""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Cuma Namazı ve Önemi

CUMA NAMAZI VE ÖNEMİ
Cuma, İslâm dininde çok önemli kabul edilen haftalık toplu ibadet günüdür.
Çeşitli hadislerden anlaşıldığına göre cuma günü, daha önce yahudi ve
hıristiyanlar için haftalık ibadet günü olarak belirlenmiş, fakat onlar bunu
değiştirerek yahudiler cumartesiyi, hıristiyanlar pazarı haftalık toplantı ve
ibadet günü kabul etmişler; son olarak cuma günü, müslümanlar için yeniden
haftalık ibadet günü kılınmıştır.

Cuma gününün önemine ve haftalık toplu ibadet günü seçilmesinin anlamına
ilişkin olarak Hz. Peygamber'den birçok hadis rivayet edilmektedir.
Bunlardan bazıları
şöyle sıralanabilir: "Güneşin doğduğu en hayırlı gün
cumadır; Âdem o gün yaratılmış, o gün cennete girmiş ve o gün cennetten
çıkmıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır" (Müslim, “Cum‘a”, 18). Başka
bir hadiste bu günde yapılan duaların kabul edileceği bir anın (icâbet saati)
bulunduğu haber verilmektedir. Bir rivayete göre Hz. Peygamber "Ben icâbet
saatinin, hangi an olduğunu biliyordum, fakat Kadir gecesi gibi, bu da
bana unutturuldu" (Hâkim, I, 279) buyurmuştur.

Âlimler Hz. Peygamber'in bu ifadesine dayanarak Allah'ın güzel isimleri
arasında ism-i a‘zamın, ramazanın son on günü içerisinde Kadir gecesinin
gizli tutulması gibi icâbet saatinin de gizli tutulduğunu ve bu suretle insanların
gün boyu Allah'a yönelmelerinin sağlanmasının hedeflendiğini söylemişlerdir.
Yine cuma günü ile ilgili olarak, gerekli temizliği yaptıktan sonra
camiye gidip hutbe dinleyen ve namazı kılan kimsenin daha önceki cuma ile
bu cuma arasında işlediği günahların affedileceği belirtilmiş
(Buhârî, “Cum‘a”,
6, 19; Müslim, “Cum‘a”, 26), bu günü hafife alarak üç cuma namazını
terkeden kimsenin kalbinin mühürleneceği bildirilmiştir (Ebû Dâvûd, “Salât”,
204). Kurban bayramı arefesinin cumaya rastlaması halinde halk arasında o
yıl yapılan haccın, "hacc-ı ekber" (büyük hac) olarak isimlendirilmesi de cumanın
önemiyle ilgilidir.

Cuma günü müslümanlar açısından büyük önem taşıdığı ve âdeta bir
bayram günü kabul edildiği için, perşembe günü akşamından başlamak
üzere maddî ve mânevî temizliğe her zamankinden daha fazla önem vermek
gerekir. Bunların başında boy abdesti almak gelir ki cuma günü boy abdesti
almak bilginlerin çoğuna göre sünnet, bazılarına göre farzdır. Bunun yanında,
cuma günü namaza gelmeden önce tırnak kesme, dişleri temizleme gibi
bedenî temizlikler yapmak, temiz elbiseler giymek, başkalarını rahatsız etmeyecek,
aksine onların hoşuna gidecek güzel kokular sürmek sünnet olan
davranışlardır. Mümin, böyle değerli ve önemli bir günün mânevî havasına
girmeli, dua ve tövbesini bu günde saklı olup dua ve tövbelerin kabul edileceği
vakit olduğu bildirilen "icâbet saati"ne denk düşürmeye çalışmalı, ayrıca
Kur'an okumalı, tezekkür ve tefekkür etmeli, Resûlullah'a salâtü selâm getirmeli
ve samimi bir kalp ile yüce Allah'a dua ve istiğfarda bulunmalıdır.

Hutbe okunurken konuşmak, cuma vakti alışveriş yapmak ve cuma günü
yolculuğa çıkmak gibi yapılması, cuma namazının terkine yol açabileceği
endişesiyle hoş karşılanmayan davranışların hükümleri aşağıda ele alınacaktır.


A) DİNDEKİ YERİ ve HÜKMÜ

Cuma namazı farz-ı ayındır. Farz olduğu, Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir.
Kur'ân-ı Kerîm'in 62. sûresi, cuma namazından bahsettiği için Cuma
sûresi olarak adlandırılmıştır. Bu sûrede yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey
iman edenler! Cuma günü namaza çağırılınca Allah'ı anmaya (namaza)
koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz
kılınınca yeryüzüne yayılın da Allah'ın lutfunu arayın ve Allah'ı çok
çok anın ki felah bulasınız" (el-Cum‘a 62/9-10).

Hadis kitaplarında gerek cuma namazının fazileti, gerekse kuvvetli bir
farz olduğu ve bu namazı özürsüz olarak terketmenin büyük günah sayıldığı
konusunda sahih hadisler bulunmaktadır. "Allah, önemsemediği için üç
cumayı terkeden kimsenin kalbini mühürler" (Ebû Dâvûd, “Salât”, 204; İbn


Mâce, “İkametü's-salât”, 93; Tirmizî, “Cum‘a”, 7; Nesâî, “Cum‘a”, 2) ve "Birtakım
kimseler, ya cuma namazını terketmekten vazgeçerler ya da Allah onların
kalplerini mühürler ve artık onlar gafillerden olurlar" (Müslim, “Cum‘a”, 12;
Nesâî, “Cum‘a”, 2).

Hz. Peygamber'in cuma namazını ilk defa hicret esnasında, Medine ya-
kınlarındaki Rânûnâ vadisinde Sâlim b. Avf kabilesini ziyaretleri sırasında
oradaki namazgâhta kıldırmış olduğu bilginlerce kabul edilmektedir. Öte
yandan, kaynaklarda daha hicretten önce Es‘ad b. Zürâre'nin Medine'de
cuma namazı kıldırdığı kaydedilmektedir. Bu durum karşısında cuma namazının
ne zaman farz kılındığı hususunda iki farklı rivayet ve görüş ortaya
çıkmıştır. Bunlardan birincisine göre cuma namazı Mekke'de farz kılınmış
olmakla birlikte müşriklerin baskıları yüzünden orada kılınamamıştır. Diğer
rivayete göre, cuma namazı hicret esnasında farz kılınmıştır ve ilk cumayı
Hz. Peygamber Rânûnâ vadisinde kıldırmıştır. Bu rivayeti benimseyenlere
göre, Es‘ad b. Zürâre'nin cuma namazı kıldırması uygulaması farz değil,
nâfile hükmü kapsamındadır.

Bütün müctehidlere göre cuma namazı farz-ı ayın olup, Resûlullah zamanından
itibaren farklı görüş açıklanmadığı için, bu hususta icmâ meydana
gelmiştir.

Cuma namazı, cuma günü öğle namazı vaktinde kılınan ve farzı iki rek‘at
olan bir namazdır. Bu namazdan önce hatibin hutbe okuması namazın sıhhat
(geçerlilik) şartlarındandır. Cuma namazı o günkü öğle namazının yerini tutar.

B) CUMA NAMAZININ ŞARTLARI

Cuma namazının farz olabilmesi için belli birtakım şartların gerçekleşmiş
olması gerekir. Bu şartlar vücûb şartları ve sıhhat şartları olmak üzere iki
çeşittir. Vücûb şartları, cuma namazı kılmakla yükümlü olmanın şartlarıdır;
sıhhat şartları ise kılınan namazın sahih yani geçerli olmasının şartlarıdır.
Sıhhat şartları yerine cuma namazının edasının şartları da denilir.

Aşağıda vücûb şartları ve sıhhat şartları ayrı ayrı sayılıp açıklanacaktır.
Ancak, dikkat edilmelidir ki, aşağıda sıhhat şartları arasında sayılacak şeylerden
üçü (ki bunlar; a) Vaktin girmiş olması. b) Devlet başkanının hazır
bulunması veya izni ve c) Bulunulan yerin şehir veya şehir hükmünde olmasıdır),
esasen hem vücûb hem sıhhat şartlarıdır. Zira bu şartları ileri sürenlere
göre bunlardan biri bulunmadığında cuma namazı kişiye farz olmayacağı
gibi, kılması halinde geçerli de olmaz.


a) Cuma Namazının Vücûb Şartları


Bir kimseye cuma namazının farz olması, o kimsede vakit namazlarının
farz olması için aranan şartlardan başka şu şartların da bulunmasına bağlıdır:


1. Erkek olmak
Cuma namazı erkeklere farz olup kadınlara farz değildir. Bu konuda bütün
fakihler görüş birliği etmiştir. Fakat kadınlar da camiye gelip cuma namazı
kılsalar, bu namazları sahih (geçerli) olur ve artık o gün ayrıca öğle
namazı kılmazlar.

Cuma namazı kılmayı emreden âyet genel içerikli olduğu halde kadınların
niçin cuma namazı kılmadıkları hatıra gelebilir. Çok fazla teknik ayrıntıya
girmeden bir iki nokta üzerinde durarak bu konuya açıklık getirmeye
çalışalım. Burada gözden kaçırılmaması gereken hususların başında konunun
Arap dilinin özelliği ile ilgisi gelmektedir. Arap dilinde erkek ve kadına
yapılan hitap kalıbı birbirinden farklıdır. Kadınlara yapılan hitabın içinde
erkeklerin bulunması, dilin yapısı bakımından imkânsızdır. Kadınlara yapılan
hitap, sadece ve sadece kadınlara yapılmış bir hitaptır. Buna mukabil,
erkeklere yönelik hitabın kapsamına kadınların girip girmediği, yani bu hitabın
kadınlara da yönelik olup olamayacağı, dilciler arasında tartışmalı bir
konudur.

Kimi dilciler erkeklere yönelik hitabın içerisine kadınların girmediğini,
kimileri de girdiğini söylemişlerdir. Dilcilerin bu farklı iki kanaati, usulcülerin,
o tür âyetlerin, yani erkeklere yönelik hitap içeren âyetlerin anlaşılmasında
ister istemez etkili olmuştur. Kimi usulcüler, erkeklere yönelik hitabın
içerisine kadınların dahil olmadığı yönündeki anlayışı kabul etmişler ve
âyetleri bu doğrultuda anlamlandırıp, onlardan hüküm çıkarmışlardır. Bu
anlayışa göre, erkeklere yönelik hitabın içerisine kadınlar dil kuralları gereği,
girmezler. Fakat bazı dil dışı karîneler sebebiyle, erkeklere yönelik hitaba
kadınlar da dahil olur. Bu dil dışı karînelerin başında, getirilen hükmün anlamı
ve mahiyeti ile bu hükmün içerik bakımından erkek-kadın farkı dikkate
alınacak türden olup olmadığı gelmektedir. Bu farklılık, tabii ki bir cinsiyet
ayırımından değil, aksine fizikî yapı ile toplumsal statü ve buna bağlı olarak
haklar ve sorumluluklar dengesinden kaynaklanan bir farklılıktır.

Kimi usulcüler ise dilcilerin öteki kanaatini esas alarak ve kural olarak, erkekler
hitabının içerisine kadınların da girdiğini, fakat cuma namazı gibi bazı
konularda, birtakım haricî karîneler ile kadınların hitap kapsamı dışında tutu
lacağını ileri sürmüşlerdir. Kadınların hitap kapsamı dışına alınmasına gerekçe
olan hâricî karîneler cümlesinden olmak üzere, o dönemdeki kadın telakkisi,
kadının ailedeki görev ve sorumluluklarına ve cemaat kavramı ve dayanışması
içerisinde kadınların yerine ilişkin anlayış gösterilebilir. Her hâlükârda, kadınların
cuma namazı kılmakla yükümlü olup olmadıkları meselesi, sonucu bakımından
dinî bir mesele olmakla beraber, bu sonuca ulaşmanın başlangıç ve
hareket noktası bakımından öncelikle bir dil ve teâmül meselesidir. Bu itibarla,
meseleyi tabii zemininin dışına çıkarıp abartmak ve Türkçemizde erkeklere
hitap ile kadınlara hitap arasında dilin yapısı bakımından böyle bir ayırımın
bulunmayışının sağladığı rahatlıktan yararlanarak "Allah, 'Ey inananlar, cuma
için çağrı yapıldığı vakit, zikre yani cuma namazına koşun' diyor, kadınlar da
inananlar grubunda olduğuna göre onların da gitmesi gerekir" demek, kolaycılık
olması bir yana meseleyi saptırmak anlamına gelir ve bu tutum yarar yerine
zarar verir. Belirtmek gerekir ki, dilcilerin ve bağlı olarak usulcülerin görüşlerinden
her ikisine göre de, başlangıçtan beri kadınların cuma namazı ile
mükellef olmadıkları sonucuna ulaşılmıştır. Hâricî karîneler meselesini tüm
detaylarıyla burada açıklamak yerine, bahsedeceğimiz ikinci nokta çerçevesinde
ele almak yeterli olacaktır.

Bu meselede dikkate alınması gereken ikinci nokta, Hz. Peygamber'in
uygulamasına ve on dört asırlık geleneğin durumuna bakılmasıdır. Hz. Peygamber'in,
kadınları cuma namazı kılmakla yükümlü tutup tutmadığının
bilinmesi, başlı başına bağlayıcı olmasının yanında, aynı zamanda, belirleyici
bir karîne değerine de sahip olacaktır. İlk dönemlere ilişkin bütün literatür,
kadınların zaman zaman cuma namazına katıldıklarını, fakat Hz. Peygamber'in
kadınları cuma namazı kılmakla yükümlü tutmadığını çok açık ve
net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber'in cuma namazının
kadın, çocuk, hasta ve köle dışında, cemaat içerisinde bulunan her
müslümana farz olduğunu bildiren bir sözü de bulunmaktadır (Ebû Dâvûd, I,
280; Hâkim, I, 425). Hz. Peygamber'in bu söz ve uygulaması, kadınların
genel hitap içerisinde yer aldığı görüşünü öne sürenler tarafından hâricî bir
karîne olarak değerlendirilmiş ve âyetin genel ifadesini daralttığı söylenmiştir.


Öte yandan, on dört asırlık süreç içerisinde, kadınların cuma namazı
kılması gerektiğini söyleyen hiçbir âlim çıkmamıştır. Bu durum, kadınların
cuma namazı kılmakla yükümlü olmadıkları konusunda bir icmâ gerçekleştiğini
göstermektedir. Fakat bizim asıl söylemek istediğimiz böyle bir icmâın
bulunması değil, belki ilâve olarak, hiçbir toplumda, hiçbir kültürde ve Sünnî
veya gayr-i Sünnî hiçbir mezhepte farklı bir görüşün ortaya çıkmamış olmasıdır.


Dinin ve dindarlığın simgesi olan ve belli bir biçimsellik hatta sembolizm
taşıyan ibadetler, zaman ve zemin değişmesinden etkilenmezler. Bu onların
mahiyetinden ileri gelir. Çünkü salt ibadet olan merasimlerin değişmesi, bir
anlamda dinin değişmesi, yozlaşması sonucuna götürür. Salt ibadet olmamakla
birlikte genel anlamda ibadet içerikli konularda bir ihtiyat payı ile
hareket etmek uygun olmakla birlikte, uygulamasında birtakım güçlükler
ortaya çıkmışsa veya uygulanması, konuluş espri ve amacıyla çelişir hale
gelmişse, bu takdirde özü korumak üzere lüzumlu yeni düzenlemelerin yapılması
gerekli hale gelebilir.

Sonuç olarak, kadınların cuma namazı kılması konusunda bir serbestlik
vardır; müsait zaman ve zemin bulan kadınlar cuma namazı kılabilirler. Bu
durum, dinin onlara tanıdığı bir muafiyettir. Dinî yükümlülükten muafiyetin
ayırım olarak algılanmasının yanlışlığı kadar böyle bir ilâve yükümlülüğün
kadınlara ne kazandıracağı hususu da üzerinde düşünülmeye değer bir husustur.
Fakat cuma namazını kadınlara farz haline getirerek onları cuma
namazı kılmaya mecbur etmek, hiçbir sebeple olmasa bile, asırlarca süregelen
geleneği gereksiz yere ve haksız olarak hiçe saymak olduğu için yanlıştır
ve asılsızdır.

2. Mazeretsiz Olmak
Bazı mazeretler, cuma namazına gitmemeyi mubah kılar ve böyle bir
mazereti bulunan kişiye cuma namazı farz olmaz. Fakat böyle kimseler de
kendilerine cuma namazı farz olmadığı halde, bu namazı kılarlarsa namazları
sahih olur ve artık o gün ayrıca öğle namazı kılmazlar.

Cuma namazına gitmemeyi mubah kılan belli başlı mazeretler şunlardır:

1. Hastalık. Hasta olup cuma namazına gittiği takdirde hastalığının artmasından
veya uzamasından korkan kimse cuma namazı kılmakla yükümlü
olmaz. Yürümekten âciz durumda bulunan çok yaşlı kimseler de bu
konuda hasta hükmündedirler. Cuma namazı için camiye gittiği takdirde
hastaya zarar geleceğinden korkan hasta bakıcı için de aynı hüküm geçerlidir.
Mikrobik ve bulaşıcı hastalıklara yakalanmış kimseler de cuma namazına
gelmeyebilirler.
2. Körlük ve kötürümlük. Kör (âmâ) olan bir kimseye, kendisini camiye
götürebilecek biri bulunsa bile, Ebû Hanîfe, Mâlikîler ve Şâfiîler'e göre, cuma
namazı farz değildir. Hanbelîler'le, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise,
kendisini camiye götürebilecek biri bulunan âmâya cuma namazı farzdır.
Kendisini camiye götürebilecek kimsesi bulunmayan âmâya ise, bütün bilginlere
göre cuma namazı farz değildir. Ayakları felç olmuş veya kesilmiş
kimselerle yatalak hastalara da cuma namazı farz değildir.

3. Uygun olmayan hava ve yol şartları. Cuma namazına gittiği takdirde
kişinin önemli bir zarara veya sıkıntıya uğramasına yol açacak çok şiddetli
yağmur bulunması, havanın çok soğuk veya sıcak olması veya yolun aşırı
çamurlu olması gibi durumlarda cuma namazı yükümlülüğü düşer.
4. Korku. Cuma namazına gittiği takdirde malı, canı veya namusunun
tehlikeye gireceğine dair endişeler taşıyan kimseye de cuma namazı farz
değildir.
Cuma namazının farz olması için bu iki şartın (erkeklik ve mazeretsizlik)
bulunması gerektiği hususunda fakihler görüş birliği içindedirler. Bundan
sonraki şartlarda ise fakihler arasında görüş farklılıklarına rastlanır.

3. Hürriyet
Hür olmayan kimseler yani köle ve esirler, fakihlerin büyük çoğunluğuna
göre, cuma namazı ile yükümlü değildir. Esasen bu şartın konulmasının
altında, kölelik uygulamasının devam ettiği dönemlerde, kölenin efendisine
karşı sorumluluklarını tam ve eksiksiz olarak yerine getirmesi düşüncesi
yatar. Cuma namazının kölelere farz olmadığını söyleyen fakihler bu
hükmü, kölenin görev ve sorumluluğu konusundaki anlayış üzerine kurmuşlardır.
Buna göre köle, tüm zamanını efendisine tahsis etmek durumundadır.
Cuma namazı kılmakla yükümlü tutulacak olursa, efendisine karşı
görevini aksatmış olacak ve bu sebeple efendisinden azar işitecek ve belki
de ceza görecektir. Hz. Peygamber, kölenin cuma namazı kılması gerekmediğini
söylerken, toplumda kölelerin statüsü konusundaki hâkim anlayışı
dikkate almıştır. Zâhirîler, toplumsal olguyu dikkate almadıkları için, cuma
namazı kılmak için hür olma şartını aramamışlardır.

Bu yönüyle düşünüldüğü zaman, hürriyet şartının hangi anlam üzerine
getirildiği ve bu şartın hapis yattıkları için hürriyetleri kısıtlama altına alınmış
olan kimselerle alâkası olmadığı anlaşılır. Bu bakımdan hapiste olan kişilerin,
cuma namazı kılmalarına, fizikî şartlar ve bazı imkânların eksikliği dışında bir
engel bulunmamaktadır. Mahpusların cuma namazı kılabilmeleri için fizikî
şartların hazırlanması ve gerekli düzenlemenin yapılması istenebilir. Cuma
namazının kılınacağı yerin herkese açık olması (izn-i âm) şartı, özel durumundan
dolayı hapishaneyi içine almaz.


4. İkamet
Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre cuma namazının vâcip olması için,
kişinin cuma namazı kılınan yerde ikamet ediyor olması gerekir. Bu bakımdan
cuma namazı dinen yolcu sayılan (seferî) kimselere farz değildir. Zührî
ve İbrâhim Nehaî gibi bazı müctehidlere göre yolcu seyir halindeyken değil
de, cuma namazı kılınan yerde konaklamış halde iken, orada kaldığı sürece
cuma namazı kılmakla yükümlüdür. Zâhirîler'e göre ise cuma namazı yolculara
da farzdır.

b) Cuma Namazının Sıhhat Şartları


1. Vakit
Cuma namazı, Hanbelîler'in dışındaki müctehidlere göre, cuma günü
öğle namazı vaktinde kılınır; öğle namazının vaktinden önce veya sonra
kılınması sahih değildir. Hanbelîler'e göre ise cuma namazı, cuma günü,
güneşin bir mızrak boyu yükselmesinden itibaren öğle namazının vakti çıkıncaya
kadar kılınabilir.

2. Cemaat
Cuma namazı ancak cemaatle kılınan bir namaz olup münferiden, yani
tek başına kılınamaz. Bunun yanı sıra diğer farz namazlarda imamla birlikte
bir kişinin bulunması cemaat için yeterli olduğu halde, cuma namazında
cemaat olabilmek için daha fazla kişinin bulunması, yani cemaati oluşturanların
belli bir sayının altında olmaması gerekir. Cuma namazı kılabilmek
için gerekli asgari sayının kaç olduğu hususunda farklı görüşler bulunmaktadır.
Hanefî mezhebinde, İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre,
cuma namazı için imamın dışında en az üç kişinin daha bulunması
şarttır.
Bunlar yolcu veya hasta da olsalar bu şart yerine gelmiş sayılır. İmam Ebû
Yûsuf'a göre ise, imamın dışında en az iki kişinin bulunması gerekir.

Cuma namazının geçerli olması için, cemaatin sayısı, İmam Ebû Hanîfe'ye
göre en azından birinci rek‘atın secdesine kadar aranılan asgari sayının altına
düşmemeli, hiç değilse bu süre içinde imamla birlikte hazır olunmalıdır. Ebû
Yûsuf ve Muhammed'e göre iftitah tekbiri alınıncaya kadar, Züfer'e göre ise
ikinci rek‘attan sonra teşehhüt miktarı oturuncaya kadar hazır bulunulmalıdır.
Cemaati oluşturan kişiler daha önce dağılırlarsa cuma namazı geçersiz olur,
yeni baştan öğle namazını kılmak gerekir.

Şâfiî'ye göre ise, bir yerde cuma namazı kılabilmek için akıllı
(âkıl), bulûğa
ermiş
(ergen, bâliğ), hür, erkek, mukim ve oraya yerleşmiş olan en az
kırk yükümlünün bulunması
şarttır. Buna göre, bir yerde kırk kişi bulunsa
da, bu kırk kişiden bir kısmı köle, kadın veya yolcu olsa, ya da ticaret veya
öğrenim görme gibi bir amaçla orada bulunuyor olsalar, bu kimselerden
oluşan kırk kişiyle cuma namazı kılınamaz. Ayrıca, bu kırk kişinin hepsi
veya bir kısmı, yazın veya kışın ya da her iki mevsimde göç eden göçebelerden
oluşuyorsa, bu durumda da, cuma namazı eda edilemez. Hatta bu
kırk kişinin içinde Fâtiha sûresini okuyamayan bir ümmî bulunsa bu kimse
sayıdan düşürülür ve bu durumda sayı kırktan aşağıya indiği için, bu kimselerle
de cuma namazı sahih olmaz. Ancak Fâtiha sûresini okumayı öğrenmek
için gayret gösterdiği halde bunu henüz başaramamış kimseler sayıya
dahil edilir. Cuma namazını kıldıran kişinin yolcu olması durumunda,
kendi dışında kırk kişinin bulunması gerekir. Ayrıca, bu mezhebe göre, namazın
herhangi bir bölümünde veya hutbe esnasında sayı kırktan aşağıya
düşerse namaz fâsid olur. Hanbelîler'in görüşü de genel hatlarıyla Şâfiî mezhebinin
görüşü gibidir.

Mâlikî mezhebinde meşhur ve tercih edilen görüşe göre, cuma namazı
için cemaatin imamdan başka en az on iki kişi olması
şarttır. Ancak İmam
Mâlik'ten bu konuda kesin bir sayı belirlemeksizin, kırk kişiden az sayıda
olan bir cemaatle cuma namazı kılınabilirse de üç dört kişi gibi az bir sayı ile
kılınamayacağı yönünde bir görüş de nakledilmektedir. Mâlikîler'e göre
cuma namazında imamın mukim olması
şarttır.

Bu görüşlerin dışında, Taberî'nin cuma namazı için imamdan başka bir
kişinin bulunmasının yeterli olacağına dair bir görüşü olduğu gibi, bu sayıyı
en az dört, yedi, dokuz, yirmi, otuz ve seksen olarak belirleyen ictihadlar da
bulunmaktadır.

3. Şehir
İslâm bilginleri cuma namazı kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde
bir yerleşim birimi olmasını
şart koşmuşlardır. Fakat gerek bu şartın ayrıntıları
konusunda gerekse bir yerleşim biriminde birden fazla yerde cuma namazı
kılınıp kılınamayacağı hususunda görüş ayrılıkları vardır.

Hanefîler'e göre, cuma namazı kılınacak yerleşim biriminin şehir veya
şehir hükmünde bir yer olması ya da böyle bir yerin civarında bulunması
gerekir. Bir yerleşim biriminin hangi durumda şehir hükmünde sayılacağı
hususunda farklı rivayetler bulunmaktadır. Hanefî mezhebinde fetvaya esas
olan (müftâ bih) görüşe göre bu kriter "en büyük camisi orada cuma namazı
ile yükümlü bulunanları alamayacak kadar nüfusa sahip olma" şeklinde
belirlenmiştir. Bazı yazarlarca bu kriter, bir yöneticisi olan yerleşim birimi
olarak ifade edilmiştir. Şehrin civarı ifadesiyle de bu şartlardaki yerleşim
birimlerinin yakınlarında bulunan mezarlık, atış alanları ve çeşitli gayelerle
toplanmak için hazırlanan sahalar ve bu uzaklıktaki yerler kastedilmektedir.

Kaynaklarda geçen bu şehir ifadesinin günümüzde, büyük veya küçük
yerleşim birimi olarak anlaşılması gerektiği, bu bakımdan farzı eda edecek
sayıda cemaatin yerleşik bulunduğu köy, belde gibi tüm birimlerde cuma
namazının kılınabileceği bilginlerce kabul edilmektedir.

Mâlikîler'e göre cuma namazı kılınacak yerin, insanların devamlı oturdukları
şehir, köy vb. bir yerleşim birimi veya buraların civarında bir yer
olması gerekir. Bu bakımdan çadır vb. barınaklardan oluşan ve geçici olarak
oturulan yerlerde cuma namazı kılınamaz. Mâlikîler ayrıca, cuma namazı
kılınacak yerde cami bulunmasını da şart koşmuşlardır.

Şâfiîler'e göre de, cuma namazının insanların devamlı olarak oturdukları
bir şehir veya köyün sınırları içinde kılınması gerekir. Çölde veya çadırlarda
yaşayanlar, yani belli bir yerleşim birimi içinde oturmayanlar sayıca ne kadar
çok olurlarsa olsunlar orada cuma namazı kılamazlar.

Hanbelîler'e göre ise, cuma namazının kılınabileceği yerin en az kırk kişinin
devamlı olarak oturduğu yer olması
şarttır.

4. Cami
Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde cuma namazı kılınıp kılınamayacağı
konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bütün mezhepler bir şehirde
kılınan cuma namazının mümkün olduğunca bir tek camide kılınması
gerektiği üzerinde durmuşlardır. Cuma, toplanma, bir araya gelme gibi anlamlar
içerdiğinden, bu şart da esasen toplanma, bir araya gelme ve bu suretle
birlik ve bütünlük oluşturma esprisiyle ilgilidir. Bu espriyi her zaman
canlı tutmak gerekmekle birlikte, günümüzde çok büyük sayılarda insanların
yaşadığı
şehirler göz önüne alındığında, cuma namazını bir veya birkaç
yerde kılmayı söz konusu etmek, hem bu büyüklükte cami olamayacağı için
hem de ulaşım şartları açısından, mümkün ve anlamlı değildir.

Bu konuda Hanefî mezhebinin ve öteki mezheplerin görüşleri genel
hatlarıyla şöyledir:

Ebû Hanîfe'den bu konuda nakledilen iki görüşten birine göre bir şehirde
yalnız bir yerde cuma namazı kılınabilir; diğerine göre ise bir şehirde birden
fazla yerde cuma namazı kılınabilir. İmam Muhammed bunlardan ikincisini
benimsemiştir. Ebû Yûsuf'a göre ise, şehrin ortasından nehir geçip de şehri
ikiye bölüyorsa veya şehir zayıf ve yaşlı kimselerin cuma kılınan camiye
gelmelerini zorlaştıracak ölçüde büyük ise bir şehirde iki yerde cuma namazı
kılınabilir; bu durumlar söz konusu değilse sadece bir yerde kılınır.

Hanefî mezhebinde fetvaya esas olan ve kuvvetli bulunan görüş, bir şehirde
birden fazla cami bulunması halinde bütün camilerde cuma namazı kılınmasına
cevaz veren görüştür; ki bu zaten, Ebû Hanîfe'den nakledilen iki
görüşten biri ve aynı zamanda İmam Muhammed'in görüşüdür.

Şâfiîler'e göre, bir şehirde birden fazla cami bulunsa bile, birden fazla
yerde kılmayı zorunlu kılan sebepler olmadıkça sadece bir camide cuma
namazı kılınır; böyle bir sebep yokken, birden fazla camide cuma namazı
kılınsa, sadece namaza ilk başlayanların cuma namazları sahih olur, diğerlerininki
sahih olmaz. Bu durumda diğerlerinin sonradan öğle namazı kılmaları
gerekir. Ancak, şehrin çok büyük olması sebebiyle, cuma namazı için
herkesin bir yere toplanması çok zor olursa veya güvenlik, sağlık vb. konularda
ciddi endişeler bulunması sebebiyle bir yerde toplanılmasında sakınca
varsa, ihtiyaç durumuna göre, bir şehirde birden fazla yerde cuma namazı
kılınabilir. Bu tür sebeplerden dolayı, bir şehirde birden fazla yerde cuma
namazı kılınırsa, buralarda cuma namazı kılanların ayrıca öğle namazı kılmaları
gerekmez.

Mâlikîler'deki tercih edilen görüşe göre de, Şâfiî mezhebinde olduğu gibi,
birden fazla yerde kılmayı zorunlu kılan sebepler olmadıkça, bir şehirde
sadece bir yerde cuma namazı kılınır. Böyle bir sebep olmadığı halde bir
beldede birden fazla camide cuma namazı kılınsa sadece o beldedeki en eski
camide (öteden beri o beldede cuma namazının kılınageldiği camide) kılanların
cuma namazları sahih olur.

Hanbelîler'e göre de, zorlayıcı sebepler yoksa, bir şehirde sadece bir yerde
cuma namazı kılınır. Bir cami yeterli olduğu halde iki camide, iki cami yeterli
olduğu halde üçüncü camide cuma namazı kılınamaz. Hanbelîler'e göre ihtiyaç
bulunmadığı halde, birden fazla yerde cuma namazı kılınsa, bu durumda sadece
devlet başkanı veya temsilcisinin kıldırdığı cuma namazı sahih olur; bu
durumda, cuma namazını önce veya sonra kılmak önemli değildir.

5. İzin
Hanefîler, cuma namazını devlet başkanı veya temsilcisinin ya da bunlar
tarafından yetkili kılınan bir kişinin kıldırması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Hanefîler'in dışındaki diğer mezhepler cuma namazının geçerliliği için bu
şartı aramazlar. Ancak Hanefîler'in dışındaki bazı bilginlere göre de, bazı
durumlarda meselâ zorunlu olmadığı halde birden fazla yerde cuma namazı
kılınması durumunda sadece devlet başkanı veya temsilcisinin kıldırdığı
cuma namazı sahihtir. Bir camide cuma namazı kıldırması için kendisine
yetki verilen kimse, o camide cuma namazını kendisi kıldırabileceği gibi bir
başkasına da kıldırtabilir. Namaz için verilen izin hutbe için de geçerlidir.

Cuma namazı, Hulefâ-yi Râşidîn döneminden hemen sonra siyasî bir
içerik kazanmaya başlamıştır. Bazı yörelerde ve dönemlerde, hutbelerde
Ali'ye, bazı dönemlerde veya yerlerde de Muâviye'ye lânet okunduğu görülmüş;
hutbe bir anlamda, siyasî kanaatin ve hangi tarafta olunduğunun
göstergesi haline gelmiştir. İleriki zamanlarda ise hutbenin biri adına okunması,
onun isyan bayrağını çektiği ve siyasî bağımsızlığını ilân ettiği anlamına
gelmeye başlamış, dolayısıyla hutbe ve cuma namazı âdeta siyasî bir
sembol olmuştur. Tarih kitaplarında, adına hutbe okutmak veya adına hutbe
okunmak şeklinde yer alan ifadeler de cuma namazının zaman içerisinde
siyasal bir içerik kazandığını göstermektedir. Özellikle Abbâsîler'den itibaren
resmî veya yarı resmî mezhep durumunda olan Hanefî mezhebinin âlimleri
ister istemez bu siyasî konjonktürden etkilenmişler ve cuma namazı için
daha önce bulunmayan birtakım şartlar ileri sürmek durumunda kalmışlardır.
Dolayısıyla cuma namazı kılmak için devlet başkanının izninin aranması
şartı eski siyasî içeriğini kaybetmiş olduğu için, günümüzde bu şartı
aramaya gerek kalmamıştır. Öte yandan, bu şartın hâlâ geçerliliğini koruduğu
düşünülse bile, bir ülkede camilerin yapılmasına izin verilmesi, imamların
maaşlarının devlet tarafından ödenmesi ve bu işler için kamusal bir
örgütlenmenin mevcut olması, cuma namazının kılınması için de izin sayılır
ve şart yerine gelmiş olur.

Sonraki Hanefî fıkıhçılar, devlet başkanının veya izninin bulunmaması
durumunda bir cemaat teşkil edebilen müslümanların, aralarından birine cuma
imamlığı selâhiyeti vererek bu namazı kılabileceklerine fetva vermişlerdir.

Cuma kılınan yerin herkese açık olması anlamında genel izin de (izn-i
âm), bazı kitaplarda ayrı bir şart olarak değerlendirilmekle birlikte, bir anlamda
devlet başkanının izni kapsamında yer alır.

Hanefîler'e göre, bir yerde cuma namazı kılınabilmesi için, o yerde cuma
namazı kılınmasına, yetkili kimse tarafından herkese açık olmak üzere izin
verilmesi şarttır. Buna göre, belli bir yerde bulunan kimseler, cuma namazı
kılınmasına izin verilmiş camide, sadece belirli kimseler girmek kaydıyla
cuma namazı kılamazlar. Ancak başka kimselerin de girmesine müsaade
edildiği halde, başka kimseler gelmese ve sadece oradaki kimseler kılsalar,
cuma namazları sahih olur.

Güvenlik ve gizliliğin korunması gibi sebeplerle herkese açık olmayan
yerlerde bulunan cemaat cuma namazı kılabilir. Burada izn-i âm şartı zaruret
sebebiyle kalkmış olur.

6. Hutbe
Cuma namazının sıhhat şartlarından birisinin de hutbe olduğu hususunda
fakihler görüş birliği içindedirler. Ancak cuma namazının sıhhat şartlarından
olan hutbenin rükünleri ve geçerlilik şartları konusunda mezhepler
arasında görüş farklılıkları vardır.

Hutbe, birilerine hitap etmek, bir şeyler söylemek demektir. Haftada bir
gün bir mekânda toplanmış olan müminlerin başta dinî konular olmak
üzere, onların hayatlarını kolaylaştıracak, ilişkilerini uyumlu hale getirecek
her konuda aydınlatılması için hutbe bir vesile ve bir fırsattır. Hutbe esasen
bu amacı gerçekleştirmek için düşünülmüştür; bu sebeple cemaatin bilip
anladığı bir dille irad edilir.

Cuma namazının bir parçasını teşkil eden hutbenin varlığı, fıkhen geçerliliği
veya en güzel şekilde ifası için bazı
şartlar aranır. Bunlar ilmihal dilinde
hutbenin rükünleri, şartları ve sünnetleri olarak anılır.

aa) Hutbenin Rüknü

Ebû Hanîfe'ye göre hutbenin rüknü yani temel unsuru Allah'ı zikretmekten
ibaret olduğu için, hutbe niyetiyle “elhamdülillah” veya “sübhânallâh” veya “lâ
ilâhe illallah” demek suretiyle hutbe yerine getirilmiş olur. Fakat bu kadarla
yetinilmesi mekruhtur. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise hutbenin rüknü,
hutbe denilecek miktarda bir zikirden ibarettir ki, bu zikrin uzunluğunun da en
az teşehhüd miktarı kadar yani Tahiyyât duası kadar olması gerekir.

İmam Mâlik'e göre hutbenin rüknü, müminlere hitaben müjdeli veya sakındırıcı
ifade taşımasıdır.


İmam Şâfiî'ye göre ise hutbenin beş rüknü vardır. Bu rükünler şunlardır: 1.
Her iki hutbede (hutbenin her iki bölümünde) Allah'a hamdetmek. 2. Her iki hutbede
Peygamberimiz’e salavat getirmek. 3. Her iki hutbede takvâyı tavsiye etmek.
4. Hutbelerden birinde bir âyet okumak (âyetin birinci hutbede okunması
efdaldir). 5. İkinci hutbede müminlere dua etmek. Hanbelîler'e göre ise hutbenin
rükünleri, sonuncu hariç, Şâfiîler'deki ile aynıdır.

bb) Hutbenin Şartları


Hanefîler'e göre cuma namazı hutbesinin sahih olabilmesi için şu şartların
bulunması gerekir:

1. Vakit içinde okunması. 2. Namazdan önce olması. 3. Hutbe niyetiyle
okunması. 4. Cemaatin huzurunda irad edilmesi. Son şartın yerine gelmiş
olması için, kendisiyle cuma sahih olan en az bir kişinin bulunması gerekir.
Her ne kadar Hanefî mezhebinde hutbenin sıhhati için cemaatin şart olmadığına
dair bir görüş mevcut ise de, mezhepte daha doğru kabul edilen görüş,
bir kişi bile olsa cemaatin huzurunda okunmasının gerektiği şeklindedir
ve bunun kendisiyle cuma namazı sahih olabilecek bir kişi olması da şarttır.
Ancak, hutbenin sıhhati için cemaatin işitmesi şart olmayıp sadece hazır
bulunması yeterlidir. 5. Hutbe ile namaz arasının, yiyip içmek gibi namaz ve
hutbe ile bağdaşmayan bir şeyle kesilip ayrılmaması.
Hatibin hadesten tahâret ve setr-i avret şartlarını taşıyor olması ve hutbeyi
ayakta okuması
şart değildir. Fakat bunlara riayet edilmesi gerekir.
Çünkü bunlar, kabul edilen görüşe göre sünnet olmakla birlikte bunların
vâcip olduğunu söyleyenler de bulunmaktadır.

Hanefîler'e göre cuma hutbesinin Arapça olması
şart değildir.

Mâlikîler'e göre ise cuma namazı hutbesinin geçerli olmasının şartları
şunlardır: 1. Hatibin ayakta olması. 2. Her iki hutbenin de öğle vakti girdikten
sonra irad edilmesi. 3. Her iki hutbenin de hutbe olarak nitelendirilebilecek
içerikte olması. 4. Mescidin içinde irad edilmesi. 5. Namazdan önce olması. 6.
En az on iki kişilik bir cemaatin huzurunda olması. 7. Açıktan okunması. 8.
Arapça olması. 9. Hutbelerin arasına ve hutbe ile namaz arasına başka bir
meşguliyetin sokulmaması. Mâlikîler'e göre de hatibin abdestli olması
şart
olmadığı gibi hutbede niyet de şart değildir.

Şâfiîler'e göre cuma namazı hutbesinin sahih olabilmesi için gerekli
şartlar da şunlardır: 1. Hutbenin beş rüknünden her birinin Arapça olması.

2. Öğle vakti içinde olması. 3. Hatibin, gücü yetiyorsa hutbeleri ayakta
okuması. 4. Bir mazereti yoksa iki hutbe arasında oturması. 5. İki hutbenin
rükünlerini en az kırk kişinin dinlemesi. 6. Hutbenin namazdan önce okunması
ve gerek hutbelerin arasına gerekse hutbe ile namazın arasına başka bir
meşguliyetin katılmaması. 7. Hatibin hadesten ve necâsetten temiz olması. 8.
Hatibin setr-i avrete riayet etmesi. 9. Hatibin erkek olması. 10. Hatibin kırk
kişinin duyabileceği şekilde sesini yükseltmesi. 11. Hatibin imamlığının sahih
olması. 12. Hatibin namazın farz ve sünnetlerini birbirinden ayıracak kadar
bilgi sahibi olması, hiç değilse farzı sünnet olarak bilmemesi. Şâfiîler'e göre de
hutbe için niyet şart değildir.

cc) Hutbenin Sünnetleri

1. Hatibin, hutbe için minbere kolayca ve kimseye eziyet etmeden çıkabilmesi
için minbere yakın bir yerde bulunması, cumanın ilk sünnetini minberin
önünde kılması. Böyle yapmaması yani mihrapta veya minbere uzak
bir yerde kılması mekruhtur.
2. Hatibin minbere çıktıktan sonra cemaate dönük olarak oturması ve
okunacak ezanı bu şekilde dinlemesi.
3. Ezanın, hatibin huzurunda okunması.
4. Hatibin ezandan sonra kalkıp, her iki hutbeyi ayakta okuması. Hutbenin
ayakta okunmasının vâcip olduğu yönünde de görüş bulunmaktadır.
5. Hutbe okurken hatibin yüzünün cemaate dönük olması.
6. Hutbeye gizlice eûzü çektikten sonra sesli olarak Allah'a hamd ve
sena ile başlaması.
7. Kelime-i şehâdet okuması ve Hz. Peygamber'e salavat getirmesi.
8. Müslümanlara nasihatte bulunması.
9. Eûzü ile Kur'an'dan bir âyet okuması.
10. Hutbeyi iki bölüm halinde yapması ve iki hutbe arasında kısa bir
süre, ortalama üç âyet okuyacak kadar oturması.
11. İkinci hutbeye de birincide olduğu gibi Allah'a hamd ederek ve Hz.
Peygamber'e salavat getirerek başlaması.
12. İkinci hutbede müminleri af ve mağfiret etmesi, onlara afiyet ve esenlik
vermesi ve onları muzaffer kılması için Allah'a dua etmesi.
13. İkinci hutbeyi birinciye göre daha alçak sesle okuması.
14. Hutbeyi kısa tutması.
15. Hutbeyi cemaatin işitebileceği bir sesle okuması.
16. Abdestli olması ve avret yerleri örtülü bulunması. Bunların vâcip olduğu
da söylenmiştir.


302 İLMİHAL

17. Hutbeden sonra namaz için kamet getirilmesi.
18. Cuma namazını hutbe okuyan kişinin kıldırması.
Hanefîler'in hutbenin sünnetleri olarak kabul ettiği birçok husus Şafiîler‘
de hutbenin sahih olmasının şartı olarak görülür.

dd) Hutbenin Mekruhları

Hutbenin sünnetlerini terketmek mekruhtur. Ayrıca, hutbe okunurken konuşmak
ve konuşan birini konuşmaması için uyarmak tahrîmen mekruhtur.
Hatta hatip ile cemaatin dinî meselelerde soru-cevap şeklindeki konuşması dahi
-Hz. Peygamber'den bu yönde bazı uygulamalar rivayet edilmekle birlikte- cami
disiplinini bozacağı gerekçesiyle hoş karşılanmamıştır. Hutbe dinleyenlerin sağa
sola bakmaları, selâm verip almaları da mekruhtur. Hatta Hz. Peygamber'in adı
anıldığı zaman ya sessiz kalmalı ya da içinden salâtü selâm etmelidir. Hutbe
esnasında namaz kılmak dahi mekruhtur.

C) CUMA NAMAZININ KILINIŞI

Cuma günü öğle vaktinde ezan okunur (dış ezan). Camiye girince vakit
uygunsa iki rek‘at tahiyyetü'l-mescid, ardından dört rek‘at sünnet kılınır.
Bu, cumanın ilk sünnetidir. Hatip minbere çıkmadığı sürece bu namazlar
kılınabilir. Ama hatip minbere çıkmış ise, onu dinlemek daha uygundur.
Sonra cami içinde bir ezan daha okunur (iç ezan), arkasından minberde
imam, cemaate hutbe okur. Bu hutbeden sonra kamet getirilerek cuma namazının
iki rek‘at farzı cemaat halinde kılınır ve imam açıktan okur. Bundan
sonra dört rek‘at sünnet kılınır. Bu dört rek‘at, cumanın son sünnetidir.

Burada yeri gelmişken cuma namazının farz ve sünnetlerinden sonra kılınan
dört rek‘atlık "zuhr-i ahîr" namazı ve onun devamında "vaktin sünneti"
adıyla kılının iki rek‘atlık namaz hakkında bilgi verilecek, bundan sonra da
cuma namazının vaktiyle ve cuma namazıyla ilgili bazı fıkhî meselelere
temasla konu tamamlanacaktır.

1. Zuhr-i Ahîr Namazı. Esasen cuma namazının farzından sonra kılınan
sünnet namazın kaç rek‘at olduğu konusunda farklı rivayetler ve buna
bağlı olarak farklı görüşler bulunmaktadır. Ebû Hanîfe'ye göre cumanın far-
zından sonra tek selâmla dört, Şâfiî'ye göre iki selâmla dört, Ebû Yûsuf ve
Muhammed'e göre dört artı iki (toplam altı) rek‘at nâfile kılınır. Bazı âlimler,
cumanın farzından sonra kılınacak sünnetin eğer camide kılınacaksa dört,

cami dışında bir yerde kılınacak ise iki rek‘at kılınmasının uygun olacağını
söylemişlerdir.

Zuhr-i ahîr namazı, son öğle namazı demektir. Cuma namazı, öğle namazının
vaktinde kılınıp, onun yerini tuttuğuna göre, ayrıca bir "son öğle
namazı" kılmanın anlamı nedir?

Esasen Hz. Peygamber'den ve ilk dönemlerden gelen rivayetler arasında
zuhr-i ahîr diye bir namaz yoktur. Bu namaz, cumanın sıhhat şartlarının, özellikle
cuma namazının bir bölgede bir tek camide kılınması
şartının şehirlerin
nüfusunun artması sebebiyle gerçekleşmemesi, dolayısıyla bir şehirde birkaç
yerde namaz kılma mecburiyetinin ortaya çıkmasıyla birlikte gündeme gelmiş bir
namazdır. Bunun anlamı
şudur: Cumanın her yerleşim biriminde tek bir camide
kılınması namazın sahih olması için şart görüldüğü takdirde, bir şehirde sadece
bir camide cuma namazı kılmanın da artık imkânsız hale geldiği göz önünde
bulundurulursa, bir şehirde birkaç camide kılınan namazlardan sadece birinin
sahih, ötekilerin bâtıl olması kaçınılmaz olur. Cuma namazı bâtıl olan kişilerin de
öğle namazını kılmaları gerekir. Hangisinin sahih, hangilerinin bâtıl olduğu bilinmediğine
göre, hepsinin ihtiyaten yeniden öğle namazı kılması en uygun çözümdür.
İşte bu son öğle namazı, böyle bir ihtiyatın hatta kaygının ürünü olup o
günün öğle namazını kurtarma düşüncesiyle kılınmaktadır. Fakat, bu tedbirin
kaynağı olan kaygı ve var sayıma mahal yoktur. Çünkü cuma namazının bir
camide kılınması, cumanın anlamına uygun olmakla birlikte, nüfusu milyonlara
ulaşan büyük şehirlerin ortaya çıktığı günümüzde bu şartın yerine getirilmesi
mümkün değildir. Fakihlerin böyle bir şart ileri sürmüş olmasını kendi dönemlerindeki
şartlarla irtibatlandırmak gerekir. Dolayısıyla İmam Muhammed'in görüşüne
uyularak, izdiham olsun olmasın bir şehirde birden fazla camide cuma namazı
kılınabileceğinin tercih edilmesi kaçınılmazdır. Nitekim sonraki Hanefî fıkıhçılar
da bu ictihadı fetvaya esas almışlardır. Böyle olunca, her bir camide
kılınan cuma namazının ayrı ayrı sahih olması, bu yönden aralarında bir fark
gözetilmemesi esas olup cuma namazı kılanların ayrıca son öğle namazı (zuhr-i
ahîr) kılmaları gerekmez. Son öğle namazının niyetinde ve gerekçesinde "cumanın
sahih olmadığı" kaygısı vardır. Halbuki yukarıda sayılan şartlar yerine getirilerek
kılınan cuma namazı sahih bir namaz sayılacağından, bunu telâfi maksadıyla
ikinci bir namazın kılınması gereksiz olduğu gibi böyle bir telâfi niyeti de
doğru değildir.

2. Cuma Vakti ve Cuma Namazıyla İlgili Bazı Meseleler. Hanefî
mezhebine göre cuma namazına imam selâm vermeden önce yetişen kimse
cuma namazına yetişmiş olur. Bu kişi imamın selâm vermesinden sonra
namazını kendisi tamamlar. Muhammed, Mâlik ve Şâfiî'ye göre ise, cumaya
yetişmiş sayılabilmek için en az bir rek‘atı imamla birlikte kılmak gerekir.
Buna göre, imam ikinci rek‘atın rükûundan doğrulduktan sonra yetişip uyan
kimse, namazını öğle namazı olarak dörde tamamlar.

Cuma namazını kılmakla yükümlü olmayan yolcunun ve mazeret sahibi
kimselerin, cuma günü cuma namazı kılınan bir yerde öğle namazını cemaatle
kılmaları mekruhtur. Cuma namazını kaçıran kimseler de öğle namazını
ezansız, kametsiz ve cemaatsiz kılarlar. Cuma ile mükellef olanların, cuma
kılınan bir beldede cuma kılmayıp, cumadan önce veya cuma namazı esnasında
öğle namazını kılmaları haramdır.

Cuma günü öğle (zeval) vaktinden önce yolculuğa çıkmakta bir sakınca
yoktur. Zevalden/ilk ezandan sonra cuma namazını kılmadan yolculuğa
çıkmak tahrîmen mekruhtur. Otobüs, tren veya uçağın hareket saati tam da
bu saate denk geliyorsa, kişinin kendi ihtiyarını aşan bir durum olduğu için
bu kerâhet kalkar. Bununla birlikte diğer mezheplerin, cuma namazının
kaçırılması endişesine binaen cuma günü fecirden sonra yolculuk yapmaya
sıcak bakmadıklarını göz önüne alarak mümkün oldukça, cuma günü yapılacak
yolculuğu cuma namazına göre ayarlamak daha uygun olur.

Cuma günü cuma ezanını işiten kimselerin çarşı ve pazardaki alışverişlerini
bırakıp cuma namazına koşmaları gerekir. Cuma namazı ile yükümlü
kişilerin cuma günü zeval vaktinden sonra hatibin minberde olduğu sırada
alışveriş yapmaları Hanefîler'e göre tahrîmen mekruh olmakla birlikte yapılan
alışveriş geçerlidir. Diğer mezheplere göre bu vakitte alışveriş yapmak
haramdır ve bu esnada yapılan akdin geçerli olmayacağı kanaati hâkimdir.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol