""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Hz.Lut (A.S)











Hz. Lut (A.S.) Hayatı


İkindi güneşi guruba doğru kayarken Sodom şehrinin surları önünde üç delikanlı belirdi. Sakin adımlarla yemyeşil ağaçların arasından süzülerek şehre doğru yol alan bu üç genç Hz. Cebrâil, Hz. İsrâfil ve Hz. Mikâil’den başkası değildi.

Bir görev için inmişlerdi yere. Daha doğrusu iki görev için. Biri müjde yüklü, biri gazap. Hz. İbrahim’e İshak isminde bir çocuğu olacağını müjdelemişlerdi. Şimdi de sıra ikinci göreve gelmişti.

Birbirine girmiş dev ağaçların, yemyeşil bahçelerin arasında nazlı nazlı akan nehre vardıklarında testisini doldurmakta olan Lût’un (aleyhisselâm) kızını gördüler. Yaklaşıp selâm verdiler. Başını kaldırıp yabancıların yüzlerine bakınca dünya güzeli üç erkek gördü. “Eyvah” dedi kendi kendine, “Böyle güzel insanların ne işi var burada?”

Cebrâil (aleyhisselâm):

- Ey ay yüzlü kız, acaba Hz. Lût’un evi...

Daha cümlesini bitirmeden kesti sözünü peygamber kızı. Sodom halkının kötü ahlâklarını ve bu güzel gençlere verebilecekleri zararı düşünerek irkildi ve:

- Durun, sakın yerinizden ayrılmayın. Ben gidip babama geldiğinizi haber vereyim!.. dedi.

Testisini nehrin kıyısında bırakıp babasına koştu ve panik içinde:

- Babacığım! Şehrin kapısında daha önce hiç görmediğim üç genç var. Seni soruyorlar. Öyle güzeller ki her biri bir ay parçası sanki. Halkın onlara zarar vermesinden korkuyorum. Kimse onları fark etmeden onlara ulaşmalısın.

Lût (aleyhisselâm) elindeki işi bırakıp nehre doğru koşmaya başladı. İçinden “Bugün zor bir gün olacak.” diye geçirdi. Onları görünce yüzündeki ifade değişti, kalbinin sıkıştığını hissetti ve kendi kendine “Evet, gerçekten bugün çetin bir gün olacak.” dedi. Hoş geldiniz demeden sordu heyecanla:

- Nereden gelip, nereye gidiyorsunuz?

Sustular, cevap vermedi hiçbirisi. Biraz sonra kendilerini evinde misafir etmesini istediler ondan. Utandı, mahcup oldu. Onlara hoş geldiniz bile dememişti. Hâlbuki misafirperver, üstün ahlâklı bir insandı. O bir peygamberdi. Peygamberler insanlık semasının yıldızlarıydı. Ruh güzelliği, kalp saffeti ve dehaları aşkın fetanetleriyle insanlığın incileriydi onlar.

Hem Lût (aleyhisselâm) Büyük peygamber Hz. İbrahim’in elinde yetişmişti. Henüz bir çocukken Babil sokaklarında Allah’ın birliğini haykıran bir yiğit delikanlıyı görmüş ve ona hayran olmuştu. Hele puthanedeki putları parçalayıp yüzlerce insanın karşısında kâhinlerle alay etmesi ne müthiş bir manzaraydı. “Tanrılarımızı kim kırdı?” diye soran kâhinlere en büyük putun boynunda asılı duran baltayı göstererek “Şu en büyük put...” demişti. O gün Hz. Lût’un yüreğine taht kurmuştu Hz. İbrahim.

Ya tanrı olduğunu iddia eden Nemrud’u, kendi adamları, askerleri ve halkının karşısında alt etmesi... O gün bambaşka bir gündü Babil krallığında. Hz. İbrahim şöyle haykırmıştı Nemrud’a: “Benim Rabbim, Güneş’i doğudan çıkarır, batıda batırır... Gücün yetiyorsa sen onu batıdan çıkarıp doğuda batır...” Nemrud donup kalmış, diyecek bir şey bulamamış müthiş bir hezimete uğramıştı.

O gün Lût (aleyhisselâm), Hz. İbrahim’e koşmuş ve imanını ilân etmişti. Fakat dünyadaki kötülük, iyiliği yok etmek için dev bir ateş yaktırmıştı. O sırada mancınığa bağlı İbrahim’in (aleyhisselâm) ağzından dökülen tek ifade vardı: “Allah bana yeter...”

Biraz sonra dev ateşin göklere yükselen alevleri yutuyordu Hz. İbrahim’i. Karanlık güçler, tam kazandık derken bir mûcizeyle karşılaşıyorlardı. Hz. İbrahim alevlerin arasından çıkıyordu; sapasağlam, dimdik ayakta ve tebessüm ederek...

Hz. Lût, Hz. İbrahim’e (aleyhisselâm) ilk iman eden insan... Onunla birlikte ülke ülke dolaşıp Allah’ı anlatan kutlu bir rehber. Ve nihayet Sodom-Gomore krallıklarının peygamberi.

Fakat ahlâksızlık bir ahtapot gibi sarmıştı bu ülke halkının ruhlarını. Yol kesiyor, insan öldürüyor, hırsızlık yapıyor, yeryüzünde işlemedikleri kötülük bırakmıyorlardı. Allah’ın muhteşem bir sanat harikası olarak yarattığı güzel topraklarda her türlü çirkinliği yapıyorlardı. Hele bir davranışları vardı ki, insanlık o güne kadar böylesine bir çirkinliği görmemişti. Erkekler arasında ahlâksızlık. Kaldı ki bunu açıktan açığa her yerde işliyorlardı. Ülkelerine misafir gelen insanlar da onların tecavüzlerinden kurtulamıyordu.

Hz. Lût’un endişe ve korkuları bunun içindi. Kendisi önde, üç misafir arkada, ağaçların arasında yürürlerken Hz. Lût durup onlara:

- Yeryüzünde bu ülkedeki insanlar kadar ahlâksızını tanımıyorum... dedi.

Amacı, onları şehre girmekten caydırmaktı. Ah bir bilseler başlarına gelebilecekleri!..

Fakat üç delikanlı susmayı tercih etti. Yolda konuşmaya devam etti Hz. Lût. Buradaki halkın misafirleri tahkir ettiklerini, onları olmadık rezaletlerle karşı karşıya bıraktıklarını söyledi. Güzelim ülkede fesat başını almış yürümüştü. Hz. Lût bir taraftan misafirperverliğini göstermeye özen gösteriyor, diğer taraftan misafirlerini kırmadan şehirden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Fakat üç gençten tek çıt çıkmıyordu. Gizemli edaları, esrarlı bakışlarıyla yürümeye devam ediyorlardı.

Böylesine tuhaf insanlarla ilk defa karşılaşıyordu Hz. Lût. Her şeye rağmen evinde misafir olmak istiyorlardı. Sıkıntı bulutları Büyük Peygamber’in kalbini sarmıştı. Onlara:

- Siz şu bahçenin ağaçları arasında karanlık çökünceye kadar saklanın. Sakın ortaya çıkmayın. Ben geceleyin gelip sizi eve götüreceğim.

Karanlıkta gizlice evine götürmeyi plânlıyordu. Böylece kötü insanlar onları göremeyeceklerdi. Nasıl olsa gün doğumuyla birlikte şehirden ayrılacaklardı. Hz. Lût evine döndüğünde sıkıntılıydı. Öyle ki misafirlerine yiyecek ikram etmeyi dahi unutmuştu.

Ve gece...

Ortalığı zifiri bir karanlık sarınca Lût (aleyhisselâm) ağaçların arasından süzülerek misafirlerinin bulunduğu yere gitti. Onları alıp sessiz ve dikkatli adımlarla evine götürdü. Sokaklar bomboştu. Bu yüzden onları kimse göremedi. Fakat... Hz. Lût’un evinde bir hain vardı: karısı.

Karısı üç delikanlıyı görünce kimseye hissettirmeden dışarıya süzüldü ve kocasının sırrını ifşa etti. Haber şehirde bir kıvılcım gibi yayıldı. Hz. Lût için sıkıntılı saatler asıl şimdi başlıyordu.

Yüzlerce insan heyecanla koştular Hz. Lût’un evine. Gözleri dönmüş, akılları buharlaşıp uçmuştu. Hepsi de sarhoştu. Haykırışları sokakları inletiyordu. Ruhlarını esir eden kobra uyanmıştı ve etrafa zehir saçıyordu.

Dehşet içinde koştu pencereye Hz. Lût. Kim haber vermişti onlara? Hangi hain ifşa etmişti sırrını?

Etrafına bakındı. Karısını aradı gözleri, fakat bulamadı. Fitne ateşi Hz. Lût’un evini sarmıştı. Bu gece, dehşetli olaylara gebeydi. Dışarıda çığlık atan kalabalıkları ikna edebilir miydi acaba? Denemeye karar verdi Hz. Lût. O bir peygamberdi ve hangi şartlarda olursa olsun insanları uyarmak onun göreviydi.

Yüce Peygamber yüreğindeki iman gücüyle çıktı kalabalıkların karşısına. Duruşuyla bir arslanı andırıyordu. Şöyle kükredi:

- Ey halkım! Yaptığınız çirkinlik insanın tabiatına ters. Bir erkek için en uygun yer karısının yanıdır. Bir ahlâksızlıktır, bir hastalıktır işlediğiniz. Hem ülkede tertemiz genç kızlar var. Onlarla evlenin ve ihtiyacınızı helâl yoldan giderin.

Ruhlarındaki çarpıklık o kadar derindi ki Hz. Lût’un sözlerine kahkahalarla güldüler. Alaylı bir şekilde:

- Sen de biliyorsun ki bizim kadınlarla işimiz yok. Ne istediğimizi biliyorsun, bize istediğimizi ver. İçerideki gençleri istiyoruz.

Bir toplumda ahlâksızlığın reklâmı yapılıyor ve ahlâksızlık doğal kabul ediliyorsa o toplum iflâh olmaz artık. Bu sefer Hz. Lût vicdanlarına hitap ederek:

- Allah’tan korkun! Bu davranışınızın cezası müthiş bir azaptır!..

Vicdanları öyle kararmıştı ki, hiçbir söz tesir etmiyordu artık. Öfkeyle bağırdılar:

- Elinden geleni ardına koyma. Azap yağdır üzerimize... Biz sana inanmıyoruz..!

Bu kez Hz. Lût içlerindeki hamiyet duygusuna seslenerek:

- Onlar benim misafirlerim. Misafire hiç mi saygınız yok? Beni misafirlerime karşı mahcup etmeyin. Ruhunuzda asaletin zerresi kalmamış mı?

Karşısındakiler insan değildi sanki. İnsan elbisesi giymiş hayvanlardı âdeta. Ahlâkî ölçüleri tamamen ters yüz olmuş hasta yaratıklar. Gözlerinden ateş, ağızlarından salyalar fışkırıyordu kalabalıkların. Son bir çırpınışla Hz. Lût şöyle bağırdı:

- Yahu aranızda bir tane akıllı adam yok mu?

Sesi, öfkeli çığlıkların arasında kayboldu. Kalabalığın arasından ileriye çıkan birkaç kişi açmak için kapıya dayandılar. Hz. Lût bir hamlede onları geri ittikten sonra içeri girip kapıyı sıkıca sürgüledi. Hz. Lût’un kızları babalarına korkuyla bakıyorlardı. Misafirler ise gayet sakin bir şekilde oturuyorlardı divanın üzerinde. Bir mehabet vardı bakışlarında. Bu soğukkanlılıkları karşısında Lût’un (aleyhisselâm) dehşeti büsbütün artmıştı. Kimdi bu insanlar Allah aşkına!

Günahkâr eller kapıyı dövüyordu. Evin içi ve dışı çılgına dönmüş yığınların naralarıyla çınlıyordu. İşte kapı sarsılıyordu. Çatırdamaya başlamıştı bile. Yaşlı kapı bu şiddetli darbelere daha ne kadar dayanabilirdi?

Hz. Lût, celâlliydi, mahzundu, mahcuptu... Misafirlerini koruyamıyordu işte. Hâlbuki kendisine güvenmişlerdi. “Keşke büyük bir ailem veya birçok erkek evlâdım olsaydı. O zaman misafirlerimi savunabilirdim belki...” diye düşündü. Hz. Lût bu ülkenin yerlisi değildi. Uzak bir memleketten buraya sırf Allah’ı anlatmak için gelmişti.

Hiçbir çare yoktu. Kapı kırılmak üzereydi. Hz. Lût’un misafirleri için hissettiği korkunun boyutlarını ifade etmek imkânsızdı.

İşte tam bu sırada Hz. Cebrâil ayağa kalktı ve Hz. Lût’un yanına gelerek sakin bir ses tonuyla şöyle dedi:

- Ey Lût, korkma! Biz Allah’ın elçileriyiz. O insanlar ne sana ne de bize hiçbir zarar veremeyecekler...

Hz. Cebrâil sözlerini bitirir bitirmez kapı kırıldı ve öfkeden çılgına dönmüş adamlar içeri daldılar...

Cebrâil (aleyhisselâm) onların üzerine yürüdü ve bir el işaretiyle gözlerini kör etti... Evet, kör oldu hepsi. Önünü göremez oldu hiçbirisi. Birbirlerine çarpmaya, duvarlara toslamaya başladılar. Biraz sonra korku içinde terk ettiler Hz. Lût’un evini.

Fırtına dinmiş, kâbus bitmişti... Tabii ki Hz. Lût ve ailesi için. Fakat ahlâksızlığın simgesi insanların kâbusu yeni başlıyordu.

Melekler, Hz. Lût’a ailesini alarak şehirden ayrılmasını söylediler. İlâhi hüküm verilmişti ve Lût’un (aleyhisselâm) kavmi helâk olacaktı. Allah, inkâr eden kavimleri işte böyle cezalandırırdı. Hz. Lût meleklere:

- İlâhi azap ne zaman?

- Sabah, güneş doğarken...

Hz. Cebrâil son bir uyarı yaptı Hz. Lût ve yanındakilere:

- Şehirden çıkın. Ne olursa olsun, ne duyarsanız duyun, sakın arkaya dönüp bakmayın. Yoksa siz de helâk olursunuz...

O ne tür bir azaptı ki, bir saniyeliğine bakmak bile yok olmak için yetiyordu.

Gece yarısından birkaç saat sonra...

Hz. Lût, karısı ve kızlarıyla dağdaki kayaların arasında yol alıyordu. Şehirden uzaklaşmışlardı. Ufuklarda sabahın ilk ışıkları belirmeye başlamıştı. İlâhi gazap saati gelip çatmıştı...

Cebrâil (aleyhisselâm) Sodom-Gomore ülkesindeki yedi şehri kanatlarıyla yerden söküp yükseklere çok yükseklere kaldırdı. Sonra olanca gücüyle yere çaldı onları. Neye uğradıklarını anlamadılar. Uykuda yakalamıştı azap onları. Uyanık olsalardı kurtulabilecekler miydi sanki?

Yer-gök birbirine girmişti. Dağlar tuz buz olmuştu. Evler paramparça olmuş saçılmıştı etrafa... Cansız cesetler enkaza karışmıştı. Çığlıklar kopuyordu her tarafta. Daha önce Hz. Lût’a “Gerçekten bir peygambersen üzerimize Allah’ın azabını indir.” diyen zavallılar şimdi çaresizlik içinde çırpınıyorlardı. Fakat bugün Allah’ın azabından kaçış yoktu.

Kaç defa uyarmıştı onları Yüce Peygamber. Kaç kez kirli işleri bırakmaları için yalvarmıştı onlara. O zaman küstahça karşısında durmuş ve şöyle demişlerdi birbirlerine:

- Lût’u ailesiyle birlikte ülkenizden atın; çünkü onlar temiz insanlar...

Aman Allahım! Temiz insan olmanın suç sayıldığı bir toplum ne iğrençtir. Evet, istedikleri olmuştu. Temiz insanlar şehri terk etmişlerdi. Şimdi ilâhi gazap yeryüzünü kirlerden arındırıyordu. Gökten ateş yağıyor, şimşekler çakıyor, yıldırımlar can alıyordu...

Hz. Lût ve ailesi arkalarına bakmadan yürüyorlardı. Fakat karısı... Evet, karısı inançsız bir haindi. Cebrâil (aleyhisselâm), Hz. Lût’a karısının da helâk olacağını söylemişti. Biraz sonra herkes kadının bir anda taşlaşmış olduğunu gördü. Arkasına bakmış ve bir anda taş kesilmişti. Allah, milletlere iman etmeleri için mühlet verir, fakat hiçbir zaman ihmal etmez. Vakti gelince de yeryüzünde bozgunculuk yapan milletleri öyle bir çarpar ki kaçacak delik bulamazlar.

Ürdün’e gidenler Ölü Deniz diye bir göle rastlarlar. Tuhaf bir göl burası. Suyu acı ve yoğun. Deniz seviyesinin çok altında, dağlar arasında bir yerde. Erimiş kayalar, sönmüş taşlar görürsünüz orada. İşte o gölün derinliklerinde ilâhi gazabın çarptığı şehirlerin enkazı vardır. Bu göl o gün oluşmuştur.

LUT KAVMİ İLE AYNI GÜNAHI İŞLEYEN SODOM VE GOMERE HALKININ YANARDAĞ KÜLLERİ ALTINDA ÇIKARILAN TAŞLAŞMIŞ CESETLERİ.




Günüüz lezbien ve Eşcinsellerinin ve onları özgürlük adına savuananların da sonunun böyle olacağı kuşkusuzdur.

Hz. Lut (A.S.)

Lût (a.s) ile birlikte Hz. İbrahim'in kardeşi Hârân'ın oğludur. Lût (a.s), İbrahim (a.s) ile birlikte Harran'dan Filistin'e göç etti. Burada kıtlık baş gösterince Lût ve İbrahim (a.s.) beraberce Mısır'a gittiler. Bir süre sonra Mısır kralının verdiği mal ve sürüleri yanlarına alarak birlikte tekrar Filistin'e döndüler. Zamanla yerleştikleri bölge, sürülerini almaz oldu. Hz. Lût bunun üzerine, amcası İbrahim (a.s.)'ın bölgesinden ayrılıp Sedom şehrine yerleşti. Daha sonra bu şehre peygamber olarak gönderildi. Sedomlular bozuk ahlâklı, kötü niyet insanlar idi. Yol keserler, yolcuların elinde avucunda ne varsa alırlardı.

 

Sedom halkı dünyada daha önce kimsenin yapmadığı sapık işleri, ahlaksızlıkları yapıyor, eşcinsel davranışlarda bulunuyor, azgınlıkta birbirleriyle yarış ediyorlardı. Hz. Lût, kavmini doğru yola davet ettiyse de aldırmadılar. Yaptıkları kötü işleri devam ettirdiler. Karısı da ona inanmayanlardandı.

 

Hz. Lût, "âlemlerden hiç kimsenin sizden önce yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu çok aşırı giden bir milletsiniz" (el-A'raf, 7/80-81); "evet, siz cahil bir milletsiniz" (en-Neml, 27/55); "yol kesiyor ve toplantılarınızda fena şeyler yapmıyor musunuz?" (el-Ankebût, 29/29) diyerek onları doğru yola davet etti, içinde bulundukları delâlet ve cehaletten kurtarmağa çalıştı.

 

Hz. Lût'un yaptığı ikazlara aldırmayan Lût kavmi de peygamberi yalanladı. Kardeşleri Lût onlara; "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak âlemlerin rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz"dedi (eş-Şuara, 26/160-166). Bunun üzerine kavmi de ona cevaben. "Ey Lût! Bu sözlerinden vazgeçmezsen, mutlaka kovulacaksın" (eş-Şuara, 26/167). Doğru sözlü isen bize Allah'ın azabını getir" (el-Ankebût, 29/29) diyerek Hz. Lût ve kendisine inananlarla alay ettiler ve şehirden çıkarmak istediler (el-A'raf, 7/82), Lût Peygamber, kavminin azgınlıklarına karşı Allah'tan yardım istedi. "Rabb'im şu bozguncu kavme karşı bana yardım et" (el-Ankebut, 29/30); "Rabb'im, beni ve ailemi bunların yaptıklarından kurtar" (eş-Şuara, 25/169) diye dua etti.

 

Bunun üzerine Allahü Teâlâ, Hz. Lût'un öğütlerine ve davetine uymayan kavmini yok etmek üzere "elçiler" (melekler) görevlendirdi. Melekler, önce Hz. İbrahim (a.s)'a uğradılar ve orada Hz. Lût'un kavmini cezalandırmak üzere geldiklerini söylediler. "Biz şüphesiz suçlu bir millete gönderildik. Lût'un ailesi (Hz. Lût'a inananlar) bunun dışındadır. Karısı hariç hepsini kurtaracağız. Karısının geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk" (el-Hicr,15/58-60). "Biz bu kasaba halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir. İbrahim: "Ama Lût oradadır" dedi. Elçiler (melekler): "Biz orada olanları daha iyi biliriz, onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız" dediler" (el-Ankebût, 29/31-32).

 

Melekler, Hz. İbrahim'den ayrıldıktan sonra Hz. Lût'un bulunduğu Sedom şehrine geldiler. Melekler gelince, Hazreti Lût onları tanıyamadı. Melekler ona. "Biz sadece şüphe edip durdukları azabı getirdik, sana gerçekle geldik. Şüphesiz biz doğru söyleyenleriz" (el-Hicr, 15/63-64) diyerek kendilerini tanıttılar. Melekler geldiğinde Hazreti Lût çok sıkıldı. "Bu çetin bir gündür" (Hûd 11/77) dedi. Sıkılma sebebi, melekleri insan zannetmesi idi. Çünkü melekler genç ve yakışıklı erkekler suretinde gelmişlerdi. Hz. Lût, kavminin yaptığı ahlâksız hareketleri ve kötü huylarını biliyordu. Korkusu bundandı. Misafirlerin geldiğini duyan "şehir halkı sevinerek geldiler" (el-Hicr, 15/67).

 

"Lût'un konukları olan melekleri elde etmeye (onlara tecavüz etmeye) kalkıştılar" (el-Kamer, 54/37). "Hz. Lût onlara: "Bunlar benim konuklarımdır; onlara karşı beni rüsvay etmeyin. Allah'tan korkun, beni utandırmayın" dedi" (el-Hicr, 15/68-69). Misafirlere dokunulmaması için. Ey milletim işte bunlar benim kızlarım, onlar sizin için daha temizdir (size nikahlayabilirim). Konuklarımın önünde beni rezil etmeyin. İçinizde aklı başında kimse yok mudur? dedi" (Hûd, 11/78). Sedom halkı sapıklıktan başka bir şey düşünmüyordu. "Andolsun ki senin kızlarınla bir işimiz olmadığını biliyorsun: Doğrusu ne istediğimizin farkındasın" (Hûd, 11/79) diyerek bunu reddettiler. Hz. Lût, bu defa: "Keşki size yetecek bir kuvvetim olsa ve ya sağlam bir yere sığınsam" dedi (Hud, 11/80). Hz. Lût iyice sıkılmıştı. Bunun üzerine melekler; "Ey Lût! Biz rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemeyecekler" (Hûd, 11/81) diyerek kimliklerini açıkladılar ve onu teselli ettiler.

 

Artık Allah Teâlâ'nın Lût kavmine takdir ettiği azabın vakti gelmişti. Melekler, Hazreti Lûta: "Geceleyin bir ara, ailenle beraber yola çık. Karının dışında kimse geri kalmasın. Doğrusu onların başına gelenler onun baçına da gelecektir. Vadeleri gün doğana kadardır. Gün doğması yakın değil mi?" (Hîd, 11/81). "Bu kasaba halkının yaptıkları yolsuzluklardan ötürü gökten elbette bir azap indireceğiz" (el-Ankebût, 29/34). Sabahleyin Sedom müthiş bir zelzele ile sarsıldı. Halkın üzerine kime isabet edeceği yazılı taşlar yağdırıldı. Böylece ahlâksızlıklarının cezasını görmüş oldular (Abdulfettah Tabbara, Ma'al Enbiya' Fil-Kur'an, s, 142-146; Muhammed Ahmed Cad, Kısasu'l-Kur'ân, 68-76).

 

Bundan sonrası da Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır:

 

"Buyurduğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik; üzerine de Rabbinin katından işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık. Bunlar zalimlerden hiç bir zaman uzak olmayacaktır" (Hûd, 11/82-83).

 

"Tanyeri ağarırken çığlık onları yakalayıverdi. Memleketlerini alt üst ettik; üzerlerine sert taş yağdırdık. Bunda, görebilen insanlar için ibretler vardır. O şehrin kalıntıları işlek yollar üzerinde hâlâ durmaktadır. Bunda inananlar için ibret vardır" (el-Hicr, 15/73-77).

 

"Bunun üzerine onu (Lût'u) ve ailesini kurtardık. Yalnız karısının geride kalanlardan olmasını gerekli bulduk. Geride kalanların üzerine bir yağmur yağdırdık. Uyarılan, fakat yola gelmeyenlerin yağmuru ne kötü idi" (en-Neml, 27/57-59).

 

"Andolsun ki, sabah erken, önü alınmaz bir azab başlarına geldi. Âzabımı ve uyarılarımı dinlememenin sonucunu tadın" dedik (el-Kamer, 54/38-39).

 

Görüldüğü gibi, Lût'un kıssasındaki en büyük özellik onun eşcinsellikle yaptığı mücadeledir. Eşcinsellik İslâm'da en büyük günahlar arasındadır. Eşcinselliğe livata * yada lûtilik * denmesi, bu çirkin fiili ilk olarak bu kavmin işlemesinden dolayıdır. Yine görüldüğü gibi Kur'an-ı Kerim, bu iğrenç fiili yapanları kınamakta ve faillerinin dünya ve ahirette büyük azap göreceklerini ifade etmektedir.

 

 

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol