti bozulmuş olur,
diğer üç mezhebe göre ise bu durumda abdest bozulmuş sayılmaz.

Ağlamak, gözden yaş gelmesi, kabuk bağlamış bir yaranın kabuğunun
kan çıkmaksızın düşmesi, tükürük ve sümüğe az miktarda kan karışması, ağız
dolusu olmayan kusma, ısırılan elma, ayva gibi sert bir meyve veya kullanılan
misvak-diş fırçası üzerindeki akıcılığı olmayan kan (diş eti kanaması hariç),
sivrisinek, pire gibi haşeratın emdiği kan, namazda uyuklama, namazda sessiz
gülme, tırnak kesme, tıraş olma kural olarak abdesti bozmaz.

Abdestin bozulup bozulmadığıyla ilgili görüş ayrılığı bulunan konularda
ihtiyatlı davranmak uygun olur. Özellikle imam olan kimselerin abdestinin
diğer mezheplere göre de bozulmamış olmasına özen göstermesi şart değilse
de yerinde bir davranıştır.

F) ABDESTİN ŞEKLİ


Sünnet ve âdâbına riayet edilerek, ayrıca dört mezhebin farz saydığı hususları
da içerecek şekilde abdest şöyle alınır: Abdest suyunun elbiseye sıçramayacağı
bir konum alınır, mümkünse kıbleye dönülür. Niyet ve besmele
ile abdeste başlayıp önce eller bileklere kadar ve parmak araları da ovuşturularak
üç defa yıkanır, cilt üzerindeki hamur, boya, sakız gibi maddeler
temizlenir. Parmakta yüzük varsa oynatılır. Misvak veya diş fırçası ile,
bunlar yoksa sağ elin parmaklarıyla dişler temizlenir. Ağız, sağ el avucuna
alınan su ile üç defa çalkanıp temizlenir. Üç defa da burna su çekilip sol
elle burun temizlenir. Oruçlu olmayan kimse ağız ve burnun her yerine suyun
iyice ulaşmasını sağlar. Üç kere yüz yıkanır. Varsa sakalın içinden parmaklar
geçirilerek suyun sakal diplerine ulaşması sağlanır. Sonra dirsekle
birlikte sağ kol üç defa, sonra aynı
şekilde sol kol üç defa yıkanır. Sağ el
ıslatılarak avuç ve parmakların içiyle başın üstü bir defa meshedilir. Bu şekilde
başın dörtte birini meshetmek yeterli ise de iki elle başın tamamının
meshedilmesi –sağlık bakımından endişe verici bir durum yoksa– sünnettir.
Eller yine ıslatılarak baş parmakla kulağın dışı, şahadet parmağı veya serçe
parmakla içi meshedildikten sonra her iki elin arkasıyla boyun meshedilir.
Önce sağ sonra sol ayak, parmak uçlarından başlanarak topuk ve aşık kemikleri
de dahil olmak üzere yıkanır. Parmak aralarının yıkanmasına özen
gösterilir. Abdestten sonra kelime-i şehâdeti okumak, içilebilir ise abdest
alınan sudan bir miktar içmek ve Kadr sûresini okumak da abdestin âdâbındandır.


G) ÖZÜRLÜNÜN ABDESTİ


Devamlı burun kanaması, idrarı tutamama, devamlı kusma, yaranın devamlı
kanaması, kadınların akıntısı gibi abdesti bozan ve kısmen süreklilik
taşıyan bedenî rahatsızlıklara ilmihal dilinde özür (mazeret), böyle kimselere
de özürlü kimse (mâzur, mâzure) denilir.

İslâm dini kolaylık ve rahmet dinidir. Namaz başta olmak üzere kişilerin
ibadetlerini zamanında ve gerektiği şekilde yerine getirebilmeleri hem bir
görev hem de bir haktır. Bu sebeple İslâm dini kişiye gücünün üstünde yük
yüklememiş, ibadet hayatı da dahil daima kolaylığın sağlanmasını, zorluk
ve sıkıntının önlenmesini ilke edinmiştir. Bu sebepledir ki normal durumlarda
abdesti bozan şeyler konusunda özürlü kimseler için özel hükümler
getirilerek bu kimselerin ibadet etmesine fırsat tanınmıştır. Su bulunmadığında
veya suyun kullanımının sağlığa zararlı olduğu durumlarda teyemmüm
imkânı, yaranın üstüne mesh hükümleri de yine İslâm'ın hem namazı
ferdin aslî görevi ve dinin direği saymasının hem de kolaylık prensibinin
birer örneğidir.

Yukarıda sayılan türde olup en az bir namaz vakti süresince devam eden bedenî
rahatsızlıklar özür hali sayılır. Özürlü kimse her namaz vakti için abdest
alır, bu özür halinin abdesti bozmadığı var sayılarak o vakit içinde aldığı abdestle,
onu bozan yeni bir durum meydana gelmedikçe, dilediği kadar farz, vâcip,
sünnet, eda ve kazâ namazı, cuma ve bayram namazı kılabilir, Kâbe'yi tavaf
edebilir, Mushaf’ı tutabilir. Namaz vaktinin çıkmasıyla özürlü kimsenin abdesti
bozulmuş olur, yeni namaz vaktinde tekrar abdest alması gerekir. Özürlü kimsenin
abdesti özür hali dışında abdesti bozan ikinci bir sebeple de bozulur. Meselâ
idrarını tutamayan kimsenin burnu kanamakla abdesti bozulur. İmam Şâfiî'ye
göre özürlü kimsenin her namaz için ayrı abdest alması gerekir. Özürlü kimsenin
bu sebeple elbisesine bulaşan idrar, kan özür devam ettiği sürece namazın sıhhatine
engel olmaz. Kadınlar için aybaşı ve loğusalık hali farklı fıkhî hükümlere
tâbi olup bunun dışında kalan kanamalar ve devamlı akıntılar (istihâze) özür hali
sayılır.

H) MESH

İslâm dini namazın ifasını dinin temel vecîbelerinden saymış olmasının
yanı sıra her türlü mükellefiyette zorluğu gidermeye ve kolaylığı temin etmeye
de ayrı bir önem vermiştir. Bunun bir örneği de, mükellefler için mest
ve sargı üzerine mesh yaparak abdest alma ve böylece üzerine düşen ibadetleri
ifa etme imkânı getirmiş olmasıdır.

Mesh, bir şey üzerinde eli gezdirmek, o şeyi elle silmek demektir. Fıkıhta
mesh, bir nevi hükmî temizlik işlemi olup abdestte elin ıslaklığıyla bir uzuv,
mest veya sargı üzerinde, teyemmümde ise yüz ve kollar üzerinde toprakla
yapılan sembolik temizlik çeşididir. Abdest alırken baş, boyun ve kulakların
meshedilmesi abdestin ilkten (aslî) hükmü, mest ve sargı üzerine mesh ise
yıkama yerine geçen (bedel, halef) bir işlemdir.

a) Mest Üzerine Mesh

Dinimizin ibadetlerde kolaylığı tercih etmiş olması sebebiyle, ayaklara
mest vb. giyildiğinde, abdest için bunun çıkarılması ve ayağın yıkanması istenmeyip
mestin üzerine mesh yapma câiz görülmüştür. Mest deri ve benzeri
maddelerden ayaklara giymek maksadıyla yapılan, ayakları topuklarla birlikte
örten, içine su geçirmeyecek veya yere konduğunda kendi kendine dik durabilecek
bir ayakkabı çeşididir. Ayakları aynı
şekilde örten çizme, potin, kendisiyle
yol yürünebilecek dayanıklılıkta çorap ve boğazlı terlikler ve benzerleri de
Hanefîler'e göre mest hükmündedir. Devamlı olarak yerle temas halindeki
çizme ve ayakkabılara meshetmek yeterli olmayıp altında veya üzerindeki
necis maddelerin de temizlenmesi gerekir.

Abdest alırken mestin üzerinde elin üç parmağı kadar yerin elin ıslaklığıyla
bir defa meshedilmesi gerekir ve yeterli olur. Bunun için mestin abdestli
olarak giyilmiş, mestin ayağın abdestte yıkanması gereken yerlerini
tamamen kaplamış, ayrıca dayanıklı ve sağlam bir maddeden yapılmış
olması
aranır. Mest ile yaklaşık 6 kilometre yürünebilmesi veya bırakıldığında
dik durabilmesi bu dayanıklılık ve sağlamlığın ölçüsü olarak zikredilir.
Mestin topuktan aşağı kısmında, altında veya üstünde ayak parmaklardan
üçü girecek şekilde bir deliğin, yarık veya yırtığın bulunmaması, mestin
içine su almaması da gerekir. Üzerine deri kaplanmış veya altlarına pençe
vurulmuş çorap üzerine mesh edilebilir. Hanefî fakihlerinden Ebû Yûsuf ve
İmam Muhammed, altına pençe vurulmuş olması
şartını aramaksızın kalın
ve içini göstermeyen dayanıklı keçe ve yün çoraplar üzerine, bir grup fakih
ise bu .artlary da aramayarak çorap üzerine meshedilebileceği görüşündedir.

İbadetlerin ve onlara hazırlık mahiyetindeki vecîbelerin yerine getirilmesinde
bazı ölçüler belirlemeyi ve imkân dahilinde kolaylık sağlamayı hedefleyen
fakihler arasındaki bu tür görüş farklılıkları mükellefe bu görüşlerden istediği
tarzda bir kompozisyon oluşturma hakkını vermekten ziyade ihtiyaç halinde
kullanılabilecek ruhsatları göstermesi yönüyle önem taşır.

Abdesti bozan durumlar mest üzerine meshi de bozar. Üzerine meshedilen
mestin ayaktan çıkması veya çıkarılması, mestin içine giren suyun bir
ayağın yarıdan fazlasını
ıslatması, mesh süresinin sona ermesi meshi bozar.
Mest üzerine meshin süresi, yolcu olmayanlar için bir gün bir gece (24 saat),
yolcular için üç gün üç gecedir (72 saat). Bu süre, mestin abdestli olarak
giyilmesinden sonra ilk hadesten yani abdesti bozan ilk durumdan başlar.
Bu süre dolduktan sonra, ayaklar su ile yıkanarak abdest alınıp gerekiyorsa
mest tekrar giyilmelidir. Öte yandan, ayaklarını yıkamak suretiyle abdestli
olan kimsenin bu abdesti devam ettiği sürece mestleri çıkarıp giymesiyle
abdesti bozulmaz. Mestlerin üzerine meshetmek suretiyle abdestli olup
mestlerini çıkaran kimse, sadece ayaklarını yıkayarak abdestini tamamlayabilir.


b) Sargı Üzerine Mesh

Üzerinde sargı bulunan bir organın abdest alırken su ile yıkanması sağlık
açısından zararlı ise, bu sargı çözülmeyip üzerinin meshedilmesiyle yetinilir.
Yapılan bu mesh o uzvu hükmen yıkama sayılır. Hatta mesh de zararlı
ise ondan da vazgeçilebilir. Sargının çoğunluğunu sadece bir defa
meshetmek yeterlidir. Sargının abdestsiz veya cünüp iken sarılmış olması
meshe engel olmadığı gibi bu meshin süresi de yoktur. Özür hali devam
ettiği sürece sargı üzerine meshedilebilir. Sargı üzerine ikinci bir sargı sarılsa
bu sargıya ayrıca meshetmek gerekmez. Bir sargı üzerine mesh yapıldıktan
sonra o sargı değiştirilirse hüküm yine aynı olmakla birlikte yeni sargının
meshedilmesi müstehaptır. Üzerindeki ilâç, merhem bulunan yaraların meshi
de sargı üzerine mesh hükmündedir. Yaranın iyileşip sargının çıkarılması
halinde sargı üzerine yapılan mesh bozulmuş olur. Bu kimsenin şayet abdestli
ise, sargı yerini yıkamakla iktifa etmesi mümkün ise de yeniden abdest
alması daha yerinde bir davranış olur.

Doldurulmuş veya kaplanmış dişler de sargılı veya merhemli yara –veya
suyun deriye ulaşmasını engelleyen fakat çıkarılması zor olan boya vb.nin
bulaştığı organ– gibidir. Suyun kaplama ve dolguya ulaşması yeterlidir.


VI. KADINLARA MAHSUS HALLER
Kadınların fizyolojik yapılarından kaynaklanan özel durumlar, temizlenme
başta olmak üzere fıkhın çeşitli alanlarını ilgilendiren ayrı hükümlerin
sevkedilmesini gerekli kılmıştır. Bu fıkhî hükümlerin bilinmesi mükellefleri
yakından veya şahsen alâkadar ettiğinden, ilmihal bilgileri arasında yer alır.

İlmihal dilinde, kadınlara mahsus haller denince hayız, nifas ve istihâze
terimleriyle ifade edilen üç durum kastedilir. Yetişkin bir kadının cinsel organından
üç türlü kan gelir. Birincisi yaratılışları gereği belirli yaşlar arasında
ve belirli periyotlarla gelen hayız kanıdır. İkincisi doğumdan sonra belirli bir
süre gelen nifas (loğusalık) kanıdır. Üçüncüsü ise bu ikisi dışında kalan ve
genelde bir hastalıktan kaynaklanan istihâze (özür) kanıdır. Bu üç durum,
temizlik, namaz, oruç, Kur'an okuma, hac, cinsî münasebet, boşanma gibi
birçok hükümle irtibatlı olduğundan fıkıh kitaplarında önemle ele alınır ve
ayrıntılı biçimde incelenir.

Kadınlar hakkında ibadet temizliği ve ibadetlere ilişkin bazı özel düzenlemelerin
bulunması, bu cinsin ayrıcalıklı, muaf veya ikinci derecede kabul
edilmesi anlamında olmayıp bunlar cinsin fıtrî ve fizyolojik özellikleri göz
önünde bulundurularak konmuş hükümlerdir. Hayız, nifas ve istihâze durumlarıyla
ilgili özel hükümler, bu durumdaki kadınlar için getirilen muafiyet
veya yükümlülükler de böyledir.

A) HAYIZ

Fıkıh ilminde hayız, ergenlik çağına giren sağlıklı kadının rahminden düzenli
aralıklarla akan kanı ifade eder. Kadınlarda ergenlikten menopoza kadar
görülen bu fizyolojik olaya da hayız hali (mensturasyon, regl), âdet görme,
âdet kanaması, aybaşı hali gibi isimler verilir. Hayız hali, kadında döl yatağının
(rahim) iç yüzünü kaplayan zarın, yumurtanın döllenmeyip ölmesi ve
hormon salgısının kesilmesi üzerine parçalanarak kanla birlikte dışarı atılmasından
ibarettir. Hayız kanının kesilmesiyle kadının temizlik dönemi başlar. İki
hayız kanı arasındaki süreye de temizlik süresi denilir. Döllenme meydana
geldiğinde ise yumurta rahmin iç zarına tutunarak gelişmeye başlar ve âdet
kanaması kesilir. Hamile kadının âdet görmemesi bu sebepledir.

Tarih boyunca âdet kanaması birçok toplumda çok ters yorumlanmış,
çeşitli kültürlerin ve yanlış inanışların etkisiyle âdet gören kadın toplumdan
ve beşerî ilişkilerden dışlanmıştır. İslâm dini bu yanlışlıkları düzeltmiş, hayız
gören kadını günlük hayattan, özel ve sosyal ilişkilerden uzak tutmamış,
âdet kanamasının fıtrî ve tabii bir hadise olduğunu belirtmiş, kadını ruhen
ve bedenen rahatsız eden bu özel durumda ona karşı gayet normal davranılmasını,
bu durumun onun günlük yaşantısını ve beşerî ilişkilerini etkilememesini
istemiştir.

İlk âdet kanaması genç kızlarda şok etkisi yapabilir, bazan hayat boyu
sürecek bir gerginliğe ve huzursuzluğa sebep olabilir. Bu konuda ailelere
önemli bir görev düşmekte, bunun fizyolojik bir olay olduğu, kadınlık ve
annelik sorumluluğunun başlangıcı sayılması gerektiği, bazı dinî muafiyet
ve yükümlülükler getirdiği anlatılmalıdır. Konunun ilmihal kitaplarında öncelikle
ele alınmakta olmasının bir sebebi de bu eğitim ve bilgilendirmeye
yardımcı olmaktır.

Hayız hali, İslâm dininde bazı ibadetlerin yapılmasına engel olan hükmî
kirlilik (hades) olarak nitelendirilmiş ve bununla ilgili bazı fıkhî hükümler
konmuştur. Kur'an'da, hayızın bir nevi sıkıntı ve rahatsızlık hali olduğu, bu
dönemde kadınlarla cinsî münasebetten uzak durulması gerektiği (el-Bakara
2/222), boşanmış kadınların üç hayız/temizlik süresi iddet bekleyeceği (el-
Bakara 2/228), hayızdan kesilen veya henüz hayız görmeyen kadınların
iddetinin ise üç ay olduğu (et-Talâk 54/4) belirtilir. Hadis kitaplarında hayızın
tanımı ve mahiyeti, hayız süresinin alt ve üst sınırı, hayız gören kadının
dinî muafiyet ve yükümlülükleri, onlarla ailevî, beşerî ve sosyal ilişkiler
konusunda gerek Hz. Peygamber'in gerekse hanımlarının önemli ve ayrıntılı
açıklamaları yer alır. Bu açıklamalar daha sonraki dönemlerde oluşan fıkhî
bilgi ve hükümlerin de ana malzemesini teşkil etmiştir.

a) Süresi

Gerek başlangıç ve bitiş yaşları gerekse asgari ve âzami süresi bakımından
hayız, fizikî bünye, kalıtım, çevre ve iklim şartlarına bağlı olarak kadından
kadına önemli değişiklikler gösterebilir. Bununla birlikte fakihler, birçok
dinî ve hukukî hükmü yakından etkilediği için bu süreleri belirleme yönünde
bazı tesbitlerde bulunmuşlardır. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre kadınlar
9 yaşlarından itibaren âdet görmeye başlar ve yaklaşık 50-55 yaşlarına
geldiklerinde âdetten kesilirler. Bu rakamlar fakihlerin tecrübe birikimlerine
göre verilmiş süreler olup bu konuda fiilî âdet görmenin başlaması ve sona
ermesi esastır. Âdet kanamasının en az ve en çok süresi konusunda ileri
sürülen rakamlar da böyle olup mükelleflere pratik bilgi ve çözüm vermeyi
amaçlamaktadır. Tıp ilminin önemli bir gelişme kaydettiği günümüzde kadının
âdet çağı ve dönemiyle ilgili bilgiler konunun uzmanlarından öğrenilerek
dinî hükümlerin buna dayandırılması gerekir. Bugünkü tıbbî bilgiler âdet
kanamasının 11-13 yaşlarda başlayıp 45-50 yaşlarında sona erdiğini, âdet
süresinin de 3-6 gün civarında olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte
fizikî bünye, psikolojik durum ve çevre şartlarına bağlı olarak kadınların
âdet çağı ve süresi farklılık taşıyabilmektedir. Hanefî mezhebine göre âdetin
en az süresi 3, en uzun süresi 10 gündür. İki âdet arasında kalan en az temizlik
süresi de 15 gündür.

b) Dinî Hükümler

Hayız, bir nevi abdestsizlik ve cünüplük hali, yani hükmî kirlilik (hades)
veya mazeret kabul edilir. Hayızlı kadının namaz kılmasının ve oruç tutmasının
câiz ve sahih olmadığında, yani hayzın bu iki ibadetin ifasına engel bir
mazeret sayıldığında fakihler görüş birliğindedir. Hayız süresince terkedilen
namazların kazâ edilmesinin gerekmediği, oruçların ise temizlendikten sonra
tutulacağı hususlarında da görüş birliği vardır. Bu konuda Hz. Peygamber'in
bilgi ve onayı dahilinde cereyan eden uygulamalar esas alınmıştır (Buhârî,
“Hayız”, 20; Müslim, “Hayız”, 69; Ebû Dâvûd, “Tahâret”, 105).

Hayızlı bir kadın hac ibadetini eda ederken Kâbe'yi tavaf hariç hacla ilgili
bütün işlemleri ve ibadetleri (menâsik) yapabilir. Haccın rüknü olan ziyaret
(ifâza) tavafını yapmak üzere temizleninceye kadar Mekke'de bekler.
Hanefîler'e göre hayızlı olarak tavaf yapılması geçerli olmakla birlikte ceza
kurbanı kesilmesi gerekir.

Hayızlı kadının Kur'an okuması ve Mushaf'ı eline alması, mescide girip
orada kalması, Hanefîler de dahil fakihlerin çoğunluğuna göre câiz değildir.
Bu konuda hayızlı kadın cünüp kimse gibidir. İhtiyaç halinde mescide girebilirler,
dua ve zikir niyetiyle dua âyetlerini, Fâtiha, İhlâs gibi sûreleri besmeleyi,
kelime-i tevhid ve şehâdeti okuyabilirler. Mâlikî fakihleri ise, bazı
sahâbe ve tâbiîn âlimlerinden rivayet edilen görüşlerin desteğiyle, kadının
hayız süresi içinde Kur'an okuyabileceğini, fakat hayız kanı kesildiği andan
itibaren gusledip temizleninceye kadar cünüp hükmünde olup Kur'an okuyamayacağını
belirtmişlerdir. İbn Hazm bu şartı da aramaz. Mâlikîler ve İbn
Hazm dahil bir grup İslâm bilgini, cünüplük halinin iradî, hayızın ise gayri
iradî oluşundan hareketle hayızlı kadın lehine bir ayırım yapmayı gerekli
görmüş, özellikle Mâlikîler kadınların Kur'an öğretimi ve öğrenimi için böyle
bir ruhsata ihtiyacı bulunduğu noktasından hareket etmişlerdir.

Hayızlı kadının hayız sebebiyle ibadet edememesi, Kur'an okuyamaması
dinin kendisine tanıdığı bir muafiyettir. Bu ibadetleri yapamadığı için dinî bir
sıkıntı, eksiklik ve sorumluluk duyması yersizdir. İbadetlerde sayı ve süreden
ziyade niyet ve fikrî-ruhî yoğunluk önemlidir. Fakat Kur'an öğretimi ve
öğrenimi ile meşgul olan kadınlar, hatta mazeret beyan etmesinin kendisini
zor durumda bırakacağı bir ortamda bulunan kadınlar yukarıdaki ruhsattan
yararlanarak hayızlı oldukları halde Mushaf'ı ellerine alıp, Kur'an okuyup
dinleyebilirler.

Hayızlı kadınla cinsel ilişkide bulunmak, âyetin de açık ifadesi gereği (el-
Bakara 2/222) haramdır. Böyle bir ilişkide bulunan kimsenin bu günahından
tövbe ve istiğfar etmesi gerektiği gibi belli bir miktar (ilk günlerdeki ilişki için
4,25 gr., son günlerdeki için bunun yarısı miktarda altın) sadaka vermesi de
gerekli görülür. Hayızlı kadının göbekle diz kapağı arasından cinsel amaçla
yararlanma da câiz görülmez. Bunun dışındaki yerler ve fiiller içinse herhangi
bir sınırlama getirilmemiştir. Hayız kanı kesilen kadın gusletmedikçe
cinsel ilişkide bulunamaz. Ancak Hanefîler hayız kanının alışılmış, belirli
âdet süresinin sonunda kesilmesinden itibaren bir namaz vakti geçtikten
sonra gusül yapılmasa da cinsel ilişkinin câiz olduğu görüşündedir.

Hayızlı kadınla cinsel ilişkinin dinen yasaklanması kadının beden ve ruh
sağlığı açısından da son derece gerekli bir tedbirdir. Bu dönem, kadınların her
türlü ruhî gerilime, mikrop ve hastalık kapmaya açık oldukları bir dönemdir.

Hayız süresi sona eren kadının ibadetleri eda edebilmesi için gusletmesi
gerekir.

Kadınların hayız dönemlerinde bedenen ve ruhen hassasiyet kazandıkları,
onlara karşı çevresindekilerin daha anlayışlı davranması gerektiği açıktır. Kadınlar
da âdet dönemlerinde beden temizliğine ve sağlık kurallarına daha çok
önem vermeli ve uymalı, mümkünse sık sık banyo yapmalı, etrafındaki insanları
rahatsız etmemek için gerekli tedbirleri almalıdır.

B) NİFAS

Fıkıh dilinde nifas yani loğusalık, doğumdan hemen sonra kadının cinsel
organından gelen kan veya bu şekilde kan gelmesinin sebep olduğu hükmî
kirlilik (hades) halinin adıdır. Böyle kadına da loğusa (nüfesâ) tabir edilir.

Nifas fizyolojik ve tıbbî bir olay olduğundan nifasının en kısa ve en
uzun süresinin belirlenmesi konusunda yine tıp bilim dalının ve uzmanlarının
görüşü esastır. Fakihler bu konuda bir süre telaffuz etmekte hayli çekimser
davranmışlardır. Ancak doğum yapan kadının ne zaman ibadetleri
ifa etmeye başlayabileceğine açıklık getirme maksadıyla nifas kanı için
âzami süre koymanın ve bu süreden sonra akan kanın hastalık (istihâze,
özür) kanı sayılmasının yararlı olacağını düşünmüşlerdir. Onların bu belirlemesi
esasen toplumlarının kültür ve tecrübe birikimlerini yansıtmaktadır.
Hanefî ve Hanbelîler nifasın en uzun süresinin 40, Mâlikî ve Hanbelîler ise
60 gün olduğu görüşündedir. Bu süreler tamamlanmadan da nifas kanı kesilebilir.
O zaman fiilî durum esas alınır ve kanın kesilmesiyle nifas hali dinen
sona ermiş sayılır.

Nifas için âzami süre belirlemesi, nifas kanına hastalık kanının eklenmesi
halinde önem taşır ve böyle bir belirleme kadının dinî mükellefiyetlerine
açıklık getirmeyi sağlar. Bu süreden sonra gelen kan nifas kanı değil
hastalık kanı sayılacağından, bu durumdaki kadının boy abdesti alarak nifas
halinden çıkması ve özürlü kimselere tanınan ruhsatı ve öngörülen hükmî
temizlenme usulünü kullanarak ibadetlerine başlaması gerekir.

Normal doğumla veya el, ayak gibi uzuvları belirmiş olan bir çocuğun
düşmesiyle nifas hali meydana gelir. Daha önceki dönemdeki düşükler için
nifas hükümleri uygulanmaz. Nifasın âzami süresi içinde fâsılalı olarak görülen
temizlik de nifastan sayılır.

Kadınların hayız hali ile ilgili dinî hükümler nifas için de geçerlidir. Nifas
halinde kadınlara ibadetler konusunda muafiyet tanınır. Namaz kılamaz,
oruç tutamaz, Mushaf'ı eline alamaz, Kur'an okuyamaz, mescide giremez,
Kâbe'yi tavaf edemez, cinsel ilişkide bulunamaz. Bu sürede terkettiği namazları
kazâ etmez, fakat tutamadığı farz ve vâcip oruçları sonradan kazâ
eder. Loğusalık dönemindeki cinsel ilişki dinen haram olduğu gibi kadının
beden ve ruh sağlığı açısından da son derece zararlıdır. Hayız hali için söz
konusu edilen ruhsatlar nifas için de geçerlidir.

Nifas hali sona eren kadının gusletmesi gerekir. Gusletmedikçe belirtilen
ibadetleri eda edemez. Cinsel ilişkinin helâl olabilmesi için nifas kanı kesildikten
sonra kadının gusletmesi veya (Hanefîler'e göre) bir namaz vakti kadar
sürenin geçmesi gerekir.

C) İSTİHÂZE

Rahim içi damarlardan hayız ve nifas hali dışında ve bir hastalık veya
yapısal bozukluk sebebiyle gelen kana istihâze (özür kanı) denilir. Diğer bir
ifadeyle istihâze, kadının âdet ve loğusalık dışındaki kanamalarının genel
adıdır. Fakihlerin, hayız ve nifasın âzami sürelerini belirleme çabalarının bir
amacı da hayız ve nifas kanı ile istihâze kanını birbirinden ayırt etme konusunda
kadınlara genel ve pratik bir ölçü vermektir. Bu konuda her bir kadının
kendi tecrübe ve kanaatinin de önemli olduğunu, nihaî olarak da tıp
biliminin tesbitlerinin ölçü alınması gerektiğini belirtmek gerekir.

İstihâze kanı, dinmeyen burun kanaması, tutulamayan idrar veya bir yaradan
sürekli kan akması gibi sadece abdesti bozan bir özür (mazeret) halidir. Bu
durumdaki kadın gerekli maddî-bedenî temizliği yapar, tedbirleri alır ve özürlü
kimselere tanınan ruhsat ve muafiyetleri kullanarak her bir namaz vakti için ayrı
ayrı abdest alıp ibadetlerini eda eder. Alınan bu abdestle o vakit içindeki bütün
farz, vâcip ve nâfile, eda ve kazâ namazları kılabilir. Şâfiî ve Mâlikîler'e göre her
bir farz namaz için ayrıca abdest almak gerekir.

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol