""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Hz.Yusuf (A.S)

Hz. Yusuf (A.S.) ve Babası Hz.Yakup (a.s)Hayatı

Hz. Yusuf… Yeryüzündeki en güzel çocuktu; yüzü de güzeldi, ahlâkı da. Tam on iki kardeştiler. Hepsi de erkekti. Babası, Hz. İshak’ın (aleyhisselâm) oğlu Hz. Yakup (aleyhisselâm).

Çocukları arasında en çok onu severdi Hz. Yakup. Çünkü güzel yüzü ve mükemmel ahlâkıyla eşi benzeri yoktu. Fakat diğer kardeşleri çekemediler onu. Babalarının sevgisini kıskandılar. Ve günlerden bir gün onu ortadan kaldırmak için aralarında bir komplo kurdular.

Toplantı bittiğinde karar verilmişti. Hz. Yusuf yok olmalıydı. O sırada Hz. Yusuf, kendisini yok etmek için hazırlanan tuzaktan habersiz mışıl mışıl uyuyordu. Bir rüya görüyordu, garip bir rüya. Güneş, Ay ve tam on bir tane yıldız ona secde ediyordu. Uyanır uyanmaz babasına koştu, rüyasını anlattı. Yakup (aleyhisselâm) bir peygamberdi ve rüyaların dilinden anlardı. Rüyanın anlamı ona göre gayet netti. Güneş’le Ay, kendisiyle hanımı, on bir yıldız da Yusuf’un (aleyhisselâm) kardeşleriydi. Bu rüya kıskanç kardeşlerin hoşuna gitmeyecekti. Hz. Yakup, bir peygamber olarak diğer çocuklarına da bazı gizli ilimleri öğretmişti. Ciğerparesine sıkı sıkı tembihledi:

- Sakın rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa kıskançlık ve kinlerini tahrik edersin.

Kardeşlerin hain plânları bitmiş, artık uygulama aşamasına gelinmişti. Hep birlikte babalarına gittiler ve şikâyetvari bir edayla:

- Davarları otlatmaya gittiğimizde neden kardeşimiz Yusuf’u bizimle beraber göndermiyorsun? Bize güvenmiyor musun? Söz veriyoruz, biz ona gözümüz gibi bakarız, her türlü kötülükten koruruz onu. Ne olur yarın o da gelsin bizimle, oynasın, eğlensin, sevinsin.

Hz. Yakup, onların bir dolap çevirdiklerini hissetmişti.

- Onu götürürseniz ayrılığına dayanamam, üzülürüm, dedi.

Ve:

- Oyuna daldığınız sırada bir kurdun gelip onu yemesinden korkarım, diye de endişesini dile getirdi.

Hep birlikte karşı çıktılar:

- İmkânsız. Biz tam on bir insanız. Biz varken kurt ona yaklaşabilir mi? Söz veriyoruz, onu koruyup kollayacağız, sen endişelenme.

Israrlara dayanamayan Hz. Yakup, Hz. Yusuf’u götürmeleri için izin verdi. Yola koyuldular. Niyetleri onu bir kuyuya atıp ondan sonsuza kadar kurtulmaktı. Çaresizlik içinde çırpınan Yusuf’u (aleyhisselâm) tutup kör bir kuyuya attılar. Sonra da bir kuzu kesip kanını Hz. Yusuf’un gömleğine sürdüler.

Akşam eve döner dönmez babalarının karşısına çıktılar. Yüzlerinde yalancı bir hüzün, yalancı gözyaşları vardı. Hz. Yakup:

- Yusuf’um nerede? diye sordu.

- Ah babacığım, sorma başımıza geleni. Biz her zamanki gibi yarış yapıyorduk. Kardeşimiz Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bırakmıştık. Döndüğümüzde gördük ki bir kurt onu yemiş. Biliyoruz doğru söylesek bile sen bize inanmayacaksın. Ama yemin ederiz gerçeği söylüyoruz sana.

Hz. Yakup, Hz. Yusuf’un kanlı gömleğini tutup baktı. Evet kanlıydı, fakat üzerinde yırtıklar yoktu. Çocuklarına dönerek:

- Yusuf’umu yiyen ne garip bir kurtmuş... Dişleriyle gömleğe dokunmamış bile. Ben biliyorum ki siz çirkin bir oyun oynadınız. Artık kadere rıza gösterip sabretmekten başka bir şey gelmez elimden. Bu büyük musibet karşısında tek dayanağım Allah’tır.

Hz. Yakup, Yusuf’un (aleyhisselâm) rüyasını unutmamıştı. Peygamberlerin rüyaları haktı. Allah, Hz. Yusuf’a geleceği göstermişti. Yakup (aleyhisselâm) onun ölmediğini biliyordu. Fakat elden ne gelirdi. Bugünden sonra ona düşen, insanlığa, evlât acısına karşı dişini sıkıp sabretmenin nasıl olduğunu göstermekti.

Yusuf (aleyhisselâm) zifiri karanlığın her tarafı sardığı kuyuda oturmuş bekliyordu. O sırada oradan bir kervan geçiyordu. Kervancıbaşı su doldurmaları için adamlarını kuyuya gönderdi. Adamlar kovayı sarkıtınca, Hz. Yusuf sımsıkı tutundu ipe. Görevliler kovanın ağırlaştığını görünce dolduğunu zannettiler. Kova kuyunun ağzına gelince heyecan içinde bağırdılar:

- Bu ne güzel çocuk!

Böyle güzel yüzlü bir çocuğun kuyuda işi neydi? Belli ki birileri ona bir komplo kurmuştu. Fakat ne önemi vardı? Şimdi o ellerindeydi ve onlara para kazandırabilirdi. Ailesi onu bulmadan derhal satmaları gerekiyordu. Adamlar onu eşyaların arasında gizleyip yollarına devam ettiler. Kervan Mısır’a gidiyordu. Hz. Yusuf’un çok asil ve edepli bir insan olduğunu görünce onun bir prens olabileceğini düşündüler. Ailesi onu arıyor olmalıydı. Öyleyse onu en kısa zamanda elden çıkarmak lâzımdı.

Köle pazarına götürdüler onu. O sırada pazardan kralın baş veziri geçiyordu. Hz. Yusuf’u görünce güzelliğine hayran oldu. Fiyatını sorunca da panik içindeki adamlar onu çok ucuza sattılar. Dünyanın en güzel incisini birkaç kuruşa sattılar. Hz. Yusuf kendini Allah’a teslim etmişti. Onun Allah’a imanı büyüktü. Kendisini her türlü kötülükten koruyacağını biliyordu. Hem o da gördüğü rüyayı unutmamıştı.

Onu gören herkes güzelliği karşısında büyüleniyordu. Yüz güzelliği bir başkaydı. İnsanların onu sevmesi sadece yüz güzelliğinden kaynaklanmıyordu. Ahlâkı, yüzünden de güzeldi... yüreği pırıl pırıldı. Nitekim baş vezir de çok sevmişti onu. Eve getirir getirmez karısını çağırdı ve ona:

- Bu çocuğa iyi bak, güzel elbiseler giydir, lezzetli yemekler yedir. Onu kendi öz oğlumuz gibi yetiştirelim istiyorum. Büyüyünce de bize hayırlı bir evlât olur, dedi.

Hz. Yusuf vezirin sarayında yeni bir hayata başladı. Birkaç yıl sonra efendisi, onun gerçekten kendisine ihsan edilmiş ilâhi bir nimet olduğunu anladı. Hayatında onun gibi güvenilir, doğru sözlü, gözü pek, cömert ve üstün ahlâklı bir insan görmemişti. Ona sarayın bütün sorumluluklarını teslim etti ve oğlu gibi davrandı

2. Bölüm

Yıllar geçti, Hz. Yusuf büyüdü, olgun bir delikanlı oldu. Üstelik Allah, ona özel bir ilim ve hikmet bilgisi de vermişti. Hz. Yusuf’un olgunluğa adımını atması yeni imtihanlarla karşı karşıya gelmesi demekti. Allah, ona yaşatacağı tecrübelerle gerçek insanın nasıl olması gerektiğini bütün âleme gösterecekti. En ağır imtihanlar peygamberlerin başına gelir ve onlar bu imtihanların sonunda insanlığa gerçek kulluğun en zirve örneklerini sunma fırsatı bulurlar.

Evet, Hz. Yusuf bir erkek güzeliydi. Gönlünün berraklığı, ahlâkının güzelliği yüzüne yansıyordu. Çehresi bir güneş gibi parlıyordu.

O farklıydı. Oturuşu, kalkışı, konuşması, susması... Ondaki asalet Mısır’ın en soylu ailelerinde bile yoktu. Öyle ya, o bir peygamberdi. Babası Hz. Yakup da peygamberdi. Dedesi Hz. İshak da öyle. O, Allah’ın Halil’i Hz. İbrahim’in torunuydu.

Baş vezirin karısı Hz. Yusuf’a âşık olmuştu. Onu elde etmek için denemediği yol kalmamıştı. Fakat emniyetin sembolü Hz. Yusuf köşe bucak kaçmıştı kadından. Hem kendi iffetini hem de efendisinin iffetini düşünüyordu. Sarayda onun için çileli günler başlamıştı. İffetini koruma günleri.

Bir gün... Baş vezirin karısı süslenerek Hz. Yusuf’u odasına çağırdı. İffet abidesinin yüzü yerdeydi. Günaha girmek hayatta en çok korktuğu şeydi. Vezirin karısı bütün kapıları iyice kilitleyip, Hz. Yusuf’u günah işlemeye çağırdı. Korkuyla irkildi temiz insan ve şöyle haykırdı:

- Rabbimin bugüne kadar bana yağdırdığı ihsanlar sonsuz. Efendim de bana iyi davrandı bu güne kadar. Ben, Rabbime de efendime de ihanet edemem.

Kadın birden bire Hz. Yusuf’un üzerine saldırdı. Yusuf (aleyhisselâm) kapıya doğru koştu. Kadın onun arka tarafından tutup gömleğini yırttı. Kapıyı açmak için zorluyordu olanca gücüyle Büyük İnsan. Tam o sırada dışarıdan kapı açıldı. Karşılarında baş vezir ve akrabalarından bir insan vardı. Hz. Yusuf başını eğmiş, hayasından titriyordu. Kadınınsa yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Baş vezir konuşmaya başlamadan kadın öfkeyle öne doğru çıkıp Hz. Yusuf’a iftira attı:

- Karına kötülük yapmak isteyen bir insanın cezası nedir? Ya zindana atmak, ya da dersini alıncaya kadar acı işkence etmek...

Hz. Yusuf’un iffeti söz konusuydu ve iftiraya uğramıştı. Kendini savunmak için şöyle dedi:

- Ben masumum, günah işlemekten Allah’a sığınırım.

Baş vezirle birlikte olaya şahit olan adam araya girerek şöyle dedi:

- Şayet Yusuf’un gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru, Yusuf yalan söylüyor. Yok eğer gömlek arkadan yırtılmışsa Yusuf doğru söylüyor demektir. Kadın da yalancı.

Hep birlikte Hz. Yusuf’un gömleğine baktılar. Arkadan yırtılmıştı ve Yusuf’un (aleyhisselâm) masumiyeti ortaya çıkmıştı. Baş vezir karısını azarlayarak Hz. Yusuf’tan olayı gizlemesini istedi. O günkü toplum, ahlâkî açıdan çökmüş bir toplumdu. Vezir karısını hafifçe azarlamakla yetindi. Herkese hiçbir şey olmamış gibi davranmalarını, olayı ört bas etmelerini söyledi.

Fakat çok geçmeden olay diğer vezirlerin hanımları ve zenginler arasında duyuldu. Herkes baş vezirin karısının bir hizmetçiye âşık olduğunu söylüyordu. Bir gün baş vezirin hanımı haklılığını göstermek için büyük bir ziyafet düzenledi ve kendisini eleştiren sosyete kadınları davet etti. Yemek bittikten sonra her bir kadına meyve ikram etti. Tabaklar içinde elma ve keskin bıçaklar vardı.

Tam bıçakları alıp elmaları kesmeye başlamışlardı ki vezirin karısı Hz. Yusuf’u çağırdı. Yusuf (aleyhisselâm) içeri girdiğinde bütün kadınların gözleri açıldı. Büyülenmişlerdi sanki. Âdeta taş kesilmişlerdi. Bu ne güzellikti. Ellerindeki elmaları keseceklerine parmaklarını kesmeye başladılar. Ne kanı görüyorlardı, ne de acıyı hissediyorlardı. Tek gördükleri, tek hissettikleri şey Hz. Yusuf’un güzelliğiydi. Onun güzelliği karşısında büyülenmişlerdi. Kadınlardan biri bağırdı:

- Aman Allahım!.. Bu bir insan olamaz...

Diğer bir kadın:

- Evet, bu olsa olsa melek olabilir...

Yusuf (aleyhisselâm) haya içinde yere bakıyordu. Yine bir entrikayla karşı karşıyaydı. Vezirin karısı kadınlara kanlarını silmeleri için mendil uzattığında uyanabildiler ancak. Hayretten küçük dillerini yutmuşlardı. Baş vezirin hanımı devreye girerek şöyle dedi:

- Davranışımdan dolayı beni kınamıştınız. Şimdi ne diyorsunuz?

Hepsi de hak verdiler kadına. O da şöyle devam etti:

- Şayet benim istediğimi yapmazsa zindana attırıp rezil rüsvay edeceğim onu.

Yusuf (aleyhisselâm) çevresinin kobralarla sarılı olduğunu görüyordu. Salondan çıkıp ellerini açtı ve şöyle dua etti:

- Ya Rabbi! O kadınların dediklerini yapmaktansa zindana girmek daha hoştur benim için.

Hz. Yusuf için yeni bir imtihan başlamıştı. Olay her tarafta duyulmuştu. Zengin kadınların hikâyesi bütün ülkeye yayıldı. Büyük bir skandala dönüştü. Yusuf (aleyhisselâm) masumdu. Herkes bunu biliyordu. Zengin ve yöneticiler kirlerini ört bas etmek için Yusuf’u (aleyhisselâm) suçlu gösterip zindana attılar.

İftiraya uğramıştı o, suç işlemek bir yana, suçu rüyasında bile görmemişti, kimseye kötülük etmemişti. Mazlumdu, mağdurdu. Kadere rıza gösterip sabretmekten başka çaresi de yoktu. Hz. Yusuf boş durmadı hapishanede. Duramazdı zaten. O bir peygamberdi ve Allah’ı anlatmak onun için hava gibi su gibi bir şeydi. Biliyordu ki Allah’a iman etmiş bir gönül için zindanın karanlıkları bile aydınlık bir cennete dönüşürdü.

Kısa sürede hapishane bir okula dönüştü neredeyse. Yusuf (aleyhisselâm) mahkumlara Allah’ı anlatmaya başladı. Allah’ın varlıkları kuşatan sevgisini, sonsuz merhametini anlattı durmadan. Sık sık şunu sorardı dinleyenlere:

- Ey hapishane arkadaşlarım, bir düşünün, sizin için bir çok tanrıya ibadet etmek mi, yoksa bütün varlıkları yaratan tek Allah’a ibadet etmek mi iyidir? Bunu hangi mantık kabul eder?

Hapse onunla beraber iki genç girmişti. Biri kralın aşçısı, diğeri şarapçısıydı. Aşçı, rüyasında kafasında bir ekmek ve ekmeği yemek için üşüşen kalabalık bir kuş topluluğu, diğeri ise krala şarap sunduğunu gördü. İki genç derhal Hz. Yusuf’a giderek rüyalarını yorumlamasını istediler.

Hz. Yusuf Allah’ı anlatarak söze başladı. Cenâb-ı Hakk’ı insanlara anlatmak için her fırsatı değerlendiriyordu. Şöyle dedi Yüce Peygamber:

- Ey hapishane arkadaşlarım, ben Allah’ı ve Âhiret Günü’nü inkâr eden bir toplumu terk ettim.

Muhatapların kafasında uyanabilecek soruları daha onlar sormadan cevaplandırıyordu. Böyle iyi bir insanın hapishanede işi neydi?

- Şayet onların dediklerini yapsaydım, onlar gibi olacaktım. Ben onları ve gittikleri yolu terk ettim. Atalarım Hz. Yakup, Hz. İshak ve Hz. İbrahim’in dinlerine tâbi oldum. Benim sahip olduğum bütün güzellikler, ilmim, hikmetim, ahlâkım Allah’tandır. Allah’ın bana bir lütuf ve ihsanıdır.

Hapishanede herkes kulak kesilmiş bu güzel insanı dinliyordu. Sözleri öyle yumuşak, öyle anlamlıydı ki çabucak kalplerine nüfuz ediyordu. Hz. Yusuf bir öğretmen, mahkumlar birer öğrenci, hapishane de bir okuldu sanki. Güzel yüzlü, güzel sözlü Peygamber sözlerine devam etti:

- Ey zindan arkadaşlarım! Altından, gümüşten, taşlardan ve çeşitli madenlerden yapılan putlar mı hayırlıdır, yoksa şu sonsuz kâinatı bin bir güzellikle süsleyen Allah mı?

Sonra iki gencin rüyalarını yorumladı. Aşçıya asılarak idam edileceğini, diğerine de hapisten çıkıp tekrar kralın hizmetine döneceğini söyledi. Kurtulacak olana:

- Kralın huzuruna çıktığında ona benden bahset. Suçsuz olduğumu anlat, diye de bir ilâvede bulundu.

Hz. Yusuf’un dediği çıktı. Aşçı idam edildi, şarapçı da affedilerek, tekrar saraya döndü. Gel gör ki Yusuf’u (aleyhisselâm) unuttu. Şeytan ona Hz. Yusuf’u unutturdu. Böylece hapisteki yılları birkaç yıl daha uzadı. Bu süreyi mahkumlara nasihat, Allah’a ibadet, kâinatı tefekkür ve insanlığın problemleri için çözümler bulmakla geçirdi. O yıllar Hz. Yusuf’un kulluk ve Allah’ı bilmede ayrı bir derinliğe ulaştığı yıllardı
3. Bölüm

Kral her zamanki gibi yatağına geç vakitte girmişti. O, geç yatar geç uyanırdı. Fakat o sabah korkuyla fırladı yatağından. Güneş henüz doğmamıştı. Yüzü sapsarıydı. Çok ilginç bir rüya görmüştü. Nil Nehri’nin kıyısında yedi semiz inek otluyordu. Birdenbire nereden çıktığını bilemediği yedi cılız inek geldi ve yedi semiz ineği yedi. Bir de yeşil başak ile yedi kuru başak gördü rüyasında.

Bu rüya onu çok rahatsız etmişti. Anlamı neydi? Kâhinleri, sihirbazları, rüya yorumcularını çağırttı ve bu tuhaf rüyanın ne anlama geldiğini sordu. Ona:

- Efendimiz, bunlar anlamsız, karmakarışık hayaller, kafanızı böyle şeylerle yormayınız... dediler.

O sırada şarapçı, krala içki dolduruyordu ve birdenbire hatırına Yusuf (aleyhisselâm) geldi. Kendi rüyasını yorumlamış ve aynen çıkmıştı. Krala ondan bahsedince, onu derhal hapishaneye Hz. Yusuf’un yanına gönderdi. Şarapçı:

- Ey doğru sözlü Yusuf, bu rüyayı yorumla. Bu vesileyle senin kadrini bilirler ve sana hayırlı bir müjdeyle dönerim.

Hz. Yusuf şöyle dedi:

- Mısır’da yedi verimli yıl yaşanacak, toprak Mısır insanına bütün bereketini sunacak. Ardından yedi kurak yıl gelecek ki, bütün erzakı yiyip tüketecek. Sonra yeniden bolluk yılları gelecek. Bu yüzden Mısır halkı önümüzdeki yedi sene boyunca tasarruflu bir hayat yaşayıp erzak depolasınlar ki kuraklık yılları gelip çattığında sıkıntı çekmesinler.

Haberci uçar gibi hükümdarın huzuruna gitti ve Yusuf’un (aleyhisselâm) yorumunu aktardı ona. Kral rüyanın yorumunu duyunca çok sevindi ve Hz. Yusuf’un derhal serbest bırakılıp huzuruna getirilmesini emretti. Ne var ki Hz. Yusuf suçsuzluğu ispatlanmadan çıkmayı reddetti. Onun derdi hapishaneden çıkmak değildi. Masumiyetinin ispat edilmesiydi. Çünkü o Allah’ı anlatan bir peygamberdi. Halkın ona kötü gözle bakması görevini yerine getirmesine mani olurdu. Herkes onun suçsuz ve mağdur olduğunu bilmeliydi. Ancak o şartla çıkabilirdi. Şöyle dedi:

- Haksız yere zindana atıldığım ispatlanmadıkça buradan çıkmam. Efendine git ve de ki, bıçaklarla ellerini kesen kadınlar ne düşünüyorlar, Efendin tahkikat yapsın. Rabbim, o kadınların hilelerini ve benim masum olduğumu biliyor. Fakat ben, kralla birlikte bütün halkın da bunu bilmesini istiyorum.

Bunun üzerine kralın bizzat kendisi olayı araştırdı, soruşturdu ve onun gerçekten suçsuz olduğunu gördü. Hz. Yusuf’u hapishaneden çıkarıp, saygı ile karşıladı. Onunla sohbet edince üstün bir zekâ ve ahlâka sahip olduğunu gördü. İdeal bir vezirin sıfatlarını taşıyordu. Hz. Yusuf’tan veziri olmasını istedi. Hz. Yusuf da hazine ve maliye işlerinden sorumlu vezir olmak istediğini söyledi. Çünkü yedi bereketli yılın ardından yedi kıtlık senesi gelecekti ve bu çetin yılları ancak bir peygamber idare edebilirdi.

İlim ve bilgeliğini kullanarak gelmesi mukadder kurak seneler için erzak depolamaya başladı. Biliyordu, çünkü onun muallimi Allah’tı. Bolluk yılları geçti ve ardından kıtlık yılları gelip çattı. Kurak yıllar hem Mısır topraklarını hem de civar ülkeleri vurdu. Mısır halkı gıda için krala baş vurunca onları Hz. Yusuf’a gönderdi. O da hazinelerin ağzını ardına kadar açtı ve erzak satmaya başladı. Böylece devletin hazinesi dolup taştı ve ülkenin zenginliğine zenginlik kattı.

Ülkeyi bir peygamber yönetiyordu. Kral iman etmişti. Devlet adamlarının çoğu da Müslüman olmuştu ve Hz. Yusuf dış ve iç güzelliğiyle gerçek bir kulun nasıl olması gerektiğini bütün insanlığa göstermişti. İslâm’ın güzelliklerini hem sözleri hem de hareketleriyle temsil eden bir insana kim hayran olmazdı ki!

4. Bölüm

Filistin toprakları da kıtlıktan kıvranıyordu. Erzakın Mısır’da olduğunu öğrenen Hz. Yakup gıda satın almaları için çocuklarını Mısır’a gönderdi. Mısır’a vardıklarında Hz. Yusuf onları tanıdı, fakat onlar Yusuf’u (aleyhisselâm) tanımadılar.

Onlardı... Evet, onlardı uzun yıllar önce kendisini kör bir kuyuya atanlar. Hz. Yusuf, onların kervanını çeşitli gıda maddeleriyle doldurdu. Para da istemedi. Fakat en çok sevdiği kardeşi Bünyamin’i getirmediklerini fark edince onu da beraberlerinde getirmeden erzakları teslim etmeyeceğini söyledi. Çaresiz babalarına dönerek küçük kardeşlerini Mısır’a götürmezlerse erzak alamayacaklarını söylediler.

Hz. Yakup (aleyhisselâm) yaşlanmıştı. Yüzündeki derin çizgiler ruhundaki hasret ve hüznün haritasını çizer gibiydi. Hiçbir insan, hasreti, hüznü ve özlemi bir peygamber ölçüsünde hissedemez. Çünkü Cenâb-ı Hak, peygamberleri insanların en duyarlıları olarak yaratmıştır. Ağacın dalından kopup yere düşen bir yaprak onların yüreklerine müthiş bir hicran salar. Yeryüzündeki bütün anaların çocuklarından ayrıldıkları vakit hissettikleri hasret ve acıyı toplasak bir peygamberin herhangi bir sevdiğinden ayrılırken duyduğu hicranla kıyas edilemez. Dünyadaki bütün insanların ıstırabı bir peygamberin ıstırabı karşısında denizde katre gibidir. Bir çocuğun ağlamaklı hâli, bir yetimin hüzünlü bakışı, bir peygamberin gözyaşlarının sel olup akması için yeterlidir.

Hüzün peygamberi Hz. Yakup şöyle dedi çocuklarına:

- Yusuf’un başına gelenlerden sonra size nasıl güvenirim, ikinci oğlumu sizinle nasıl gönderebilirim?

Fakat öyle anlaşılıyor ki kıtlık dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Hz. Yakup küçük oğlunun onlarla beraber gitmesine izin verdi.

Küçük kardeşleri Bünyamin’le birlikte Hz. Yusuf’un huzuruna döndüler. Hz. Yusuf haberleri olmadan gizli bir plân yaptı. Kardeşini çok özlemişti ve onu yanında tutmak istiyordu. Kervana erzak yüklendikten sonra küçük kardeşinin eşyasının arasına kralın gümüş tasını koydurdu. Tam kervan hareket etmek üzereyken tellâl hükümdarın gümüş tasının çalındığını, bu yüzden hiçbir kafilenin aranmadan hareket edemeyeceğini ilân etti.

Kervan hareket edince de Yusuf’un görevlilerinden biri:

- Ey kafile! Durun, siz hırsızlık yapmışsınız! diye seslendi.

Onlar geri dönüp geldiler ve: “Mesele nedir, ne kaybettiniz ki, bizi suçluyorsunuz?” dediler.

Görevlilerden biri:

- Hükümdarın gümüş tasını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü mükâfat var. Buna ben kefilim, dedi.

Hz. Yakup’un çocukları:

- Allah’a yemin olsun ki, biz buraya fesat çıkarmaya gelmedik, siz de bunu biliyorsunuz. Hele hırsız, hiç değiliz!, dediler.

Görevliler:

- Peki, yalancı olduğunuz ortaya çıkarsa, size ne ceza verelim?” dediler.

Onlar:

- Gümüş tas kimin yükünden çıkarsa, ceza olarak onu alıkoyun.

Hz. Yusuf, öz kardeşinin yükünden önce, öbürlerinin yüklerini aratmaya başladı. Sonra gümüş tası kardeşi Bünyamin’in yükünden çıkarttı.

Cenâb-ı Hak, Hz. Yusuf’a, kardeşini alıkoyması için böyle bir plân öğretmişti. Yoksa, Allah dilemedikçe hükümdarın kanununa göre, kardeşini alması uygun olmazdı.

Onlar:

- Eğer o çalmışsa, zaten daha önce onun kardeşi de hırsızlık etmişti, dediler.

Hz. Yusuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara belli etmedi.

İçinden de şöyle geçirdi:

- Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiaların gerçek yönünü Allah pek iyi biliyor ya, o yeter!

Hz. Yusuf:

- Bu durumda kardeşiniz benim kölem olarak burada kalacak, dedi.

Hz. Yusuf’un kardeşini alıkoyması karşısında, şöyle dediler:

- Efendimiz! Sizin affınızı diliyoruz. Ne olur kardeşimizi serbest bırakıp yerine bizden birini alınız. Bizim yaşlı bir babamız var. Döndüğümüzde onu aramızda görmezse perişan olur...

Yusuf (aleyhisselâm):

- Hayır, imkânsız. Biz tası kimin yanında bulduysak onu alıkoyarız. Cezayı suçu işleyen çeker. Başkasını cezalandırmak zulümdür. Zulümden de Allah’a sığınırım.

Gözyaşları içinde döndüler memleketlerine. Başlarına gelenleri bir bir anlattılar babalarına.

- Bize inanmıyorsan, beraber gittiğimiz kafileye sor.

Yakup (aleyhisselâm), Hz. Yusuf’a oynadıkları oyunun aynısını Bünyamin’e de çevirdiklerini söyleyerek bıraktı onları. Üzüntüsü büyüdükçe büyümüştü. Eski hüznüne yeni bir hüzün daha eklenmişti. Yakup (aleyhisselâm) için gözyaşlarıyla sulanmış yeni günler başlamıştı artık. Geceler ve gündüzler onun ağlamalarından başka bir şey görmedi o günden sonra. Hz. Yakup, öyle ağladı ki bir gün gözleri karardı, görmez oldu. Çocuklarını yanına çağırdı ve onlara:

- Derhal Mısır’a gidin, hem kardeşinizi, hem de Yusuf’u var gücünüzle arayın, bulun, dedi.

Yakup (aleyhisselâm) bir peygamber... Eşyanın perde arkasını gören gözlere sahip bir peygamberdi. Yusuf’un rüyasından bu yana cereyan eden olaylar tesadüf olamazdı. Kâinatta tesadüf yoktu zaten. İlâhi hikmet hayatı bir dantela inceliğiyle örüyordu. Hayatta boşluk veya anlamsızlık yoktu. Büyük Peygamber, firasetiyle bunu bilmişti.

Hz. Yakup’un evlâtları Mısır’a varıp Hz. Yusuf’un (aleyhisselâm) sarayına gittiler. Huzuruna çıkıp:

- Efendimiz, kıtlık diyarından geliyoruz, çocuklarımız açtır, fazla da bir paramız yoktur, tek ümidimiz sizin cömertliğiniz. Bir de ne olur küçük kardeşimizi bize teslim edin de, onu yaşlı babasına geri götürelim...

Yusuf (aleyhisselâm) onlara baktı baktı... Sonra kendi dilleriyle cevap verdi onlara:

- Yıllar önce, cehalet ve kıskançlığınızdan dolayı Yusuf’a ne yaptığınızı hatırlıyor musunuz?

Dehşetle baktılar ona. Oydu, evet karşılarında duran başkası değil, kardeşleri Hz. Yusuf’tu. Bir korku, bir endişe sardı içlerini. Acaba Hz. Yusuf intikamını alacak mı? diye. Onun bir peygamber olduğunu ve peygamberlerin yeryüzünde sonsuz merhametin temsilcileri olduğunu unuttular. Hz. Yusufda onları affetti. Gömleğini çıkarıp onlara verdi ve derhal babalarına götürüp, yüzüne sürmelerini istedi. Böylece görmeyen gözleri açılacaktı. Ayrıca anne- babasını Mısır’a getirmelerini söyledi onlara.

Kervan, Filistin’e doğru yol alırken, Hz. Yakup etrafındakilere:

- Allah’a yemin ederim ki Yusuf’un kokusunu duyuyorum... dedi.

Çevresindekiler Hz. Yakup’un hâline acıdılar. Hüzün ona imkânsız şeyler söyletiyor olmalıydı.

Nihayet kervan varmıştı. Müjdenin elçileri hüzün peygamberinin huzuruna girdiler heyecanla ve Yusuf’un gömleğini verdiler ona. Hz. Yakup hasretle kucakladı gömleği. Öptü, kokladı, kokusunu içine çekti... Yusuf’un kokusuydu gerçekten. Unutamadığı Yusuf’unun kokusu. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Doymadı yüzüne sürdü... Ve mûcize gerçekleşti... Olmazları olduran Allah dileyince... Hz. Yakup’un gözleri açıldı.

Yol hazırlıkları bitince kervan yeniden Mısır’ın yolunu tuttu. Mısır’da babası, annesi ve on bir kardeşi saygıyla eğildiler Hz. Yusuf’un önünde.

Evet çocukken gördüğü rüya gerçek olmuştu... Güneş, Ay ve on bir yıldız ona secde etmişti. Yusuf (aleyhisselâm) acı ve sıkıntılarla geçen hayatını gözünün önünden geçirdi. Allah’ın ihsan ettiği sonsuz nimetleri düşündü... Ve o da Allah’a secde etti..


Hz. Yusuf (A.S.) 

Hz. Yûsuf Kurân'da adi geçen peygamberlerden birisi olup, Yakub Peygamberin oğludur. Nesebi Hz. İbrahim'e kadar varır (Kamil Miras, Tecrit Tercümesi, IX, 139). Kur'ân-ı Kerîm'de kendi adını taşıyan bir sûre vardır. Tamamı 111 âyet olan bu sûrenin 98 âyeti (4-101) Hz. Yûsuf'tan bahseder. Bu âyetlerde anlatıldığına göre Hz. Yûsuf'un hayat hikâyesi özetle şöyledir:

 

Hz. Yûsuf'un on bir tane erkek kardeşi vardı. Yûsuf fevkalâde güzel ve son derece zekî idi. Babaları Hz. Yakub en çok Yûsuf'u seviyordu. Bu sevgiyi ağabeyleri kıskanıyorlardı.

 

Yûsuf (a.s) bir gece rüyasında on bir yıldızn, Güneş ve ayin kendisine secde ettiklerini gördü. Bu rüyayı babasına anlattı. Babası rüyanın, Hz. Yûsuf'un büyük bir adam olacağına işaret olduğunu anladı ve Yûsuf'a rüyasını ağabeylerine anlatmamasını tembihledi. Ancak, ağabeyleri bundan haberdar oldular ve Yûsuf'u öldürüp bir yere atmayı plânladılar. Babalarından izin alarak, gezip eğlenmek bahanesiyle Yûsuf'u alıp kırlara,götürdüler. Onu bir kuyuya attılar, gömleğini da kana bulayarak, "Yûsuf'u kurt kaptı" diye babalarına yalan söylediler.

 

Kuyunun yanından geçmekten olan bir kafile Yûsuf'u buldu ve köle olarak satmak üzere alıp, Mısır'a götürdüler. Orada az bir fiyatla onu Azîz (maliye bakanı)'e sattılar.

 

Azz'in hanımı Yûsuf'a göz koydu. Onu kendisiyle beraber olmaya çagırdı. Yûsuf (a.s) bunu kabul etmeyince, ona iftira edip kocasına şikayet etti ve hapse attırdı.

 

Hz. Yûsuf senelerce hapiste kaldı. Orada hükümdarın şerbetçisi ve aşçısı ile tanıştı. Onların gördükleri rüyaların yorumunu yaptı. Birisinin, kurtulup efendisinin hizmetine devam edeceğini, diğerinin ise öldüreceğini söyledi. Sonunda dediği çıktı. Hz. Yûsuf, kurtulana, kendisini efendisinin yanında anmasını istedi.

 

Hükümdar bir gece rüyasında yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yediğini ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak gördü. Bu rüyanın yorumunu yaptırmak istedi. Hz. Yûsuf'un rüya yorumu yaptığını örgendi ve onu hapisten çıkarıp, rüyasını anlattı. Hz. Yûsuf, yedi sene bolluk olacağını, peşinden gelen yedi senenin ise kıtlıkla geçeceğini söyledi. Bunun üzerine hükümdar, Hz. Yûsuf'u maliye bakanlığına getirdi. Yûsuf (a.s) bolluk yıllarında bütün ambarları zahire ile doldurttu; kıtlık yılları gelince bu zahireyi halka dağıtmaya başladı. Ayni kıtlık, Hz. Yûsuf un babasının memleketi olan Ken'an diyarında da yaşandı.

 

Yûsuf (a.s)'un kardeşleri de zahire almak için iki kez Ken'an ilinden Mısır'a geldi. Sonunda Yûsuf (a.s) kardeşlerine kendini tanıttı ve onları affettiğini belirterek, "Bugün azarlanacak değilsiniz, Allah sizi bağışlar, o merhametlilerin merhametlisidir" (Yûsuf, 92) dedi. Yûsuf (a.s), babası, annesi ve kardeşlerinin tamamını Mısır'a davet etti.

 

Ailesi Mısır'a vardığında Yûsuf (a.s) anne ve babasını tahta oturttu; diğer on bir kardeşi ise Hz. Yûsuf'un önünde eğildiler. O zaman Yûsuf (a.s); "Babacığım, işte bu vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim, bana pek çok iyiliklerde bulundu. Doğrusu Rabbim, dilediğine lütufkârdır. O şüphesiz, bilendir, hâkimdir" (Yûsuf,100) dedi. Bu şekilde İsrail oğulları, Filistin'den Mısır'a gelip yerleşmiş oldu. Bir süre sonra Yakub (a.s) vefat etti. Yûsuf (a.s), Allah Teâlâ'ya söyle münacatta bulundu: "Rabbim, bana hükümdarlık verdin, rüyaların yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı! Dünya ve âhirette koruyanım sensin! Benim canımı, Müslüman olarak al! Ve beni iyilere kat!" (Yûsuf, 101). Yûsuf (a.s)'un hayat hikayesi Kur'ânı Kerîm'de "Ahsenü'l-Kasas, Kıssaların en güzeli" ünvanını aldı. Pek çok olayları içeren bu hayat hikâyesi için Allah Teâlâ söyle buyurdu: Ândolsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin olayında, soranlara nice ibretler vardır" (Yûsuf, 7).

 

Yûsuf (a.s)'un defnedildiği yer, rivâyetlere göre, İbrahim (a.s)'in medfun bulunduğu Kudüs yakınlarında Halilü'r-Rahman kasabasındadır.

 

 

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol