""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Birliğin Gücü (Cemmatle Namaz)

CEMAATLE NAMAZ

a) Cemaatle Namaz Kılmanın Fazileti

İslâm dini birlik ve beraberliğe büyük önem vermiştir. Günde beş vakit
namazın bir arada eda edilmesinin teşvik edilmesi, haftada bir cuma namazının
ve senede iki kez olan bayram namazlarının topluca kılınmasının gerekli
görülmesi, müminlerin görüşüp halleşmelerine, birbirleriyle yardımlaşmalarına
vesile olmak gibi bir anlam taşımaktadır. Bu bakımdan cemaatle namaz esprisi,
oluşturulmak istenen birlik ruhunun hem bir göstergesi ve hem de o birlik
ruhunun sağlamlaştırıcısı ve devam ettiricisi olmaktadır.

"Ve sen içlerinde olup da onlara namaz kıldıracak olursan, onlardan bir bölümü
seninle birlikte namaza dursun, silâhlarını da yanlarına alsınlar" (en-
Nisâ 4/102) âyetinde Allah Teâlâ cihad sırasında korkulu anlarda bile cemaatle
namaz kılmayı söz konusu etmektedir. Korkulu anlarda cemaatle namaz
kılmanın teşvik edilmesi, normal zamanlarda cemaate riayet edilmesinin daha
öncelikli ve önemli olduğunu da belirtmiş olmaktadır. Savaş durumunda namazın,
normal kılınış biçiminin dışında farklı bir şekilde kılınması, cemaatin
önemi ve güvenlik gibi sebeplerle açıklanabileceği gibi, bunda sahâbenin Peygamber’le
birlikte namaz kılma iştiyakının da rolü bulunmaktadır. İnsanlar Hz.
Peygamber'in arkasında, iki ayrı grup halinde nöbetleşe namaz kılınca, hem
cephe terkedilmemiş, hem de herkes Hz. Peygamber'in arkasında namaz kılmış
olmakta ve bu suretle Hz. Peygamber'in belli bir grupla namaz kıldığı takdirde
ortaya çıkması muhtemel olan yanlış anlamanın önüne geçilmiş olmaktadır.


Hz. Peygamber cemaatle namazı teşvik sadedinde cemaatle kılınan namazın,
tek başına kılınan namazdan yirmi yedi veya yirmi beş derece daha
faziletli olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Ezân”, 30; Müslim, “Mesâcid”, 42). Kendisi
de hayatı boyunca cemaate namaz kıldırmış, hastalandığında ise cemaate
katılarak Ebû Bekir'in arkasında namaz kılmıştır. Cemaatle namaz, içerdiği
dayanışma ve yardımlaşma anlamı nedeniyle İslâm'ın bir şiarı ve sembolü
haline gelmiştir ve vazgeçilmez bir uygulama olarak öylece devam etmiştir.

Cuma namazı dışında en kuvvetli cemaat, sabah namazının cemaati,
sonra yatsı namazının cemaati, sonra ikindi namazının cemaatidir. Ebû
Hüreyre'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İnsanlar
ilk safın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kura çekmekten
başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi
bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi,
emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi" (Buhârî,
“Ezân”, 9, 32; Müslim, “Salât”, 129, 131). Bir başka hadiste de "Kim yatsı
namazını cemaatle kılarsa, gece yarısına kadar namaz kılmış sevabını alır.
Sabah namazını da cemaatle kılarsa bütün geceyi namaz kılarak geçirmiş
gibi sevap alır" (Buhârî, “Ezân”, 34; Müslim, “Mesâcid”, 260) buyurmuşlardır.

Safların en faziletlisi en ön saftır. Bu fazilet imama yakınlık derecesindedir.
Fakat imama en yakın duran kişiler imamlığa ehil olan kişiler olmalı ki
imamın abdesti bozulduğunda, hemen birini yerine geçirebilsin.

b) Cemaatle Namazın Hükmü

Cemaat fazileti her ne kadar bir kişiyle de olabilir ve hâne halkıyla dahi
cemaatle namaz kılınabilirse de bu, camiye çıkmanın ve daha kalabalık bir
cemaatte bulunmanın sevabına denk olmaz. Farz namazların cami ve mescitlerde
cemaatle kılınışı
İslâm dininin bir sembolü ve şiarı olduğu için bunun
terk ve tatil edilmesi asla câiz görülemez.

Cemaatin önemini gösteren çok sayıda hadis bulunmaktadır. Bunlardan
birinde Hz. Peygamber "Üç kişi bir köyde veya sahrada bulunur ve cemaatle
namaz kılınmazsa, şeytan onlara hâkim olur. Öyleyse cemaatten ayrılma.
Çünkü kurt ancak sürüden ayrılan koyunu yer" buyurmaktadır (Ebû Dâvûd,
“Salât”, 47). Bir diğer hadiste ise "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin
ederim ki, ateş yakılması için odun toplanmasını emretmeyi, sonra da namaz
için ezan okunmasını, daha sonra da bir kimseye emredip imam olmasını,
sonra da cemaatle namaza gelmeyenlere gidip evlerini yakmayı düşündüm"
(Buhârî, “Ezân”, 29, 34; Müslim, “Mesâcid”, 251-254) diyerek cemaatin topluca
terkedilmesinin en ağır müeyyide uygulanmasını gerektiren yanlış bir
davranış olduğunu ifade etmektedir.

Cemaatle namaz kılmanın önemine dair bu ve benzeri hadislerden ve ilgili
âyetlerden hareketle Hanbelîler, cemaatle namaz kılmanın erkekler için
farz-ı ayın, Şâfiîler de farz-ı kifâye olduğunu söylemişlerdir. Hanefî ve


Mâlikîler'e göre ise, cuma namazı dışındaki farz namazları cemaatle kılmak,
gücü yeten erkekler için müekked sünnettir. Kadınların, hastaların, çok yaşlı
kimselerin ve kötürümlerin ise cemaatle namaz kılmak için mescide gitmesi
gerekmez.

Hanefî ve Şâfiîler'e göre, cemaatin en az sayısı imam ve ona uyan olmak
üzere iki kişidir. Hatta uyan kişi çocuk da olabilir. Çünkü Hz. Peygamber,
teheccüd namazında çocuk yaşta olan İbn Abbas'a imamlık yapmış ve
bir hadisinde "İki kişi ve daha fazlası cemaattir" (Zeylaî, Nasbü'r-râye, II,
198) buyurmuştur.

c) Kadınların Mescidlere Gitmeleri ve Saf Düzeni

Hz. Peygamber kadınların mescide gelebileceklerini, ancak evdeki ibadetlerinin
daha üstün olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Bu konuya
ilişkin hadislerden bazıları
şöyledir:

"Kadınların mescidlere gitmesine engel olmayın. Fakat evleri onlar için
daha hayırlıdır" (Müslim, “Salât”, 134-137; Şevkânî, Neylü'l-evtâr, III, 148149).


"Kadınlarınız gece mescide gitmek için sizden izin istediklerinde onlara
izin verin" (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, II, 944-945; Müslim, “Salât”, 139).

"Kadınlar cemaate katılmak istedikleri zaman, koku sürünmesinler"

(Müslim, “Salât”, 141-142).

Hz. Peygamber döneminde kadınların sabah namazına gittiklerine dair
rivayetler yanında, Hz. Peygamber'in kadınları bayram namazına katılmaya
teşvik ettiğine dair rivayetler de bulunmaktadır (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, I,
98-99; II, 222-223, 311, 510-511, 891). Bu hadislerden birinde Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: "Henüz kocaya gitmemiş genç kızlar, perde arkasında
yaşayan kadınlar (zevâtü hudûr) ve hayızlı kadınlar evlerinden
çıksınlar; hayır ve müminlerin duasına (davet) şahit olsunlar. Hayızlı kadınlar,
namaz kılınan yerden uzak dursunlar" (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, I, 234235).


Farz namazların camide cemaatle kılınması daha faziletli olmakla birlikte,
klasik dönemde fitne endişesiyle kadınların camiye gitmesine pek sıcak
bakılmamıştır. Ebû Hanîfe serkeşlerin, kötü niyetli kimselerin uykuda
olması sebebiyle güvenlikli vakit olduğu düşüncesiyle, yaşlı kadınların sabah,
akşam ve yatsı namazlarında camiye gitmelerinde bir sakınca görmemiştir.
Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise yaşlı kadınlar bütün vakit na




NAMAZ 273

mazlarında camiye gidebilirler. Sonraki Hanefî fakihlerine göre ise zamanın
bozulması ve fıskın ortaya çıkması sebebiyle yaşlı da olsalar kadınların
cuma ve bayram namazlarına gitmeleri mekruh görülmüştür. Şâfiî ve Hanbelîler
ise, ister genç ister yaşlı olsun güzel ve gösterişli kadınların,
Mâlikîler'e göre de erkeklerin ilgi duymadığı yaşlı kadınların bile cemaatle
namaz kılmak üzere camiye gitmeleri mekruhtur.

Günümüzde ve ülkemizde sokaklar örtülü, örtüsüz kadınlarla dolup taşmaktadır.
Bu durumda örtülü kadınların camiye gelmeleri fitneye sebep
gösterilemez. Aksine cemaatle namaz, çocukların eğitiminden birinci derecede
sorumlu olan annelerin ve anne adaylarının dinî bilgi ve şuurlarını
takviye eder.

Saf Düzeni ve Kadının Namazda Erkeğin Hizasında Bulunması


Kadınların cemaatle namazdaki saf düzeni ve erkeklerde aynı safta veya
hizada olması, ilmihallerde "muhâzâtü'n-nisâ" terimiyle ifade edilir.

İmama uyacak kişi sadece bir erkek kişi ise imamın sağına durur. Soluna
ve arkasına durmak sünnete aykırı olduğu için mekruhtur. İmama
uyanlar birden çok iseler imamın arkasına dururlar. İmama uyacak kişi tek
kadın ise imamın arkasına durur. Cemaat çoğalıp saf teşkil edilecek ise saf
düzeni, önce erkekler safı, onun arkasında çocuklar safı ve onun arkasında
kadınlar safı olacak şekilde yapılır.

Kadınların cemaate katılmaları durumunda saf düzenine riayet edilmesi
gerektiği hususunda âlimlerin görüş birliği vardır. Buna göre kadınların,
safın en gerisinde, erkeklerin -varsa çocukların- arkasında namaza durmaları
gerektiği söylenmiştir.

Bu şekildeki uygulamanın, kadınların aşağılandığı ve "ikinci sınıf" konumuna
indirgendiği anlamına alınması doğru değildir. Bu uygulama ile
kadınlar camilerin dışına atılmış olmadığı gibi Allah'ın huzurundan uzaklaştırılmış
da değildir. Namaz nerede kılınırsa kılınsın namaz kılan kimse Allah'ın
huzurundadır. Sadece herkesin anlayabileceği tabii, fıtrî birtakım sebepler
yüzünden kadınların arka saflarda durması önerilmiştir. Bu şekildeki
saf düzeni hem kendilerinin, hem de camideki erkek cemaatin daha huşû ve
sükûn içerisinde namaz kılması için oldukça yerinde bir uygulamadır. Bu
durumda kadınlar emre itaat etmiş olmaları sebebiyle ilk safın sevabından
mahrum da olmazlar. Zaten cemaatle namazda ilk safın daha faziletli görülmesi,
biraz da cemaatin dağınıklığını önlemeye, saf düzeninde disiplini
sağlamaya mâtuf bir tedbirdir.


Hz. Peygamber'in uygulamasına uygun olarak erkeklerin selâm verir
vermez kalkmamaları, biraz beklemeleri yerinde olur. Ümmü Seleme'nin
bildirdiğine göre, Hz. Peygamber selâm verince kadınlar, Hz. Peygamber
selâmı tamamlar tamamlamaz kalkarlar; Hz. Peygamber de ağırdan alır,
kalkmadan önce birazcık beklerdi (bk. Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, II, 891).

Özellikle Hanefî bilginler, saf düzenine uyulmasını sağlamak ve uygunsuz
durumların ortaya çıkmasını engellemek için, cemaatle kılınan namazda,
kadının erkeğin hizasında durarak namaz kılması durumunda, erkeğin
namazının sahih olmayacağını söylemişlerdir. Daha açık söylemek gerekirse
bir kadın erkek safları arasında namaz kılacak olsa kadının iki ya-
nındaki birer erkeğin ve kadının tam arkasındaki bir erkeğin namazı bozulur,
ötekilerin namazı bozulmaz. Hanefîler'e göre bu durumda namazın bozulmasının
nedeni, duruş düzeni (tertîbü'l-makam) farzının terkedilmiş olmasıdır.
Nitekim imama uyan kimse imamın önüne geçecek olursa, duruş düzenini
ihlâl ettiği için namazı bozulur.

Cenaze namazı, mutlak namaz olmadığı için cenaze namazında kadınların
erkeklerle aynı hizada bulunması namaza zarar vermez. Namazda kahkaha ile
gülmek abdesti bozduğu halde, cenaze namazında gülmenin abdesti bozmaması,
cenaze namazının bu özelliğiyle de bağlantılıdır. Ancak cenaze namazında
da sünnet olan saf düzeni, kadınların arkada olmalarıyla gerçekleşir.

Yine yönelinen cihetlerin farklı olması durumunda, Kâbe'nin içerisinde
de muhâzât sorunu yoktur. Çünkü farklı yönlere yönelme durumunda
muhâzât söz konusu olmaz.

Duruş düzeninde kadınların yerini belirleyen "Kadınları Allah'ın koyduğu
yere, arka saflara yerleştirin" (ahhirühünne, haysü ahharahünnellâh [bk. Zeylaî, II,
36]) ve "Kadınların saflarının en şerli olanı ilk saftır" (şerru sufûfi'n-nisâ
evvelüha [bk. Müsned, II, 336]) gibi hadisler rivayet açısından kuvvetli olmadığı
gibi, konuya delâleti de açık ve kuvvetli değildir. Hanefîler prensip olarak
namazın farzlarının ancak yakîn ve kesinlik ifade eden yollarla sabit olabileceğini
kabul ederken, bu muhâzât meselesinde, yani cemaatle namaza duruş
düzeninin belirlenmesinde, yakîn ifade etmeyen haber-i vâhidlerle amel etmişlerdir.
Çünkü duruş düzeni, cemaat namazının farzlarındandır ve cemaat
namazının kendisi sünnetle sabit olmuştur. Bu bakımdan onun farzlarının
kesinlik ifade etmeyen sünnetle sabit olması mümkündür.

Şâfiî ise kadının erkek hizasında namaza durmasının (muhâzât) erkeğin
namazına zarar vermeyeceği görüşündedir. Çünkü bu konuda söylenebile
cek en ileri nokta, kadınların aynı hizada bulunmaları durumunda, saf tutmanın
gerçekleşemeyeceğidir. Saf tutmanın, farz değil sünnet olduğu düşünülürse,
bunun da fazla bir önemi olmadığı görülür.

Mezheplerin bu konudaki görüşleri ve gerekçeleri incelendiğinde kadınların
erkeklerle aynı safta bulunup bulunmayacakları konusunun esas itibariyle
dinî bir mesele olmayıp, doğal ve örfî nedenlere dayandığı ve namazda
huzurun sağlanmasının hedeflendiği görülmektedir.

d) Cemaate Gitmemek İçin Mazeret Sayılan Haller

Cemaate katılmamak şu durumlarda mubah olur:

1. Hastalık. Cemaatle namaza katılmamayı mubah kılan mazeretlerin
başında hastalık gelir. Âlimler, cemaate katılmamayı mâzur gösteren hasta-
lık için, teyemmümü mubah kılacak derecede olması
şeklinde bir ölçü getirmişlerdir.
Hastalık için getirilen bu ölçü, cemaatin önemini göstermesi bakımından
oldukça yerindedir. Fakat bu ölçü, hastalığı sadece hasta olan kişi
açısından, yani onun ayakta durmaya, yürümeye güç yetirip yetirememesi
açısından değerlendirmektedir. Hastalık için ölçü getirilirken başkalarına
verilecek rahatsızlık ve hastalığın yayılma riski de dikkate alınmalıdır. Meselâ
nezle veya grip olan kişi, yukarıda getirilen ölçüye uymaz. Bununla
birlikte nezle, grip gibi hastalıklara yakalanmış kişilerin bu halde cemaate
katılmaları mekruhtur. Bu şekilde hasta olan kişilerin camiye, mescide gelmeleri,
hastalık mikrobunun bulaşması riskini taşıması sebebiyle hem sağlık
açısından sakıncalıdır, hem de bu şekilde hasta olan kişiler sürekli olarak
öksürmek, burnu akmak, burnunu silmek gibi davranışlar göstereceğinden
cemaate katılan öteki kişilerin namazda olması gereken kalp huzurunu ve
sükûnunu bozarlar.
Bu bakımdan, hem kendilerini hem başkalarını rahatsız edecek durumda
bulunan kişilerin mescide gelmeyip, namazlarını tek başlarına kılmaları
daha uygundur. Nitekim Hz. Peygamber, aynı gerekçeyle "Soğan veya sarımsak
yiyen kimse evinde otursun, bizden ve mescidimizden uzak dursun"
(Buhârî, “Ezân”, 160; Müslim, “Mesâcid”, 73) diyerek soğan ve sarımsak gibi
ağzı kokutan ve başkalarını rahatsız eden şeyler yiyen kimselerin mescide
gelmelerini yasaklamıştır. Bu yasak sadece soğan ve sarımsakla sınırlı olmayıp,
cemaate rahatsızlık verecek her şeyi içine almaktadır.

Cemaate katıldığı takdirde hasta olması veya mevcut hastalığının artması
ihtimali bulunanlar da cemaate katılmayabilir.

Ayrıca ilgilenmek durumunda olduğu ve yanından ayrıldığı takdirde
durumunun kötüleşebileceğinden endişe ettiği bir hastası bulunmak da bir
mazerettir.

2. Korku. Mescide gittiği takdirde malına, canına veya namusuna bir
zarar gelmesinden korkan kimse de cemaate gitmemelidir. Hz. Peygamber,
korku ve hastalığı cemaate katılmamayı mâzur kılan sebepler arasında say-
mıştır.
3. Olumsuz hava şartları. Ynsany me.akkate sokacak derecede yağmur,
çamur, şiddetli soğuk, kar, ayaz, şiddetli sıcak, zifiri karanlık ve geceleyin
şiddetli rüzgâr gibi hava şartları, vakit namazlarına olduğu gibi cuma namazına
katılmamak için de bir mazerettir.
4. Abdestin sıkışık durumda olması. Böyle bir kimsenin cemaate katılması
uygun değildir. Bu durum namazın huşû ve huzur içinde yapılmasına
engel olduğu için esasen bu durumda iken tek başına namaz kılmak da
mekruhtur. İnsanı, kalp huzurundan ve huşûdan alıkoyacak başka durumlar
da aynı hükümdedir.
Yolculuk hazırlığı yapmakta olma, karnın aç olup arzu edilen bir yemeğin
hazır olması gibi durumlarda da, gerekli iç huzurunun sağlanması ihtimali
zayıfladığından cemaate gidilmeyebilir.

5. Herkese veya toplum için yeterli olacak sayıda kimseye farz olan ilmî
araştırma ve eğitim öğretimle meşguliyet de cemaate katılmamak için mazeret
kabul edilmiştir. Fakat bilimsel çalışma yapan kişilerin, cemaati büsbütün
terketmemesi ve mümkün oldukça cemaate katılması uygun olur.
Ayrıca hazır bulunmalarını fırsat bilip, istifade etmeyi arzuladığı kimseler
ile ilmî ve dinî görüş alışverişinde bulunmak da bir mazeret sayılır.

6. Bedenî ârızalar. Gözlerin görmemesi, kötürümlük, düşkün ihtiyarlık
gibi haller de cemaate gitmemeyi mubah kılar.
e) Bir Mescidde Cemaatin Tekrarlanması


Belli bir imamı ve cemaati bulunan mahalle mescidinde ezan ve kametle
birlikte cemaatin tekrarlanması mekruhtur. Çünkü normal şartlarda bir mescidde
iki ayrı cemaatin oluşturulması ve bu şekilde namaz kılınması, İslâm'ın
öngördüğü genel anlamdaki birliğe aykırı olduğu gibi, özelde cemaat namazıyla
sağlanmak istenen cemaat şuuruna da aykırıdır.

Bu anlamı içermemek ve bölünme, parçalanma ve kopma izlenimi uyandırmamak
şartıyla ve ikinci defa ezan okumaksızın yeniden cemaat oluşturulup
namaz kılınabilir. Her ne kadar, iki üç kişinin bir araya gelip cemaat
oluşturabilecekleri söylenmiş ise de, bu izin mazeret sahiplerinin cemaatle
namazın faziletinden mahrum kalmamaları için olup aslolan büyük çoğunlukla
birlikte cemaat namazını kılmaktır ve asıl cemaat budur.

f) Cemaatle Namaz Kılmanın Âdâbı


Camiye giderken vakarlı olunması gerekir. Hem gösteriş izlenimi vermemek
için hem de vakarın bir gereği olarak koşmadan normal bir şekilde
yürünmesi uygun olur. Pek hoş olmamakla birlikte acele yürünebilir. En
iyisi, cemaate katılmanın hazırlığını daha önceden yapmak ve ona göre
davranmaktır. Müezzin kamet getirmeye başladığı veya namaza durulduğu
sırada camiye gelen kişi, vaktin sünneti de olsa hiçbir nâfile namaz kılmadan
hemen cemaate katılmalıdır. Bunun istisnası sadece sabah namazının
sünnetidir. İmam selâm vermeden cemaate yetişebileceğini tahmin eden
kişinin, sabah namazının sünnetini kılıp sonra imama uyması uygundur.

Öğle veya cuma namazının sünnetine başladıktan sonra cemaatin farza
durması veya hatibin minbere çıkması halinde iki rek‘at tamamlanınca selâm
verilir. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler cemaatle kılınan farzın kaçırılmasından
endişe edildiği takdirde nâfile namazın hemen kesilebileceğini söylemişlerdir.
Hanefîler'e göre yalnızca bir rek‘at kaçıracağını tahmin eden kimse
namazı kesmeyip iki rek‘at kılarak selâm verir; üçüncü rek‘ata başlamış olan
kimse de aynı
şartla dört rek‘atı tamamlar.

Dört rek‘atlı bir farz namazı tek başına kılmakta olan kimse, cemaatle
namaz için kamet getirildiğinde henüz bir rek‘atı tamamlamamışsa hemen
namazını keserek cemaate katılmalıdır; birinci rek‘atın secdesini yapmışsa,
bu takdirde ikinci rek‘atı tamamladıktan sonra selâm vermek suretiyle namazını
keserek cemaate katılır.

B) İMAMLIK

Fıkıh literatüründe imamlık (imâmet) terimi, hem devlet başkanlığını
hem de namaz imamlığını ifade eder. Bu iki farklı konumu ayırmak için,
devlet başkanlığına büyük imâmet anlamında "imâmet-i kübrâ", namaz
imamlığına da küçük imâmet anlamında " imâmet-i suğrâ" denilmiştir. İlmihal
dilinde ise imâmet terimi namaz imamlığını ifade eder.


a) İmamlığın Şartları


İmamın ergin (bâliğ), belli bir aklî olgunluk düzeyine ulaşmış
(âkıl) ve
tabii ki müslüman olması
şarttır. Küfrü gerektirecek bir inancı bulunan,
bid‘at ve dalalet ehlinin arkasında namaz kılınmaz.

İmam olacak kişinin erkek olması
şart görülmüştür. Kadın, erkeklere
imam olamaz. Bununla birlikte kendi aralarında cemaatle namaz kılmak
istediklerinde içlerinden biri imam olabilir. Yine bir cenaze namazında sadece
kadınlar bulunuyorsa, bu takdirde içlerinden biri imam olup cenaze namazını
kıldırır.

İmamlık yapabilmek için namaz sahih olacak kadar Kur'an'ı ezbere okuyabilmek
(kıraat) şart olduğu gibi özürlü olmayıp sağlam olmak ve namazın
sıhhat şartlarından birini yitirmiş olmamak da şarttır. Özürlü olan kimse,
özürsüze imam olamayacağı gibi, necâsetten tahâret şartını veya setr-i avret
şartını yerine getirmemiş kimse, bu şartları yerine getirmiş olan kişiye imam
olamaz.

İmamlığa Ehil Olma Sıralaması


Geleneksel olarak İslâm toplumlarında, namaz da dahil olmak üzere birçok
konuda insanlara önderlik etmek yöneticilere ait kabul edildiği için namaz
imamlığı da teorik olarak onlara bırakılmış ve bu bakımdan kitaplarımızda
imamlığa en lâyık kişiler sıralanırken en başta o bölgenin üst düzey
yöneticileri sayılmıştır. Bu sıralama şimdiki idarî yapıya göre yapılacak
olursa imâmete en lâyık kişiler vali, kaymakam, emniyet müdürü ve hâkimler
olur. Fakat günümüzde artık, imamlık ve müezzinlik bir meslek ha-
line geldiği için, mülkî âmirlerin sembolik öncelikleri devam etmekle birlikte,
camide namazı artık o caminin resmî görevlisi olan imam, o yoksa müezzin
kıldırmaktadır.

Cami dışında veya görevlisi olmayan bir mescidde namaz kılınacaksa bu
takdirde imamlığa kimin geçeceğini belirlemek için bazı nitelikler aranabilir.
Bir evde cemaat yapılacaksa evin sahibi veya onun izin verdiği kişi imam
olur. Bunun dışında şöyle bir sıra takip edilebilir: Namaz hükümlerini en iyi
bilip Kur'an'ı daha güzel okuyan, daha müttaki olan, yaşça büyük olan,
ahlâkça daha üstün olan, daha yakışıklı olan, sesi daha güzel olan, elbisesi
daha temiz olan, insanlar arasında itibarı daha fazla olan.

Cahil kişinin, gösterişçinin (mürâi) ve ilim sahibi bile olsa fâsık yani büyük
günah işleyen veya küçük günahta ısrar eden kişinin imam olması
mekruh görülmüştür.

Daha üstün bir kimse bulunduğu takdirde gözü görmeyenin imâmeti de
mekruhtur.

b) İmama Uymanın Geçerlilik Şartları


Cemaatle namaz kılınırken imama uymaya iktidâ, imama uyan kimseye
de muktedî denilir. Bir kimsenin imama uymasının fıkhen geçerli (sahih)
olabilmesi için bazı
şartlar aranır.

1. Muktedî namaza dururken hem namaz kılmaya hem de imama uymaya
niyet etmelidir.
2. Muktedî imamdan geride durup, hizasına veya önüne geçmemelidir.
3. Kılınan namazın nevi itibariyle imam muktedîden aşağı olmamalıdır.
Nâfile kılan muktedî, farz kılmakta olan imama uyabildiği halde, farz namaz
kılan (müfteriz) muktedî, nâfile namaz kılan (müteneffil) imama uyamaz.
Hanefîler'e ve Mâlikîler'e göre böyledir. Fakat Şâfiîler'e ve Hanbelîler'e göre
farz kılan kişi, nâfile kılana uyabilir. Bunların gerekçelerinden birisi Muâz'ın
Hz. Peygamber'in arkasında yatsı namazını kıldıktan sonra, gidip kendi
kavmine yatsı namazını kıldırdığına ilişkin rivayettir. Şâfiîler'e göre bir vaktin
farz namazını kılmış olan kimse, yeniden başkalarına aynı vakit için
imamlık yapabilir. Kendi kıldığı nâfile olur.
Dört rek‘atlı bir farzın kazâsı için teşkil edilen cemaatte imam yolcu,
muktedî mukim olursa, imam muktedîden durumca daha aşağı olmuş olur.
Şöyle ki; iktidâ, ya ilk iki ya son iki rek‘atta olacaktır. Birinci şıkka göre
ka‘de hususunda, ikinci şıkka göre kıraat hususunda, farz kılan nâfile kılana
iktidâ etmiş olur.

4. İmam ve muktedî, aynı farzı kılıyor olmalıdır. Meselâ biri öğle namazının
farzını kazâ ediyor, öteki ikindi namazının farzını eda ediyor ise veya
birisi bugünün öğle namazını, diğeri dünün öğle namazını kazâ ediyor ise
birbirlerine uyamazlar.
5. İmam lâhik veya mesbûk olmamalıdır. Yani bir kimse, imama öğle
namazının son rek‘atında uymuş olsa ve imam selâm verdikten sonra geri
kalan üç rek‘atı tamamlarken, bu durumdan habersiz birisi gelip kendi başına
farz kıldığını zannederek ona uysa sahih olmaz. İktidânın sahih olması
için imamın imamlık yapmaya niyet etmesi şart olmadığı için tek başına farz
namaz kıldığı bilinen bir kişiye gidip iktidâ edilebilir. O kişi kendisine uyulduğunu
ister farketsin ister farketmesin durum değişmez. Kendine iktidâ
edildiğini farkederse sesini biraz yükseltmesi uygun olur. Farz kılmakta olduğunu
belli etmek için intikal tekbirlerini yüksek sesle almasında yarar
vardır.

6. İmam ile muktedî arasında, kadın saffı bulunursa iktidâ sahih olmaz.
7. İmam ile muktedî arasındaki mesafenin mâkul uzaklıkta olması gerekir.
Aksi takdirde meselâ aralarında bir ırmak veya yol bulunması gibi, aşırı
uzaklıkta iktidâ sahih olmaz.
Farz dışındaki namazlar binek üzerinde kılınabildiği gibi cemaatle de kılınabilir.
Farz olmayan bir namaz cemaatle kılınacaksa, birinin binek üzerinde
ötekinin yaya olması veya farklı bineklerde olması durumunda iktidâ
sahih olmaz.

8. İmamın intikal tekbirlerini duymaya engel olacak bir perde, duvar
bulunmamalıdır. Aradaki duvar, hoparlör ve aradaki aktarıcılar sayesinde
imamın intikallerinden haberdar olmayı engellemiyorsa bu takdirde iktidâ
konusunda herhangi bir problem olmaz.
9. Bir kimse başka mezhepten birine uyabilir. Onun kendi mezhebindeki
şartlara aykırı bir davranış içinde bulunup bulunmadığını araştırması gerekmez.
Olağan durum budur. Fakat uyduğu kişide, kendi mezhebine göre abdesti
bozan bir durumun ortaya çıktığını bilen kişinin o imama uyması sahih
olmaz. Meselâ Şâfiî bir imamın elinin kanadığını gören, daha sonra onun gidip
abdest tazelemediğini de yakînen bilen kişinin o imama uyması sahih olmaz.
Çünkü kan akması
Şâfiî mezhebine göre abdesti bozmaz, fakat Hanefî mezhebine
göre bozar. Bu durumu kesin olarak görüp bildikten sonra, ona uyması
sahih olmaz. Uyacak kişi bu durumu yakînen bilmiyorsa, tahmine göre davranmayıp
uyabilir. İsterse uyulan kişi, Hanefî mezhebine göre abdesti bozan
bir şey yapmış olsun.
Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre imamın namazı -kendi mezhebine
göre- sahih olursa başka mezhepten olan ve ona uyarak namaz kılan cemaatin
de namazı -kendi mezheplerine uymasa bile- sahih olur.

Abdestli kişinin teyemmümlüye; abdest uzuvlarını yıkamış olan kişinin,
meselâ mest üzerine veya sargı üzerine meshetmiş olan kişiye; ayakta duranın
oturan kişiye iktidâsı da, bunun tersine bir iktidâ da sahihtir. Nâfile
kılan farz kılana uyabilir, fakat aksi sahih değildir. İma ile namaz kılan
kişiye, kendi durumunda olanlar uyabilirler.

Mukim ile seferînin (yolcu) cemaatle namaz kılmaları câiz olup mukimin
imam olması daha uygundur. Yolcunun imam olması halinde, kendisinin
seferî olduğunu söylemesi şart olmamakla birlikte, onların yanılmamaları
için önceden duyurması iyi olur.

c) Cemaatle Namaza İlişkin Bazı Meseleler

Cemaatle kılınan namazda, imama uymuş kişilerin namazı imamın namazına
bağlı olduğu için, imamın namazının bozulması durumunda ona
uyanların da namazları bozulur. Dolayısıyla bir rükün veya şartın ihlâli gibi
bir sebeple imamın namazı bozulacak olursa imamın o namazı iade etmesi
gerektiği gibi cemaatin de iade etmesi gerekir. İmam namazının bozulduğunu
farkettiğinde bu durumu cemaate bildirmelidir.

İmama uyan kişi (muktedî), namazdaki fiilleri yaparken imama uygun
davranmak durumunda olup bu fiilleri imamla birlikte yapması gerekir.
Rükû ve secdede imamdan önce başını kaldıramaz, yine rükû ve secdeye
imamdan evvel gidemez.

Kıraati sadece imam yapar. İmamın okuması, cemaatin okuması yerine
geçer. İmam okurken cemaat susar ve dinler; açıktan okunan namazlarda
Fâtiha'nın bitiminde âmin der; kıraat dışında okunacak zikir ve tesbihleri
kendisi okur.

Muktedî rükûda üç kere "Sübhâne rabbiye'l-azîm" ve secdede üç kere
"Sübhâne rabbiye'l-a‘lâ" demeden imam başını kaldırırsa, muktedî bunları
tamamlamaya çalışmadan başını kaldırır.

Birinci oturuşta muktedî Tahiyyât'ı bitirmeden imam üçüncü rek‘ata
kalksa, muktedî isterse Tahiyyât'ı tamamlar, isterse imama uyarak kalkar.
Tahiyyât'ı okumak vâcip olduğu gibi imama uygun davranmak da vâciptir.
Muktedî bu iki vâcipten hangisini isterse onu yapabilir. Fakat uygun olan
imama uyum göstermektir. İmam bayram tekbirlerini, birinci oturuşu, tilâvet
ve sehiv secdesini ve kunut duasını okumayı terkederse ona uyanlar da
terkeder.

Son oturuşta muktedî Tahiyyât'ı bitirmeden imam selâm verecek olursa,
Tahiyyât'ı tamamlayıp sonra selâm verir. Eğer Tahiyyât'ı bitirmiş ve geriye
salavat ile dualar kalmışsa bu takdirde imamla beraber selâm vermelidir.

Namazın aslında bulunmayan bir hususta muktedî imama uymaz. Meselâ
imam namazda fazladan bir secde daha yapsa veya son oturuşu yaptıktan
sonra selâm verecek yerde sehven kalksa bu durumlarda muktedî ona
mütâbaat etmez, yani ona tâbi olmaz ve imamı uyarmak üzere "sübhânallah"
der. Eğer imam son oturuştan sonra sehven yaptığı kıyamı secdeye varmadan
önce farkedip hemen geri oturursa, birlikte selâm verir ve sehiv secdesi yaparlar.
İmam son oturuşta selâm verecek yerde yanlışlıkla kalktığını farketmeyip,
kalktığı bu rek‘atı secde ile tamamlayacak olursa, muktedî artık imamı
beklemeyerek kendisi selâm verir.

Eğer imam son oturuşu unutarak fazla bir rek‘ata kalkarsa, muktedî bir
müddet bekler ve "sübhânallah" diyerek imamı uyarmaya çalışır. İmam durumu
farkedip hemen oturursa ne âlâ; beraberce selâm verip sehiv secdesi
yaparlar. Bu durumda muktedî imamı beklemeyerek kendi kendine selâm
veremez. Çünkü iktidâ durumunda iken kendi başına hareket etmiş olacağından
kıldığı namazın farzlığını iptal etmiş olur. İmam son oturuşu yapmadan
kalktığını farketmeyip kalktığı
rek‘atı secde ile tamamlayacak olursa,
imamın namazının farzı son oturuşu terkettiği için fâsid olduğu gibi ona
uymuş olanlarınki de aynı
şekilde fâsid olur.

Muktedî son oturuşta, Tahiyyât'ı okuduktan sonra, imamın selâmını
beklemeden selâm verebilir. Fakat bu davranış, vâcip olan mütâbaatı
terketmek anlamına geldiği için böyle yapması mekruh olur.

C) İMAMA UYANIN HALLERİ


Namazı yalnız kılana münferid, imama uyarak kılana muktedî denilir.
İmama uyan kişi (muktedî) için üç ayrı durum söz konusu olabilir. İmama
uyan kişi ya "müdrik" ya "lâhik" ya da "mesbûk"tur. Şimdi bunları kısaca
açıklayalım.

a) Müdrik

Müdrik "idrak etmiş, yetişmiş, kavuşmuş" gibi anlamlara gelir. İlmihal
ıstılahında, namazı tamamen imamla birlikte kılan kimseye müdrik denir.
İmama en geç birinci rek‘atın rükûunda yetişen kimse o rek‘ata yetişmiş
sayılır ve müdrik adını alır. İftitah tekbirini almış ve imam rükûda iken kendisi
rükûa varmış ise o rek‘atı tam kılmış sayılır.

Namazı cemaatle kılmanın ecri, tek başına kılmaktan yirmi yedi derece
daha fazla olduğu için şu durumlarda tek başına kılınan namaz bırakılarak
imama uyulur:

Bir kimse tek başına bir farz namazı kılmaya başladıktan sonra, bulunduğu
yerde o farz cemaatle kılınmaya başlansa, tek başına kılan eğer henüz
secdeye varmamış ise namazı hemen keserek imama uyar. Cemaate muhalefet
görüntüsü vermemek için böyle davranması müstehap sayılmıştır. Bu
durumda selâm vermesine gerek yoktur. Edeben sağ tarafa selâm vermesi
uygun olur diyen de vardır. Tek başına kıldığı namazda secdeye varmış ise
bakılır: Eğer kıldığı namaz sabah ve akşam namazı ise yine bırakır ve
imama uyar. Fakat bunların ikinci rek‘atı için secdeye varmış ise, artık bırakmayıp
namazı kendisi tamamlar ve selâm verdikten sonra cemaat devam
ediyor bile olsa imama uymaz. Çünkü imama uyması halinde, imamla birlikte
kılacağı namaz nâfile hükmünde olacaktır. Halbuki, sabah namazının
farzından sonra nâfile kılınamadığı gibi, üç rek‘atlı bir namaz da nâfile olarak
kılınamaz. Eğer başladığı ve ilk rek‘atın secdesine vardığı namaz öğle,
ikindi ve yatsı namazı gibi dört rek‘atlı bir farz ise, bu takdirde kıldığı bir
rek‘ata bir rek‘at daha ilâve eder, teşehhütte bulunur, selâm verip imama
uyar. Kendisinin kıldığı iki rek‘at namaz nâfile olmuş olur.

Böyle bir namazın üçüncü rek‘atında bulunup da henüz secdesine varmamış
ise, hemen ayakta veya oturarak selâm verip namazdan çıkar,
imama uyar, tek başına kıldığı iki rek‘at, nâfile olmuş olur. Fakat bu namazın
üçüncü rek‘atının secdesini de yapmış bulunursa, artık bunu tamamlar,
farzı yerine getirmiş olur. Ancak bu namazı öğle veya yatsı namazı olursa
tek başına kıldığı bu farzdan sonra imama yine uyabilir. İmamla kılacağı
namaz nâfile olur. Fakat bu durumda ikindi namazı olursa imama uyamaz.
Çünkü ikindi namazından sonra nâfile namaz kılmak mekruhtur.

Nâfile bir namaza başlamış olan kimse, yanında cemaatle namaza başlansa,
bu nâfileyi iki rek‘at olmak üzere kılar, bundan sonra selâm verip
cemaate katılır. Üçüncü rek‘ata kalkmış ise, onu da dördüncü rek‘at ile tamamlamadıkça
namazını kesmez. Ancak nâfile namaza başlayan kimse,
kılınmaya başlanan bir cenaze namazını kaçırmaktan korkarsa, nâfile namazı
hemen bırakır, cenaze namazı için imama uyar, sonra nâfileyi kazâ
eder. Çünkü cenaze namazının telâfi imkânı yoktur.

Cemaatle sabah namazının kılındığını gören kimse, cemaate yetişeceğini
zannederse hemen sabah namazının sünnetini kılar ve gerek görürse
Sübhâneke ile eûzüyü ve sûre ilâvesini bırakarak yalnız Fâtiha ile, rükû ve
secdelerde de birer tesbih ile yetinebilir. Bundan sonra imama uyar. Ancak
imama yetişeceği kanaatinde olmazsa sünnete başlamayıp imama hemen
uyar, artık bu sünneti kazâ da etmez. Eğer sünnete başlamış ise bunu tamamlar.


Öğle, ikindi ve yatsı namazlarının cemaatle kılınmaya başladığını gören
kimse, bunların sünnetini kılmadan doğruca imama uyar, sonra öğlenin dört
rek‘at sünnetini kazâ eder. İkindinin sünnetini ise vaktin kerahati dolayısı
ile kazâ edemez. Yatsı namazının dört rek‘at ilk sünneti, gayr-i müekked bir
sünnet olduğu için dilerse kazâ eder, dilerse etmez.

b) Lâhik

İmamla birlikte namaza başlamasına rağmen, namaz esnasında başına
gelen bir durum sebebiyle namaza ara vermek zorunda kalan ve bu sebeple
namazın bir kısmını imamla birlikte kılamayan kimseye lâhik denir. İmamla
birlikte namaza başladığı halde uyku, gaflet, dalgınlık, abdestinin bozulması
gibi mazeretler sebebiyle namaza ara vermek durumunda kalan kimse, namaza
ara vermesini gerektiren durumun ortadan kalkmasından sonra konuşmadan,
dünya işleriyle meşgul olmadan ve şayet abdesti bozulmuşsa, en kısa
yoldan yeniden abdest alıp gelerek, bıraktığı yerden namazına devam eder.
Şayet imam namazı bitirmişse, bu kişi sanki imamın arkasında namaz kılıyormuş
gibi namazını tamamlar. Yani imama uymuş bulunan kimse gibi kıraat
etmez, yaklaşık olarak imamın okuyacağı sure kadar bekler. Sadece rükû
ve secdedeki tesbihleri, bir de oturuştaki dua ve salavatları okur. Bu arada
sehiv secdesini gerektirecek bir iş yapsa, imama uyan kimse kendi hatasından
ötürü sehiv secdesi yapmadığı için, kendisi de sehiv secdesi yapmaz. İmam
sehiv secdesi yapacak olsa, lâhik olan kimse, imamla kılamadığı kısımları
telâfi etmeden imama uymuş ise, bu secdeleri yapmaz ve hemen ayağa kalkıp
namazını tamamlar ve imamla birlikte yapamadığı sehiv secdesini namazı
tamamladıktan sonra yapar. Seferî bir imama uyan mukim bir kimse de
kendisinin tamamladığı kısımlarda, lâhik gibidir.

Lâhik mümkün olursa, önce kaçırdığı
rek‘atları veya rükünleri kazâ
eder, sonra imama tâbi olarak onunla selâm verir. Meselâ imama uyan
kimse birinci rek‘atın kıyamında uyuyup da imamın secdeye vardığı anda
uyansa hemen rükûa varır, sonra secdeye vararak imama yetişir. Lâhik,
imama yetişemeyeceğini anlarsa, hemen imama tâbi olur ve yetişemediği
rek‘at veya rükünleri imam namazdan çıktıktan sonra kazâ eder. Meselâ
dördüncü rek‘atta iken burnu kanasa saftan ayrılır, namaza aykırı düşecek
bir şey ile uğraşmaksızın hemen abdest alır, yetişmiş olduğu yerde imama
tâbi olur. İmam selâm vermiş olursa, bu dördüncü rek‘atı kendi başına hiçbir
şey okumaksızın imamın arkasında kılıyormuş gibi tamamlar. Çünkü lâhik,
imamın arkasında namaz kılıyor hükmündedir.

İmama uyanın abdesti üçüncü rek‘atta bozulsa abdest aldıktan sonra dördüncü
rek‘atta imama yetişse, önce kıraatsız olarak üçüncü rek‘atı kılar. Bundan
sonra imama uyar, onunla dördüncü rek‘atı kılarak selâm verir. Fakat
imama bu şekilde yetişemeyeceğini anlarsa, hemen imama tâbi olur, imam selâm
verince kendisi kalkar, üçüncü rek‘atı kıraatsiz olarak kılar ve selâm verir.

Bir kimse yukarıda sayılan mazeretler dışında da lâhik durumuna düşebilir.
Meselâ imamla birlikte namaz kılarken imamdan önce rükû veya secdeye
varan kimse ya da imamdan önce rükû veya secdeden kalkan kimse yahut da
bir veya birkaç rek‘atı imamla birlikte kılamayan kimse de imam selâm verdikten
sonra tek başına tamamlayacağı kısımlarda lâhik durumundadır.

Bir kimse imama birinci rek‘ata yetişemezse, yetişemediği rek‘atlar bakımından
mesbûk olduğu gibi, yetiştiği rek‘atlardan birinde ârız olan durum
sebebiyle de lâhik konumuna düşebilir ve böylece bir kişi aynı anda hem
lâhik hem mesbûk olmuş olur.

Cemaat sevabından mahrum kalmamak için lâhikin hükümlerini yerine
getirmekte yarar olmakla birlikte, bu ayrıntılara dikkat etmekte bazı güçlükler
bulunduğu için, bu durumda kalan kimselerin namazlarına yeniden başlayıp
kendilerinin kılması daha uygun görülmüştür.

c) Mesbûk

İmama namazın başında değil, birinci rek‘atın rükûundan sonra, ikinci,
üçüncü veya dördüncü rek‘atlarda uyan kimseye mesbûk denir. Son
rek‘atın rükûundan sonra imama uyan kimse bütün rek‘atları kaçırmış olur.

Mesbûkun hükmü, kaçırdığı yani imamla birlikte kılamadığı
rek‘atları
kazâya başladıktan sonra, tek başına namaz kılan kimse gibidir. Sübhâneke'yi
okur, kıraat için eûzü besmele çeker ve okumaya başlar. Çünkü bu
kimse kıraat bakımından namazın baş tarafını kazâ etmektedir. Bu durumda
eğer kıraati terkederse namazı fâsid olur.

Sübhâneke duasını okuma yeri, eğer kılınan namaz öğle ve ikindi namazı
gibi gizli okunan namaz ise iftitah tekbirinden sonradır. Eğer açıktan
okunan namaz ise ve imam kıraat etmekte iken yetişmiş ise, sağlam görüşe
göre Sübhâneke'yi okumayıp imamın kıraatini dinler, Sübhâneke'yi kendi
kazâ edeceği rek‘atlarda okur ve tek başına namaz kılanlarda olduğu gibi
Sübhâneke'den sonra eûzü besmele çeker.


Mesbûkla ilgili uygulama örnekleri:

1. Sabah namazının ikinci rek‘atında imama uyan mesbûk, tekbir alıp
susar, imam ile birlikte son oturuşta yalnız Tahiyyât okur, imam selâm verince
kendisi ayağa kalkar, kaçırdığı ilk rek‘atı kılmaya başlar. Sübhâneke
ve eûzü besmeleden sonra Fâtiha ile bir miktar Kur'an okur, rükû ve secdelerden
sonra oturup, Tahiyyât ile Salli-bârik ve Rabbenâ âtinâ dualarını
okuyarak selâm verir.
2. Akşam namazının ikinci rek‘atında imama uyan kimse de birinci
rek‘at için bu şekilde hareket eder.
Akşam namazının son rek‘atında imama uyan kimse, Sübhâneke'yi
okur, imamla beraber o rek‘atı kılıp teşehhütte bulunur, bundan sonra kalkar.
Sübhâneke'yi okuyup eûzü besmele çeker ve Fâtiha ile bir sûre veya bir
miktar âyet okur; rükû ve secdelerden sonra oturur, sadece Tahiyyât okur,
sonra Allahü ekber diyerek ayağa kalkar, besmele çekip Fâtiha ile bir sûre
veya birkaç âyet okuyarak, rükû ve secdeleri ve son oturuşu yapar ve selâm
ile namazdan çıkar. Bu durumda üç defa teşehhütte bulunmuş olur. Bununla
birlikte mesbûk, ikinci rek‘atın sonunda yanılarak oturmayacak olsa,
kendisine sehiv secdesi gerekmez; çünkü bu rek‘at bir yönüyle birinci rek‘at
mesabesindedir.

3. Dört rek‘atlı namazın son rek‘atında imama uyan kimse imam ile teşehhütte
bulunduktan sonra kalkar, Sübhâneke, Fâtiha ve bir sûre okuyup oturur ve
Tahiyyât okuduktan sonra kalkar. Geri kalan iki rek‘atı tamamlar.
4. Dört rek‘atlı namazın üçüncü rek‘atında imama yetişen kimse, kendisinin
birinci oturuşunu imamın son oturuşuyla birlikte yapar, kalkınca ilk iki
rek‘atı kaza edeceği için, kendisi bu ilk iki rek‘atı nasıl kılacak idiyse öylece
kılar.
5. Dört rek‘atlı bir namazın ikinci rek‘atında imama uyan kimse, üç
rek‘atı imamla kılmış olur, teşehhüt okuduktan sonra kalkar, kılamadığı ilk
rek‘atı kılıp oturur ve selâm verir.
İmama ilk rek‘atın rükûunda yetişen kimse, mesbûk değil müdrik sayılır.
Fakat imama rükûdan sonra yetişen kimse o rek‘atı kaçırmış olur ve mesbûk
durumuna düşer.

Teşehhüt miktarı oturduktan sonra imam daha selâm vermeden önce
mesbûkun ayağa kalkması mekruh sayılmıştır. Ancak abdestinin veya vak

tin sıkışık olması durumunda mesbûk imamın selâm vermesinden önce kalkıp
namazını tamamlayabilir.

Ebû Hanîfe'ye göre, tek başına namaz kılan kimse teşrik tekbirleri ile yükümlü
olmadığı halde, mesbûk kurban bayramında teşrik tekbirlerini imam ile
birlikte alır, daha sonra ayağa kalkıp kaçırdığı rek‘atları tamamlar.

İmam selâm vermeden önce Tahiyyât'ı okuyup bitirmiş olan mesbûk,
isterse kelime-i şehâdeti tekrar eder, başka bir görüşe göre ise susar. En
doğrusu Tahiyyât'ı yavaş yavaş okumaktır.

İmam dördüncü rek‘atta oturup yanlışlıkla beşinci rek‘ata kalksa,
mesbûkun namazı bu kıyam ile fâsit olur. Fakat dördüncü rek‘atta oturmadan
beşinci rek‘ata kalkmış ise, secdeye varmadıkça mesbûkun namazı bozulmaz.                

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol