Maddi Temizlik
MADDİ TEMİZLİK
Temizlik kişinin maddi ve manevi kirlerden arınması, iç ve dış dünyasının temiz olması demektir. Dinimiz genel olarak temizliği emretmekle birlikte bazı ibadetlerin de şartı kılmış, aynı zamanda temizlik sağlıklı yaşamın da bir gereğidir. Allahın rızasını kazanmaya vesiledir. Kur’an-ı Kerim’de konumuzla ilgili olarak
إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ
“Şüphesiz Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever” (Bakara, 2/222) buyurulmuş; Hadisi Şerifte de temizliğin imanın yarısı (Müslim, Tahâret 1) olduğu ifade edilerek İslam dininin temizliğe verdiği önem belirtilmiştir. Temizlik maddi ve manevi temizlik şeklinde iki kısımda ele alınabilir.
İlk inen surelerden olan Müddesir suresinde elbiseni, temizle-temiz tut” emrinin verilmesi İslam’ın daha işin başında maddî ve manevî anlamda temizliğe verdiği önemi ifade ediyor.
MADDÎ TEMİZLİK
Maddî temizlik; eşyanın, mekânın, giysilerin, bedenin, ev, işyerinin, mabet ve yaşadığımız çevrenin temizliğidir.
Maddi temizliğin en önemli unsurlarından biri beden temizliğidir. Sağlıklı yaşayabilmemiz ve toplumda saygın bir insan olarak yerimizi alabilmemiz için beden temizliğine özen göstermemiz gerekmektedir. Müslümanın gerektiği zaman günlük ve haftalık beden temizliği yapması gerekir. Yüce Rabbimiz ve sevgili Peygamberimiz bu temizliğe çok önem vermiştir.
ف۪يهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّر۪ينَ
“Orada (Kuba’da) temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever.” (Tevbe, 9/108). Bu ayet inince Peygamberimiz,
يَا مَعْشَرَ الْأَنْصَارِ! أَنَّ اللَّه قَدْ أَثْنَى عَلَيْكُمْ فِيْ الطُهُورِ فَمَا طُهُورُكُمْ؟ قَالُوا نَتَوَضَّأُ لِلصَّلَاةِ وَنَغْتَسٍلُ مِنْ الْجَنَابَةِ وَنَسْتَنْجِي بِالَمْاءِ
“Ey Ensar topluluğu! Allah sizi temizlik konusunda övüyor. Övgüye layık olan bu temizliğiniz nedir diye sordu. Onlar da “Biz namaz için abdest alırız, cünüplükten guslederiz, su ile istinca ederiz yani büyük ve küçük abdesti bozduğumuzda o mahalli güzelce temizleriz” (İbni Mace, Taharet, 28). cevabını vermişlerdir
إِذَا أَرَادَ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْتِيَ الْجُمُعَةَ فَلْيَغْتَسِلْ
Peygamberimiz (a.s.), “Sizden biriniz Cuma namazına geldiğiniz zaman, yıkansın, boy abdesti alsın. (Müslim, Cuma, 2.)
غُسْلُ يَوْمِ الْجُمًعَةِ عَلَى كُلِّ مُحْتَلِمٍ وَسِوَاكٌ. وَيَمَسّ مِنَ الطِّيبِ مَا قَدَرَ عَلَيْهِ
“Cuma günü, boy abdesti almak, dişleri fırçalayıp temizlemek ve güzel koku sürünmek ergenlik çağına gelmiş her kişiye gereklidir.” (Müslim, Cuma, 7.)
حَقٌّ لِلّٰهِ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ أَنْ يَغْتَسِلَ فِي كُلِّ سَبْعَةِ أَيَّامٍ يَغْسِلُ رَأْسَهُ وَجَسَدَهُ
“Her Müslümana en az haftada bir gusul abdesti almak, başı ve vucudu yıkamak Allah’ın hakkıdır.” (Müslim, Cuma, 9.)
Bu itibarla her gün kirlenen uzuvlarımızı temizlemek dinî görevmizdir. Aynı zamanda kirlenen elbiselirimiz ve çamaşırlarımızı da muhakkak temizlemeliyiz.
Her insan kendi temizliğinden kendisi sorumludur. Ancak çocuklarımızın da temiz olmasından ve temizlik alışkanlığı kazanmalarından başta anne baba olmak zere bütün toplum sorumludur.
Cilt, ağız ve diş temizliği
Cildimizin temizlenmesi önemli bir görevdir. Pek çok bulaşabilecek hastalıkları cilt temizliği ile önleyebiliriz. Günde beş vakit kılınan namaz için alınan abdestler el, yüz, ayak ve cildin temizliğinde önemli bir görevi yerine getirmektedir.
Temizliği gerektiren bir husus da vücuttta kötü kokuların giderilmesidir. Özellikle camiye gelirken diğer insanlara eza verecek şeklde kötü kokuyla dışarıya çıkmak hem yasaklanmış hem de kul hakkını ihlal eden bir husustur. Efendimiz bu konuda biz müminleri şöyle uyarmaktadır:
"Kim sarmısak veya soğan yemişse, bizden ve mescidimizden ayrılsın! (Buhari Ezan, 160)
Bir adam saçı sakalı dağınık bir vaziyette Hz. Peygamber’in yanına gelir, Hz. Peygamber eliyle, adama işaret ederek sanki saç bakımını yapmasını emreder. Adam saçını sakalını düzelterek geri gelir ve Peygamber (asm);
“Şu hâl, sizden birinizin şeytan gibi saçı dağınık bir vaziyette gelmesinden daha hayırlı değil mi?” (Muvatta, Şaar, 7) buyurur.
Ağız ve diş temizliği de dinimiz ve sağlığımız açısından çok önemlidir.
تَسُوكُوا فَإِنَّ السِّوَاكَ مُطَهِّرَةٌ لِلْفَمِ مَرْضَاةٌ لِلرَّبِّ
“Dişlerinizi fırçalayın. Çünkü dişleri fırçalamak, ağzı temizler, Rabbi razı eder.” (Nesâî, Taharet7)
لَوْلاَ أَنْ أَشُقُّ عَلَى أُمَّتِي لأَمَرْتُهُمْ بِالسِّوَاكِ عِنْدَ كُلِّ صَلاَةٍ
“Ümmetime zor gelmeyecek olsaydı her namaz öncesinde dişlerin fırçalanması ve temizlenmesini emrederdim” (Tirmizi, Taharet, 23.) buyrumuştur.
Dişleri düzenli olarak fırçalar ve bakımına özen gösterirsek, islami ve insani davranmış olur aynı zamnada sünnete ittiba ederiz.
Avret mahallinin temizliği
Küçük ve büyük abdest bozduktan sonra bu mahaller güzelce temizlenmeli ve kurulanmalıdır. Aksi takdirde hem sağlık sorunları ortaya çıkar hem de namazın geçerliliğine engel olur. Çünkü namazın geçerli olabilmesi necasetten taharet şarttır. İdrarın da elbise ve vucuda bulaştırılmamasına özen gösterilmelidir. Peygamberimiz
أَكْثَرُ عَذَابِ الْقَبْرِ مِنَ الْبَوْلِ
“Kabir azabının çoğu idrar yüzünden” İbni Mace, Taharet, 26.) olduğunu bildirmiştir. Bir gün iki kabir görmüş ve şöyle buyurmuştur.
إِنَّهُمَا يُعَذَّبَانِ وَمَا يُعَذَّبَانِ في كَبِيرٍ أَمَّا هَذَا فَكَانَ لاَ يَسْتَتِرُ مِنْ بَوْلِهِ وَأَمَّا هَذَا فَكَانَ يَمْشِي بِالنَّمِيمَةِ
“Bu iki kabirde yatan insanlar azap görmektedir ve azap görmeleri de çok büyük günah sebebiyle değildir. Bunlardan biri, üzerine idrar sıçramasından korunmazdı, diğeri de koğuculuk, gıybet yapardı.” (Tirmizi, Taharet, 51.)
El, ayak ve tırnak temizliği
Günlük yaşamda en fazla kirlenen organların başında ellerimiz gelmektedir. Kirli yüzeylere sürülen ve dokunan eller yıkanmazsa birer mikrop barınağı haline gelir. Bu nedenle ellerin, içi, dışı ve parmak araları düzenli olarak sabun ile yıkanmalı, durulanmalı, başkası tarafından kullanılmamış havlu, kâğıt havlu ya da kâğıt mendille kurulanmalıdır.
Ellerimizi özellikle yemeklerden önce ve sonra, yemek hazırlamadan önce ve sonra, diş, ağız, yüz, göz temizliği yapmadan önce, tuvalet gereksiniminin giderilmesinden önce ve sonra, kirli ve tozlu bir işi tamamladıktan sonra, dışarıdan eve ve işe geldikten sonra, hasta olan bir yakınımızı ziyaretten sonra yıkamaya özen gösterilmelidir. Efendimiz bir hadiste
Evinin hayrını, bereketini çoğaltmak isteyen, yemekten önce ve sonra, elini ve ağzını yıkasın (Ebu Dâvud, Et'ime, 12.) buyurmuştur.
El ve ayak tırnakları periyodik olarak kesilmelidir. Bu konuda da
Tırnaklarınızı kesip gömün! Ağzınızdaki yemek kırıntılarını temizleyin ve misvak kullanın! Yanıma, dişleri sarı, ağzı kokar vaziyette gelmeyin! Hadisi bizi yönlendirmktedir.
Genel olarak beden uzuvlarımızın temizliği ile ilgili olarak peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
مِنَ الْفِطْرَةِ الْمَضْمَضَةُ وَالْاِسْتِنْشَاقُ وَالسِّوَاكُ وَقَصُّ الشَّارِبِ وَتَقْلِيمُ الْأَظَافِرِ وَنَتْفُ الْإِبْطِ وَالْاِسْتِحْدَادِ وَغَسْلُ الْبَرَاجِمِ وَالْاِنْتِضَاحُ وَالْإِخْتِتَانُ
“Mazmaza ve istinşak yani ağzı ve burnu bol su ile yıkamak, dişleri temizlemek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altlarını temizlemek (ve etek tıraşı olmak), saç tıraşı olmak, parmak aralarını yıkamlak, kirlenen giysileri yıkamak ve çocukları sünnet ettirmek fıtratın geriğidir.” (İbni Mace, Taharet, 8.)
GİYSİLERİN TEMİZLİĞİ
Güzel ve temiz elbise kişiye toplumda saygınlık kazandırır. Müslümanın elbisesi eski olabilir ama kirli olamaz, olmamalıdır. Müslüman yakası, paçası, kolu vesair yerleri kirlenmış elbise giyip toplum içine çıkamaz. Bu, yüce dinimizin bizden istediği bir görevdir. Bu görevin terk edilmesi bir kusurdur, kendimize, Rabbimize ve topluma karşı saygısızlıktır. Efendimizin bu konudaki bir hadisi şöyledir:
Elbiselerinizi yıkayın, fazla kıllarınızı temizleyin, dişlerinizi misvaklayın, temiz, güzel giyinin! Nezafet sahibi olun! (İbni Asakir, Tarih)
EV, MABET, HASTANE VE OKUL GİBİ ORTAK KULLANILAN MEKÂNLARIN TEMİZLİĞİ
Müslüman bedenini, uzuvlarını ve giysilerini temiz tuttuğu gibi ev ve iş yerini, mabet, hastane ve okul gibi ortak kullanılan yerleri de temiz tutar ve temizler. Yüce Allah mabetlerin temizlenmesi ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
وَعَهِدْنَآ اِلٰىٓ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّآئِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُود
“İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rukû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” (Bakara, 2/125.)
Özellikle camilere kirli çorap ve çıplak ayaklarla gedilmemelidir. Çünkü kirli çoraplar ve çıplak ayaklarla halılar kirletilir veya bazı hastalalıkların bulaşmasına sebeb olur.
MANEVİ TEMİZLİK
Manevî temizlik kişinin kalbini kötü duygu ve düşüncelerden, bedenindeki organlarını günahlardan arındırmasıdır. Kalp (gönül) temizliği diğer temizliklerden önce gelir.
Peygamberimiz (SAV): “Şüphesiz ki Allah, sizin bedenlerinize ve suretlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33) buyurdu ve parmakları ile göğsüne işaret etti.
İşte imanın mahalli nazargahi ilahi kalptir. Bu kadar önemli olan kalbin kötü duygu ve düşüncelerden temiz tutulması gerekir. Kalbin temiz olması, insan vücudunda bulunan bütün organları olumlu şekilde etkiler. Çünkü insan bedeninde bulunan bütün organlar kalbe bağlıdır, onun emrindedir. Peygamberimiz (SAV) bu hususu şöyle ifade buyuruyor:
“İyi biliniz ki, insan vücudunda bir çiğnem et parçası vardır. Bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur, bozuk olursa bütün vücut bozulur. Bu et parçası kalptir.”(Buhari, İman 39)
İslâm’ın beş esasından biri olan zekât da bir çeşit manevî temizliktir. Zekât, Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile servetin içinde yoksulun hakkıdır ve aynı zamanda servet için bir kir ve lekedir. Diğer taraftan servet sahibinin gönlü de cimrilik gibi hasis huyla kirlidir. Maldaki bu lekeyi, gönüldeki bu kiri yalnız zekât temizleyebilir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ:
“Servet sahiplerinin mallarından zekât al. Zekât onların mallarını temizler ve vicdanlarını arıtır.” (Tevbe,103)
Kalbi temiz olan kimsenin elinden ve dilinden insanlar rahatsız olmazlar, olmamalıdırlar. Diliyle elleri ve gözleri ile başkalarını inciten, zarar veren bir kimsenin, “kalbim temizdir.” demesi bir anlam taşımaz ve gerçeği yansıtmaz.
Kulun işlediği günah kalbinin kirlenmesine ve kararmasına sebeptir. Nitekim Peygamberimiz (SAV): “Kul bir günah işlediği vakit kalbinde siyah bir nokta, bir leke yapar. Eğer tövbe edip vazgeçer, mağfiret dilerse kalbi temizlenir ve parlar. Döner tekrar yaparsa o leke artar, nihayet kalbini ele geçirir. İşte Kur’an’da Allah’ın zikrettiği: “Hayır hayır, onların kazandığı günahlar kalplerinin üzerine pas olmuştur.” ayetindeki ran budur.” (İbn Mace Zühd 19) buyurmuştur.
Kalbi bu günah kirinden ancak tövbe temizler. İşlenen günaha pişmanlık duyarak tövbe eden ve Allah’tan bağış dileyen kimsenin kararan kalbi tekrar aydınlığa kavuşur. Kıyamet gününde insana fayda verecek olan böyle günahlardan arınmış bir kalp ile Allah’ın huzuruna gelmek. Nitekim Allah’ın dostu olma şerefi ile şereflenmiş bir Peygamber olan İbrahim (AS)’ın duasını Kur’an-ı Kerim şöyle anlatıyor:
وَلَا تُخْزِنِي يَوْمَ يُبْعَثُونَ: يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُو :إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ:
“İbrahim (AS): ‘(Allah’ım) İnsanların dirilip huzuruna gelecekleri gün beni utandırma. O gün ne mal fayda verir ne de evlat. Ancak Allah’a temiz bir kalp ile gelenler (o günde fayda bulur).” (Şuara 87,89)(Diyanet İşleri Başkanlığı; 07.09.2018 Tarihli Cuma Vaazı (Maddi Manevi Temizlik Ve Çevre Temizliği Bilinci)
Temizlik
Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetinde, Hz. Peygamber'in hadislerinde ve örnek
hayatında temizliğin önemi ve gerekliliği üzerinde ısrarla durulmuş, genel
anlamda temizlik ve ibadet amaçlı temizlikle ilgili birtakım ilke ve ölçüler getirilmiş
ve temizlik bazı ibadetler için ön şart sayılmıştır. Bu, İslâm dininin
dünya hayatına hem âhirete uzanan bir köprü olması hem de insanın yaratılışından
beklenen ulvî gaye ve hikmetlerin gerçekleşme alanı olması cihetleriyle
önem vermesinin, insan hayatını maddî ve mânevî yönleriyle bir bütün halinde
ele almasının ve neticede bu hayatı düzene koymada ferde yardımcı
olmasının tabii bir sonucudur. Çünkü din, özü itibariyle mânevî kirlerden
arınma, Allah'ı tanıma, O'na itaat ve ibadet etmeden ibaret gibi görünse de
ruhun yücelişi ve insanın böyle mânevî bir bağlantı ortamına geçebilmesi için
insanı çevreleyen fizik şartların da buna uygun olması gerekir. İbadet hayatıyla
ve mânevî temizlenme ile beden ve çevre temizliği arasında sıkı bir bağın
kurulması hatta Kur'an'da temizlikten, hem maddî hem de mânevî temizliği
kapsayacak şekilde genel bir anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır. Öte
yandan İslâm dini ferdin âhiret kadar dünya hayatında da her yönden mutlu
ve huzurlu olmasını arzu ettiği, müslümanların sağlıklı ve güvenli bir toplum
oluşturmasını dinî hayat için âdeta ön şart mesabesinde gerekli gördüğü için,
başta beden temizliği olmak üzere maddî temizliği de dinî mükellefiyet kapsamında
görmüş, bu konuda ferde bir dizi ödev ve sorumluluk yüklemiştir.
İslâm kültüründe genel anlamdaki temizlik ile ibadet amaçlı temizlik birbirini
tamamlar ve birlikte bir anlam ifade eder. Bu sebeple İslâm bilginleri temizliği
maddî temizlik, hükmî temizlik ve mânevî temizlik şeklinde üç safhalı bir faaliyet
olarak görmüşlerdir. Beden, elbise ve çevre temizliği şeklinde ifade edilebilecek
olan maddî temizliğin de, genelde ibadete hazırlık ve ön şart olarak, kimi durumda
ibadet olarak değerlendirilmiş olması, ona, İslâm kültüründe bir ibadet
içeriği kazandırıldığını gösterir. Abdest ve gusül, hükmî temizlik kademesidir.
Üçüncü kademede ise kişinin uzuvlarını gıybet, yalan, haram yemek, mala hıyanet
etmek gibi günahlardan, kalbini haset, kibir, gösteriş, hırs ve benzeri kötü
huy ve hastalıklardan, hatta benlik ve bilincini Allah'ın gayrısından (mâsivâ)
temizlemesi gelir. Müslümanın kademe kademe arınması ve temizlenmesi, Allah'ın
huzuruna böyle bir safiyet ve arılıkla çıkması öğütlenir.
Maddî temizlik İslâm dininin fevkalâde önem atfettiği bir konudur.
Kur'ân-ı Kerîm'de çevrenin ve ibadet yerinin temizliğinden söz edilir, Allah'ın
temizlik konusunda titizlik gösterenleri sevdiği bildirilir (el-Bakara 2/125; et-
Tevbe 9/108; el-Hac 22/26). Hz. Peygamber de "Temizlik imanın yarısıdır"
(Müslim, “Tahâret”, 1), "Allah temizdir, temizliği sever" (Tirmizî, “Edeb”, 41),
"Namazın anahtarı temizliktir" (Ebû Dâvûd, “Salât”, 73; Tirmizî, “Tahâret”, 3)
buyurmuş; değişik vesilelerle beden ve çevre temizliğini emretmiş veya tavsiye
etmiş, bu konuda davranışlarıyla ashabına ve bütün müslümanlara
örnek olmuştur. İslâm'ın bu ısrarlı takibi neticesinde temizlik müslümanların
hayatına dinî yönü de bulunan bir kültür ve gelenek olarak yerleşmiş, fıkıh
kitaplarının ilk bölümünü temizlik (tahâret) konusu teşkil etmiştir. Bu bölümde
ibadetlere hazırlık mahiyetinde ve onların ön şartı olan abdest, gusül,
teyemmüm gibi hükmî temizliğin yanı sıra suların temizliği, dinen ve maddeten
pis (necis) sayılan şeyler, temizlenme usulleri gibi konuların da ayrıntılarıyla
ele alındığı görülür. Görünür kir ve pisliklerin giderilmesi "necâsetten
tahâret", abdestsizlik durumunun kaldırılması ise "hadesten tahâret" olarak
adlandırılır. Her iki tür temizlik de ibadete hazırlık olmakla birlikte aralarında
mahiyet farkı olduğu açıktır. Bu farkı göstermek üzere Türkçe ilmihal kitaplarında
birincisine "maddî temizlik", ikincisine "dinî temizlik" veya "mânevî
temizlik" denilmiştir. Her iki nitelendirme eksik olduğu gibi yanlış anlaşılmaya
da müsaittir.
İslâm dini, beden ve elbise temizliğini emrettiği gibi, kalp ve gönül temizliğini
de emretmiştir. Beden ve elbise temizliği, görünen kir ve pisliklerin temizlenmesi
anlamına gelir ve buna "maddî" (dış) temizlik denir. Dinimizin, üzerinde daha
önem ve titizlikle durduğu temizlik ise kalp ve gönül (iç) temizliğidir. Kalbin
temizliği, dünyevî ilişkiler boyutunda, insanın hemcinslerine karşı kötülük, kin
ve haset gibi olumsuz duygulara kalbinde yer vermemesi, aksine iyilik ve hoşgörüyü
ilke edinmesi anlamına geldiği gibi, tasavvufî boyutta, kalbin mâsivâdan
arınması anlamına gelir ki her iki boyutuyla kalbin temizlenmesi, "gerçek" bir
temizliktir. Bununla birlikte kalpten giderilen şey duyularla algılanır bir kir olmadığı
için bu temizlik, maddî olmayan anlamında "mânevî" temizlik olarak nitelendirilmiştir.
İslâm dini gerek maddî, gerekse mânevî temizliği önemle ve ısrarla
emrettiğinden, bu iki tür temizlik için en genel anlamda "dinî temizlik"
nitelemesini yapmak da mümkündür. Üçüncü bir temizlik çeşidi ise, özellikle
namaz ibadeti için öngörülen ve fıkıh kitaplarında "hadesten tahâret" olarak
isimlendirilen "ibadet amaçlı temizlik"tir. Bu tür temizlik, mahiyetçe bahsi geçen
iki tür temizlikten farklı olduğu için bunun isimlendirilmesinde bazı sıkıntılar
yaşanmıştır. Maddî ve mânevî temizliğin dinin emri olduğu ikinci plana düşürülecek
şekilde, sadece bunun "dinî temizlik" olarak isimlendirilmesi uygun değildir.
Çünkü, "dinî temizlik" ifadesinin, hem maddî (dış) temizlik hem mânevî (iç) temizlik
hem de ibadet için öngörülen bu özel temizlik türünü içine alacak şekilde
kullanılması mümkündür. İbadet amaçlı temizliğin, "hükmî temizlik" olarak nitelendirilmesi
de eksik olup bazı zorluklar taşımaktadır. Çünkü "hükmî temizlik"
ifadesi, esasında, "gerçek temizlik" mukabili olarak kullanılmakta, dolayısıyla
gerçek temizliği içermemektedir. Halbuki abdest ve gusül, ibadet amaçlı olmakla
birlikte gerçek temizliği içermektedir. Bu bakımdan "hükmî temizlik" ifadesi, sadece
ibadet amaçlı olmakla birlikte gerçek temizlik içermeyen "teyemmüm" için
kullanılabilir.
Diğer temizlik türlerinden ayırmak üzere, ibadete hazırlık olduğu için vesile
ibadet olarak kabul edilen abdest, gusül ve teyemmüm için, "ibadet temizliği"
veya "ibadet amaçlı temizlik" tabirini kullanmak daha doğru ise de,
yaygın kullanıma uyarak "hükmî temizlik" ifadesini kullanmayı
şimdilik sürdüreceğiz.
II. MADDÎ ve HÜKMÎ TEMİZLİK
Şüphesiz ki maddî temizliğin ölçütü ve temizlenme yolları toplumların
kültür ve gelenekleriyle, şart ve imkânlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu sebeple
de İslâm dini, hem temizliğin gereklilik ve önemini sıklıkla vurgulayarak
bu konudaki ana fikri canlı tutmaya, hem de hitap ettiği toplumların temizlik
kültür ve usullerini imkânları ölçüsünde daha iyiye doğru geliştirmeye önem
vermiştir. Böyle olduğu için de İslâm toplumlarında temizlik ana fikri, İslâm
kültürünün aslî unsurlarından birini teşkil etmiştir. Suyun İslâm medeniyetinde
ayrı bir önem kazanmasının bir sebebi de bu olmalıdır. Öte yandan suyun
temizliği ve su ile temizlenme başta olmak üzere temizlik araç ve gereçlerinin
toplumların şart ve imkânları, pozitif bilimlerin bu konudaki katkısı
nisbetinde giderek değiştiği ve iyileştiği de açıktır. Bu sebeple fıkıh kitaplarında
çevre ve beden temizliği konusunda yer alan çeşitli kıstas ve usuller bir yönüyle
İslâm âlimlerinin temizlik konusuna verdiği önemi, onların bu gayeyi
gerçekleştirmeye mâtuf çabalarını, bir yönüyle de içinde bulunulan şart ve
imkânlara bağlılığı yansıtır.
Temizlik İslâm'ın çok önem verdiği dinî bir vecîbe ve sağlıklı yaşamanın
önemli bir şartı olmasının yanı sıra insan olmanın onur ve şerefinin de gerektirdiği
tabii bir durumdur.
Fıkhî bir terim olarak tahâret (temizlik), hem maddî pislikten ve kirlerden
hem de hükmî kirlilik halinden (hades) temizlenmeyi kapsar. Bu sebeple
hükmî temizlik aynı zamanda maddî temizliği de içine alır. Diğer bir ifadeyle,
ferdin bedenini ve çevresini maddî kirlerden temizlemesi, hükmî temizlik
için genelde ön şart durumundadır. Maddî temizliğin tabii usulü su ile
temizliktir. Bu yüzden fıkıh kitaplarında suyun kendisinin temiz olması ve
temizlikte kullanılması konusu üzerinde öncelikle ve önemle durulur.
Suyun bulunmadığı veya temizleyici nitelikte olmadığı durumlarda diğer
temizleme araç ve usullerine başvurulur. Öte yandan temizliğin gerektiği
şekilde yapılabilmesi için hükmî kirlilik hallerinin yanı sıra dinen kir ve pis
(necis) sayılan şeylerin ve bunların temizlenme usullerinin de bilinmesi gerekir.
Bu çerçevedeki bilgilerin bir kısmı bilimsel araştırma, tahlil ve deneyimi
gerektirse de önemli bir kısmı bizzat fertler tarafından bilinip uygulanabilecek
durumdadır. Bu sebeple de maddî ve hükmî temizlikle ilgili temel
bilgiler ve pratik çözüm yolları ferdî mükellefiyet kapsamındaki ilmihal bilgileri
arasında yer almıştır.
A) SUYUN ÖNEMİ VE TEMZİLİKTEKİ ÖNEMİ
Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın insanı ve diğer canlıları sudan yarattığı
(el-
Enbiyâ 21/30, en-Nûr 24/45, el-Furkan 25/54), temizlenme dahil birçok hikmete
mebnî olarak gökten temiz su indirdiği (el-Bakara 2/22, 164, el-Enfâl
8/11, el-Furkan 25/48) belirtilerek suyun yeryüzündeki varlıkların hayatı
açısından önemine ve aslî temizlik aracı olduğuna işaret edilir. Hz. Peygamber'in
hadislerinde de yine su ile temizlenmenin önemi sıklıkla vurgulanarak
durgun ve akarsuların, yağmur, kaynak, deniz ve göl sularının maddî ve
hükmî temizlikte kullanılmasıyla ilgili temel açıklamalar yer alır. Durgun ve
akarsuların temizliğinin sağlanması ve korunması, bu konuda önerilen tedbirler,
getirilen yasaklamalar hadis kültüründe önemli bir yekün tutar.
Suların temiz sayılması ve temizleyici olması
(hükmî temizlikte kullanılabilmesi)
konusunda fıkıh literatüründe yer alan ayrıntılı bilgiler, yukarıda
sözü edilen hadislerin ışığında müslüman toplumların asırlar boyunca oluşan
bilgi ve tecrübe birikimlerinin ürünüdür. Hanefî fıkıh kültüründe su,
doğal su özelliğine sahip olup olmaması yönüyle mutlak ve mukayyet su,
yenilenme ve akıcılık özelliğine göre de durgun ve akarsu kısımlarına ayrılır.
Sularla ilgili pratik bilgiler, literatürde bu ayırım ve adlandırma içinde verilmeye
çalışılır.
a) Mutlak(DOĞAL) Su - Mukayyet Su
Yaratıldığı tabii halini koruyan, mahiyetini değiştirecek başka maddeler
karışmamış suya mutlak su denilir. Yağmur, kar, deniz, ırmak, kaynak ve
kuyu suları normalde böyledir. Mutlak suyun üç özelliği ve iki tabiatı vardır.
Özellikleri, rengi, kokusu ve tadıdır; iki tabiatı da inceliği ve akıcılığıdır. Öte
yandan mutlak su, temiz ve temizleyici olup olmama yönüyle beş kısma
ayrılır. Suyun temizleyici sayılması, abdest ve gusül gibi hükmî temizlik
aracı olabilmesinin câiz oluşunu, temiz sayılması ise diğer maddî temizlik ve
kullanım aracı olabilmesini ifade eder.
1. Rengi, kokusu ve tadı bozulmamış, içine pis bir madde karışmamış,
kullanılması mekruh ve şüpheli hale gelmemiş sular hem temiz hem de temizleyici
sayılırlar. Tabiatta normal halde bulunan mutlak sular kural olarak
böyledir. İnsanın, at, deve, sığır, koyun ve keçi gibi eti yenen hayvanların
ve kuşların artığı sular da, bu sulara maddî bir pislik bulaşmadığı sürece
kural olarak hem temiz hem temizleyicidir.
2. Temiz ve temizleyici olmakla birlikte kullanılması mekruh olan sular:
Tavuk gibi eti yenen, kedi gibi eti yenmeyen evcil hayvanların, çaylak, doğan
gibi yırtıcı kuşların artığı sular böyledir. Hz. Peygamber kedi hakkında
"O pis değildir, çünkü aranızda dolaşıp duran yaratıklardandır" (Ebû Dâvûd,
“Tahâre”, 38) buyurarak bunlardan sakınmanın imkânsızlığına işaret etmiştir.
Eti yenmeyen yırtıcı kuşların gagaları kemik olduğundan, artığı sular
diğer yırtıcı hayvanlarınkinden farklı görülmüştür. Bu tür sularla abdest
almak veya gusletmek mekruhtur. Ancak normal su bulunmadığında bu
sular hem abdest ve gusül gibi hükmî temizlikte hem de maddî temizlikte
kullanılabilir.
3. Abdest, gusül gibi hükmî temizlikte kullanılmış olan sular (mâ-i
müsta‘mel), maddî bakımdan temiz olsalar bile ikinci defa hükmî temizlikte
kullanılamaz. Fakihler bu suların temizleyici olmadığını söylerken bunu anlatmak
istemişlerdir. Ancak fakihlerin çoğunluğu aslî özelliklerini kaybetmemesi
ve maddî bir kirlilik de taşımaması kaydıyla kullanılmış suyu temiz
sayar ve bu suyun maddî temizlikte kullanılabileceğini söyler. Bazı fakihlerin
ise ihtiyatla hareket edip kullanılmış suları dinen necis su grubunda mütalaa
ettiği görülür. Bu görüş ayrılıkları suyun kıt olması halinde kullanılabilecek
bazı ruhsatlar içermesi sebebiyle faydadan hâlî değildir. Abdestsiz
veya cünüp olan kimsenin suyu almak veya sıcaklığına bakmak amacıyla
elini suya sokmasıyla bu su kullanılmış sayılmaz.
4. Temiz ve temizleyici olmayan sular: İçine pislik düştüğü kesin olarak
veya galip zan ile bilinen –tanımı aşağıda gelecek olan– az miktardaki sular
ile içine düşen pislikten dolayı rengi, tadı veya kokusu bozulan büyük su
birikintileri ve akarsular böyledir. Köpeğin, eti yenmeyen vahşi hayvanların
artığı sular da temiz değildir.
5. Eşek ve eşekten doğan katırın artığı suların hükmî temizlikte kullanılıp
kullanılmayacağı ise şüphelidir. Temiz su bulunmadığında bunlarla abdest
ve gusül alınır ve ayrıca teyemmüm yapılır.
İçine temiz bir maddenin katılmasıyla incelik ve akıcılığını kaybeden
mutlak sulara veya tabii bir oluşumla meydana gelip özel bir isimle anılan
sulara "mukayyet su" tabir edilir. Gül suyu, meyve suyu, maden suyu, diğer
helâl meşrubat türleri veya içinde nohut, mercimek benzeri temiz şeylerin
pişmesiyle incelik ve akıcılığını kaybeden sular böyledir. Mutlak sular temiz
ve temizleyicilik özelliğini kaybetmediği sürece hem maddî pisliğin temizlenmesinde
hem de hükmî temizlikte kullanılabilirken mukayyet sular, normal
su bulunmadığı zaman sadece maddî temizlikte kullanılabilir.
Hanefîler dışındaki diğer mezheplerde sular genellikle 1. Temiz ve temizleyici
sular, 2. Temiz fakat temizleyici olmayan sular, 3. Temiz olmayan
yani necis sular şeklinde üç kısma ayrılarak incelenirse de, bu konuda genellikle
tecrübe ve gözleme dayalı bilgiler kullanıldığından mezhepler arasında
kayda değer bir görüş farklılığı yoktur.
b) Durgun Su – Akar Su
Suyun durgun veya akar olması, durgun ise miktarı, o suyun temiz ve
temizleyici olma özelliğini belirlemede etkin rol oynar. Akar sular ile büyük
havuz niteliğindeki durgun sular üç temel vasfından biri değişmedikçe yani
rengi, tadı veya kokusu bozulmadıkça içine düşen bir pislikten dolayı temiz
ve temizleyicilik özelliğini yitirmez. Buna karşılık küçük havuz niteliğindeki
durgun sular, içine bir pislik düşmekle üç temel vasfında değişme olup olmadığına
bakılmaksızın temiz ve temizleyici olmaktan çıkar. Kural bu olmakla
birlikte büyük ve küçük havuz ayırımında nasıl bir ölçünün kullanılacağında
fıkıh mezhepleri arasında görüş farklılıkları vardır. Hanefîler'e göre
durgun suyun derinlik ve hacminden çok yüzey genişliği önemlidir. Hanefîler'e
göre su, avuçlandığında elin dibe değmeyecek derinlikte olması kaydıyla,
yüzeyinin yaklaşık olarak 50 m2 olması, Şâfiî ve Hanbelîler'e göre ise
hacminin iki kulle (yaklaşık 206 litre) ve daha fazla miktarda olması halinde
büyük havuz hükmünü alır. Mâlikîler'e göre ise normal abdest ve gusül
suyu kabının alacağı su az su hükmündedir.
Fakihlerin bu konudaki yaklaşım ve kıstasları dikkatlice incelendiğinde,
onların hem suyun aslî özelliğini korumasına önem verdikleri hem de içine
küçük bir pislik düştü diye bol miktarda suyun kullanılamaz olmasını önlemek
istedikleri görülür. Böyle olunca suyun teminindeki kolaylık ve zorluk,
suya düşen pisliğin tür ve miktarı da göz önünde bulundurulmak kaydıyla,
mezheplerin bu konudaki farklı görüşlerinin bir ruhsat olarak değerlendirilebileceği,
kişilerin kendi kültür, imkân hatta kalbî mutmainlikleri açısından
bu ruhsatlardan birini seçebileceği söylenebilir. Diğer yandan suyun temel
özelliklerinde bir bozulma olduğunda veya yapılan bilimsel incelemeler ve
laboratuvar tahlilleri sonunda insan sağlığı ve çevre için zararlı olduğu tesbit
edildiğinde bu suyun kullanımının dinen de câiz olmayacağı açıktır. Çünkü
insanın sağlık, güvenlik ve huzur içinde yaşaması dinin genel hedeflerinden
biri olduğu gibi bilimin de ana gayesini oluşturur. Bu sebeple fıkıh kitaplarında
suyun maddî ve hükmî temizlikte kullanılabilmesi için aranan şartlar,
suyun kullanımının dinî hükmüyle ilgili nihaî bir ölçü ve çözüm olarak değil,
fertlere günlük yaşayışlarında kolaylık sağlamayı ve ortalama bir ölçü getirmeyi
amaçlayan öneri ve katkılar olarak anlaşılmalıdır. Nitekim madenî
kaplara konup güneşte ısıtılan suyun kullanımını bazı fakihlerin mekruh
gördüğü, bunu söylerken de bu tür suların sağlığa zararlı olduğu noktasından
hareket ettikleri bilinmektedir. Böyle olunca suyun temizliği konusunda
fıkıh kültürümüzdeki bu tür yaklaşımları ilke ve amaç yönüyle değerlendirip
günümüzdeki teknolojik gelişmelerden, arıtma ve tahlil imkânlarından ve
pozitif bilimin sonuçlarından âzami ölçüde yararlanmak vazgeçilmez bir
önem taşımaya başlamıştır.
B) MADDÎ ve HÜKMÎ KİRLİLİK
İslâm dini ferdî ve sosyal hayatın her alanında maddî temizliğe âzami titizliğin
gösterilmesini istediği, belirli ibadetler için de buna ilâve olarak hükmî temizliği
şart koştuğu içindir ki, maddî ve hükmî temizlik ve onun karşıtı olarak maddî
ve hükmî kirlilik fıkıh ve ilmihal kültürünün temel kavramları arasında yer al-
mıştır. Fıkıh literatüründe "tahâret" her iki tür temizliği de içine alan geniş bir
kapsama sahipken maddî kirlilik genelde "necâset", hükmî kirlilik de "hades"
terimleriyle ifade edilir. Beden, elbise ve namaz kılınacak yerde bulunan, namaz
ve benzeri ibadetlerin sıhhatine de engel olan hakiki yani maddî pisliklerden
temizlenmeye "necâsetten tahâret", abdestsizlik ve cünüplük gibi hükmî kirlilikten
temizlenmeye de "hadesten tahâret" denilir. Her iki tür temizlik de namaz ve
benzeri ibadetlerin ön şartı konumundadır.
a) Necâset
Necâset, hakiki ve maddî pislik, kirlilik demek olup böyle maddeye
"necis" tabir edilir. İslâm'da bir şeyin temiz olması asıl olup necâset ârızî bir
vasıftır. Bu sebeple fıkıh kitaplarında dinen necis sayılan maddeler ve necis
sayılma ölçüleri zikredilmekle yetinilir.
Ana hatlarıyla ifade etmek gerekirse, etinin yenmesi ister helâl ister ha-
ram olsun, akıcı kanı olan kara hayvanlarından dinî usule uygun biçimde
boğazlanmadan ölen veya öldürülen ve bu hükümde olan hayvanların etleri
necistir. Kan, domuz eti, sarhoş edici içkiler, insan idrarı, dışkısı ve ağız
dolusu kusmuğu, etinin yenmesi helâl olmayan hayvanların eti, idrarı ve
dışkısı dinen necis (pis) olduğunda ittifak edilen maddelerdir. Fakihlerin
çoğunluğu şarabı da maddeten necis saymışlardır.
Eti yenen hayvanların idrar ve dışkısını Mâlikî ve Hanbelîler necis saymazken
Şâfiîler necis sayar. Hanefîler'e göre tavuk, kaz gibi kümes hayvanlarının
dışkıları “necâset-i galîza” (ağır pislik), sığır, koyun, geyik gibi dört
ayaklı hayvanlarınki ise “necâset-i hafîfe” (hafif pislik) olarak nitelendirilir.
Hanefîler'e göre at, eşek ve katırın idrar ve dışkısı ile havada pislemeleri sebebiyle
sakınılması zor olduğu için, atmaca, kartal, güvercin gibi kuşların dışkıları,
hafif pislik grubundadır. Domuz ve köpekte ihtilâf olmakla birlikte canlı
hayvanların bedenleri necis olmayıp salya, idrar ve dışkıları etinin hükmüne
tâbi olarak ağır veya hafif necis sayılır. Hayvanların derisi tabaklanınca temiz
olur. Hanefîler domuz derisini, Şâfiîler domuz ve köpek derisini hariç tutarak
meytenin (murdar hayvan) derisinin tabaklanınca temiz olacağı görüşündedir.
Meytenin, içine kan nüfuz etmeyen boynuz, kemik, tüy, diş gibi katı cüzleri de
Hanefîler'e göre temizdir. Hanefî ve Mâlikîler'e göre meni necis olsa da kurumuş
ise ovalamakla temizlenmiş sayılır.
İslâm dini temizliğe büyük önem vermiş olup bu aynı zamanda insanın
sağlam yaratılışının da gereğidir. Vücut, elbise ve çevredeki necis maddelerin
her bir zerresinin en iyi şekilde temizlenmesi arzu edilen bir şeydir. İdeal olan
bu olmakla birlikte böyle bir temizlik her zaman için mümkün olmayabilir. Bu
sebeple de İslâm bilginleri Kur'an ve Sünnet'teki kolaylık ve kolaylaştırma
ilkesinden hareketle ibadetler için gerekli maddî temizliğin alt sınırını belirlemede
bazı ölçüler getirmeye çalışmışlardır. Bu aynı zamanda namaz temizliği
için hoşgörü sınırını da belirlediği için ferdî-dinî mükellefiyet açısından önem
taşır. Hanefî fakihlerinin necis maddeleri ağır pislik-hafif pislik şeklinde ayırmaları
da bu anlayışın ürünüdür.
Ağır necâset ile hafif necâset arasında kirlenmeye yol açma yönüyle bir
fark yoktur, ikisi de kirlilik sebebidir. Bu ayırım daha çok namazın sıhhatine
engel olup olmama yönüyledir. Ağır sayılan necis madde eğer katı ise yaklaşık
3.5 gramı (1 dirhem), sıvı ise el ayasını
(avuç içi) kapsayacak miktarı ve fazlası
vücut, elbise veya namaz kılınacak yerde bulununca namazın sıhhatine
engel olur. Hafif necâsetin ise bir uzvun veya onu örten elbisenin dörtte birinden
az miktarına bulaşmış olması namazın sıhhatine engel olmaz. Temiz olmayan
bir maddenin hoşgörü sınırını aşmayan miktarı ile namaz kılmak
mekruh sayıldığından, namaza başlanmadan önce her türlü kir ve pis maddelerden
temizlenmek gerekir.
Öte yandan, dinde güçlüğü giderip kolaylığı sağlama düşüncesiyle, kaçınılması
zor olduğu için vücut ve elbiseye sıçrayan idrar serpintileri, sokaklarda
yürürken sıçrayan çamur parçaları, sinek ve benzeri haşerattan bulaşan pislikler,
necis maddelerin buhar ve tozu gibi nesneler aynı hoşgörü sınırı içinde
bulunmuştur. Bununla birlikte bu tür ruhsatlardan sadece ihtiyaç halinde yararlanmalı,
imkân olduğu ölçüde namazda ve namaz dışında vücut, elbise ve
çevre temizliğinde âzami ölçüde titizlik gösterilmelidir. Zaten namaz ruhun
Allah’a yükselişini ve O'nun huzurunda duruşu simgelediğinden müslümanın
en temiz ve güzel elbisesiyle namaza durması tavsiye edilmiştir. İmkânı olanların
sadece namazlarda giymek üzere özel bir elbise edinmesinin yararından
söz edenler, her ne kadar öncelikli olarak bu maddî temizliği gözetmiş olsalar
da, gerek Peygamberimiz’in ve ashabının tarzlarına uymadığı gerekse ibadetin
gündelik hayatın doğal bir parçası olduğu esprisini zedeleyeceği mülâhazasıyla,
özel namaz elbisesi edinmek hoş karşılanmamış, bunun yerine mümkün
olduğu ölçüde her zaman temizliğe dikkat etmenin gerektiği vurgulanmıştır.
C) TEMİZLEME YOLLARI
Hükmî kirlilik hali demek olan hadesten, hükmî temizlik usulü olan ve
her birinin kendine mahsus ayrıntılı hükümleri bulunan abdest, gusül ve
teyemmümle temizlenilir. Dinen temiz sayılmayan maddî kirliliğin (necâset)
ise çeşitli yol ve usullerle giderilmesi mümkündür.
Hanefî mezhebinde necâseti temizleme yolları konusunda sosyal şartlar
ve ihtiyaçlar dikkate alınarak daha toleranslı davranılmış ve kolaylık ilkesine
ağırlık verilmiştir. Mâlikî mezhebinin bu konudaki tavrı da Hanefî mezhebine
yakındır. Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde ise namazın sıhhatine engel
olur düşüncesiyle temizlik konusunda daha sıkı
şartlar getirildiği görülür.
Özetle ifade etmek gerekirse, temizliğin en genel ve tabii usulü su ile yıkamaktır.
Suda kaynatma, ateşe sokma, silme, ovalama ve kazıma, kurutma,
üzerine toprak serpme, içindeki suyun bir kısmını veya tamamını
boşaltma, yapı değişikliği (istihâle), boğazlama ve tabaklama başlıca temizleme
yol ve usulleri olarak zikredilebilir. Bunlar arasında içine necis bir
maddenin düştüğü havuz, depo ve kuyuların temizliği ile büyük ve küçük
abdest bozduktan sonra yapılacak beden temizliği ayrı bir önem taşır.
a) Depo ve Kuyuların Temizlenmesi
Fıkıh literatüründe kuyu, havuz ve depo sularının sağlık kurallarına uygun
biçimde korunması, kirletilmeyip temiz tutulması, içine bir pislik düştüğünde
ise temizlenmesi usulleri üzerinde önemle durulmuştur. Hanefî fakihleri, durgun
suları büyük ve küçük havuz şeklinde ikiye ayırıp büyük havuzun yani
"çok su"yun miktarını belirlemede suyun yüzey genişliğini esas almışlardır.
Hanefîler'in bu ölçüsü gereği kuyular küçük su hükmünde olduğundan, içine
necis bir madde düştüğünde temizlenmesi için duruma göre belli miktarda
suyun, bazan da kuyunun tamamen boşaltılması gerekli görülür. Şâfiî ve
Hanbelîler ise büyük havuz-küçük havuz ayırımında suyun hacmini esas
almışlardır. Görüş ve ölçüleri ne olursa olsun, fakihlerin hareket noktası, suyun
gerekmedikçe pis sayılmasını ve israfını önlemek, bunun yanı sıra suyun,
içine düşen pislikten etkilenmeyecek ölçüde çok olması ve suyu kullanan kimsenin
pislikle temas ihtimalinin de iyice zayıflaması durumunda suyu büyük
havuz saymak olmuştur. Bununla birlikte bu konuda benimsenen ölçü ve
miktarlar bu hukukçular tarafından aklî istidlâlle ve yapılan bazı deneylerle
bulunmuş ictihadî görüşlerden ibarettir. Böyle olunca kuyu, havuz ve deponun
ne miktarı boşaltıldığında ve hangi usuller uygulandığında dinen temizlenmiş
sayılacağı hususu, suyun sağlık kurallarına fizikî ve maddî temizlik ölçülerine
uygun olması gereğinden ayrı düşünülemez.
Fakihlerin konuyla ilgili ölçü ve önerileri suyun hem maddî yönden temizliğini
sağlamayı hem de dinî yönden temiz ve temizleyici oluşuna açıklık getirmeyi
amaçlar. Böylece bu suyla yapılan hükmî temizliğin ve ona bağlı olarak
yapılan ibadetlerin sıhhatiyle veya iade yükümlülüğüyle ilgili objektif ve
mâkul ölçüler geliştirilip kargaşanın ve keyfîliğin önlenmesine, mükelleflere
kolaylık ve iç huzuru sağlanmasına çalışılmıştır. Fıkhın ilk dönemlerde ferdî ve
sosyal hayatla ilgili bütün problemlere eğildiği ve müslüman toplumların âdeta
hayat bilgi ve tecrübesini de kapsadığı düşünülürse, suyun temizliği ve temizlenme
usulüyle ilgili bu görüşlerin fakihlerin bilgi ve tecrübe birikimlerini yansıtan
ve maddî temizlik için ortalama bir tedbir getirmeyi amaçlayan görüşler
olarak algılaması daha doğru olmaktadır. Bu konuda suyun teminindeki veya
boşaltılmasındaki zorluklar, suya düşen necis maddenin miktarı, suyun miktarı
ve şahısların kalben tatmin olmalarının da ayrı ayrı önemli olduğuna,
kişilere bu çerçevede bir inisiyatif kullandırmanın doğru ve yeterli olacağına
işaret etmek gerekir. Netice itibariyle suya dinen pis sayılan veya sağlık açısından
zararlı bir maddenin düşmesi halinde bu depo, havuz ve kuyunun
mümkün olduğu miktarda boşaltılması, ayrıca fen bilimleri ve sağlık açısından
da yeterli düzeyde ve usulde temizliğin sağlanması gerekir.
b) İstibrâ ve İstincâ
İslâmî öğretiler bütün hayatı kuşatıcı nitelikte olduğu için, bu öğretilerde
zaman zaman şahısların en özel ve mahrem görünen durumlarıyla ilgilenildiği
ve bu konuda bazı emir ve tavsiyelerde bulunulduğu da olur. Tuvalet
âdâbıyla ilgili olarak hadislerde ve fıkıh kültüründe birtakım kural ve önerilerin
bulunması böyledir.
Küçük ve büyük abdest bozduktan sonra yapılması gereken maddî temizlik,
gerek bunun akabinde yapılacak hükmî temizliğin ve ibadetlerin sıhhati gerekse
ferdin sağlığı, beden ve elbise temizliği açısından önemlidir. Küçük abdest bozduktan
sonra idrar yolunda kalabilecek idrar damla ve sızıntılarının tamamen
kesilmesi için bir süre bekleme, bundan sonra vücuttaki idrar sızıntılarını temizleme
işlemine fıkıh dilinde "istibrâ" denilir. Özellikle erkekler açısından istibrâ
daha önemlidir. Şayet özür hali söz konusu değilse vücuttan idrar sızıntısı olduğu
sürece abdest geçerli olmaz. Bunun için de idrarın vücuttan iyice çıkmasını
beklemek, bu amaçla biraz hareket etmek, yürümek veya öksürmek gerekebilir.
İdrar sonrası abdest alınmayacak olsa bile, temizlik iyi yapılmadığında geriye
kalan idrar sızıntısı elbiseye bulaşacağından bu temizliğe dikkat edilmesi her
zaman önemini korumaktadır. Bunun için Hz. Peygamber idrardan sakınmayı
emretmiş, kabir azabının çoğunun idrardan sakınmama sebebiyle olacağını haber
vermiştir (Buhârî, “Vudû”, 55; İbn Mâce, “Tahâret”, 26).
Çevre temizliği kadar beden ve elbise temizliği de gerek kişinin sağlığı ve
beşerî ilişkileri gerekse ibadet hayatı için önem taşıdığından literatürde
"istincâ" terimiyle ifade edilen temizlik yani büyük abdest bozulduktan sonra
dışkı ve idrar yollarında yapılacak dışkı, idrar vb. temizliği de müslümanın
hayatında ayrı bir önem taşır. Aslolan bu temizliğin su ile yapılmasıdır.
Hatta su ile temizliğin İslâm toplum ve medeniyetinin en belirgin vasıflarından
biri olduğu ve bu sebeple müslümanların kavuştukları beden ve elbise
temizliğinin Batılılar tarafından da hayranlıkla ifade edildiği görülür. Su bulunmadığı
takdirde bu temizliğin en uygun temizlik araçlarıyla yapılması
gerekir. Temizlik sol elle yapılmalı, suyun ve diğer temizlik araçlarının kullanımında
israftan kaçınılmalı, fakat temizliğin titizlikle yapılmasından da
ödün verilmemelidir. Fıkıh kitaplarında eğitim ve ilim aracı olduğu için kâğıdın
istibrâ ve istincâda kullanılması doğru bulunmamış ise de günümüzde
iki kâğıt türü birbirinden ayrıldığı ve kâğıdın imal ve temini kolaylaştığı için,
özellikle büyük abdest temizliğinde suyun kullanımı ve kurulanma kaçınılmaz olmuştur. Bu itibarla Batı toplumlarında yaygın olduğu şekliyle sadece tuvalet kâğıdı ile temizlenmenin yetersiz olduğunu, su ile temizlik yapıldıktan sonra avret yerinin bez veya tuvalet kâğıdı ile kurulanmasının sağlık ve temizlik açısından daha uygun hatta gerekli olduğunu belirtmek gerekir.