""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Namazın Farzları(Dışındakiler)

NAMAZIN FARZLARI (DISINDAKİLER)

Namazın on iki farzı vardır. Namazın farzları, namazın dışındaki farzlar
ve namazın içindeki farzlar olarak iki gruba ayrılır. Namazın dışındaki farzlar,
namazdan önce ve namaza hazırlık mahiyetinde olduğu için “namazın
şartları” (şurûtü's-salât) olarak adlandırılır. Namazın içindeki farzlar ise, namazın
varlığı ve tasavvuru kendisine bağlı olduğu, yani bu farzlar namazın
mahiyetini oluşturduğu için “namazın rükünleri” (erkânü's-salât) adını alır.
Bunlar namazı oluşturan unsurlardır. Namazın farzlarından herhangi birinin
eksikliği durumunda namaz sahih olmaz. Buna göre;

a) Namazın Şartları


1. Hadesten tahâret
2. Necâsetten tahâret
3. Setr-i avret
4. İstikbâl-i kıble
5. Vakit
6. Niyet


NAMAZIN ŞARTLARI

1. Hadesten Tahâret
Hades genel olarak hükmî kirlilik, hadesten tahâret de bu hükmî kirlilikten
temizlenme demektir. Abdestsizlik durumu yani namaz abdestinin
olmayışı ve cünüplük hali, dinî literatürde hades yani hükmî kirlilik olarak
nitelendirilir. Hadesten tahâret, namaz abdesti olmayan bir kimsenin abdest
alması, gusül yapması gereken bir kimsenin gusül etmesi yani boy abdesti
alması demektir. Bu çeşit tahâret, maddî kirleri giderme, beden sağlığını
koruma gibi birçok yararı içinde bulundursa da esas itibariyle başka hikmetlere
mebnî dinî muhtevalı ve ibadet içerikli (taabbüdî) bir temizliktir.

Bilinen namaz abdestinin olmaması durumu, küçük hades diye; cünüplük,
âdet görme (hayız) ve loğusalık gibi, gusül yapmayı gerektiren durumlar
ise büyük hades diye adlandırılır.

Cünüp olan kimseler, boy abdesti almadan namaz kılamazlar. Aynı
şekilde
âdet yahut loğusalık halinde olan kadınlar da bu halleri devam ediyorken
namaz kılamazlar. Bu halleri sona erdikten sonra, namaz kılabilmek
için boy abdesti almaları gerekir. Boy abdesti almak için su temin edemeyen
veya su bulduğu halde bu suyu kullanma imkânı bulamayan kimseler teyemmüm
ederler. Aynı durum, namaz abdesti almak için su bulamayan
kimse için de geçerlidir. Tilâvet secdesi ve şükür secdesi gibi namaz benzeri
işler (eksik namazlar) için de hadesten temizlenmiş
olmak yani abdestli bulunmak
şart görülmüştür.

Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulursa namaz da bozulmuş
olur. Namaz kılarken bilerek abdest bozucu bir fiil işleyen kişinin namazı
bozulur. Ancak bu iş, namazın sonunda yapılmış ise, kişi kendi fiili ile
namazdan çıkmış sayılacağı için Hanefîler'e göre namaz bozulmaz.

Özel durumlarında kadınlar namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaftır.
Kur'ân-ı Kerîm'de hayız durumunun bir eza ve rahatsızlık hali olduğu bildirilmekte
ve erkeklerin bu durumdaki eşleriyle cinsel ilişkide bulunmaları
yasaklanmaktadır. Hz. Peygamber, bu durumda olan kadınların namaz kılmayacaklarını
ve oruç tutmayacaklarını açıklamıştır. Kadınlar bu dönemlerinde
kılamadıkları namazları kazâ etmeyecekler, fakat tutamadıkları oruçları
kazâ edeceklerdir. Bu hükümler üzerinde icmâ edilmiş ve bu konuda
aykırı bir görüş öne sürülmemiştir. Öte yandan özel durumlarında kadınların
namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaf tutulması, bir "haktan mahrumiyet"
değil, "görevden muafiyet"tir. İbadetler, bir dinin temel unsurları içerisinde
yer alması bir yana, o dinin alâmet-i fârikası, ayırıcı özelliğidir. İbadetler,
diğer sosyal ve hukukî kurumlardan farklı olarak, zamana ve zemine göre
değişme göstermeyen sabit konulardır. Üzerinde görüş birliği sağlanmış
ibadet konularında değiştirme yapılacak olursa, din, kendine mahsus özelliklerini
yavaş yavaş yitirir ve tanınmaz hale gelir. Bu bakımdan özellikle
ibadet konularında gerçekleşmiş olan icmâlara dikkat etmek, bunlara aykırı
davranmamak şarttır. Zaten bu tür icmâlara aykırı davranmak, öteden beri
âlimler tarafından bid‘at ve sapıklık olarak değerlendirilmiş, hatta konunun
önem derecesine göre bazı icmâları inkâr edip karşı gelmenin küfür olacağı
belirtilmiştir.

2. Necâsetten Tahâret
Necâsetten tahâret, vücut, elbise ve namaz kılınacak yerin, -insan kanı
ve idrarı, at, koyun gibi hayvanların idrar ve dışkıları gibi- dinen pis sayılan
şeylerden temizlenmesi demektir. Ağır (galîz) necâset ve hafif necâsetin
neler olduğu ve bunların hangi ölçüde bulunmalarının namaza engel olacağı
konusu TEMİZLİK bölümünde açıklanmıştır.

Namazın sıhhatine engel olacak ölçüde necâset taşıyan bir elbise ile bilmeyerek
namaz kılan kimsenin, bu durumu öğrendikten sonra namazını
iade etmesi gerekir.

3. Setr-i Avret
Avret, insan vücudunda başkası tarafından görülmesi ayıp ya da günah
sayılan yerlerdir. Setr-i avret, avret sayılan yerleri örtmek demektir. Avret
yerlerinin namazda olduğu gibi, namaz dışında da örtülmesi ve başkalarına
gösterilmemesi gerekir.

Avret kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de terim anlamına yakın bir şekilde iki
yerde geçmiş olmakla birlikte (en-Nûr 24/31, 58), avret yerlerinin sınır ve
ölçüleri gösterilmemiştir. Kur'an'da geçen "sev'e" (el-A‘râf 7/20, 22, 26, 27;
Tâhâ 20/121; el-Mâide 5/31) kelimesiyle de en dar anlamda avret yani erkek
ve kadının cinsel organı kastedilmiştir. Bunun Kur'an'da "sev'e" diye anılması,
onların örtülmesinin aklın ve fıtratın da gereği olduğunu göstermektedir.
Bu bakımdan buna galîz avret denilmektedir. Cinsel organların dışında
nerelerin avret olduğu hususu büyük ölçüde hadislerle düzenlenmiştir. Hz.
Peygamber'in bu düzenlemeyi yaparken, o dönemin giyim kuşam tarzını da
dikkate aldığı açıktır. O dönemde bugünkü anlamda iç çamaşırının olmadığı,
en azından iç çamaşırı giyme âdetinin bulunmadığı dikkate alınırsa, Hz.
Peygamber'in erkekler için yaptığı bu düzenlemenin, gerek namazdaki hareketler
gerekse namaz dışında oturup kalkmalar esnasında, esas avret yerlerinin
(cinsel organ ve makat) görünmemesi açısından ne kadar yerinde olduğu
görülür.

Erkek için avret, yani örtülmesi gereken yerler, göbek ile diz kapağının
arasıdır. Bu konuda biraz daha ihtiyatlı davranan Hanefîler diz kapaklarını
da avret olarak kabul ederken, diğer üç mezhep, diz kapaklarını avret saymazlar.

KADIN İÇİN NAMAZDAKİ AVRET(ÖRTÜNMESİ GEREKLİ YERLER )DEMEKTİR
Kadın için avret, yüz, el ve ayak dışındaki bütün vücuttur. Onlar, yüzlerini
namazda örtmedikleri gibi, ellerini ve ayaklarını da açık bulundurabilirler.
Saçlarıyla beraber başları, bacakları ve kolları örtülü bulunur.

İmam Mâlik, setr-i avretin (örtünme) namaza has olmayan genel bir farz
olduğunu, namazda ve namaz dışında uyulması gereken dinî bir emir bulunduğunu
dikkate alarak kadınların başlarını örtmelerini ayrıca namazın
farzları arasında saymamıştır. Onun bu görüşün bir uzantısı olarak Mâlikî
mezhebinde setr-i avret namazın sünnetlerinden sayılır. Diğer üç mezhep
imamı ve Mâlikî mezhebindeki öteki görüşe göre, namazda setr-i avret, tıpkı
kıbleye yönelmenin farz oluşu gibi farzdır.

Hz. Peygamber'in "Allah, bulûğa ermiş kadının namazını başörtüsüz
kabul etmez" (İbn Mâce, “Tahâre”, 132; Tirmizî, “Salât”, 160; Müsned, IV, 151,
218, 259) ve "Kadın bulûğ çağına erince elleri ve yüzü dışında başka yerlerinin
başkasına görünmesi helâl olmaz" (Ebû Dâvûd, “Libâs”, 31) şeklindeki
hadisleri göz önüne alınınca, başörtüsüz kılınan namazın geçerli olmayacağı
anlaşılır. Kadının başının dörtte biri veya uyluğunun dörtte biri açık olarak
namaz kılması durumunda, Ebû Hanîfe ve Muhammed'e göre namazı geçersiz
olur. Ebû Yûsuf'a göre ise, başının yarıdan fazlası açık olmadıkça namaz
geçerlidir. Çünkü bir şeyin yarıdan fazlası çok hükmündedir. Kadın, asgari
bir başörtüsü, bir de ayaklara kadar uzanacak bir gömlek giymiş olmalıdır.
Başörtüsüz namaz kılacak olursa bu namazını, vakit içinde veya vakit çıktıktan
sonra iade eder. Mâlik'e göre ise vakit çıktıktan sonra iade etmesine
gerek yoktur. Çünkü İmam Mâlik'e göre kadının başını örtmesi namaza has
olmayan genel bir farzdır. Bu sebeple Mâlikîler namazda kadınların başını
örtmesini namazın farzları arasında saymaz, âdeta onu namazın sünnet
veya müstehaplarından biri olarak görürler. Bu itibarla başörtüsüz kılınan
namaz, Mâlikîler'de ağırlıklı görüşe göre sahih olmakla birlikte vakti içinde
iade edilmesi tavsiye edilmiştir. Kadının örtünmeyle ilgili genel farzı ihlâl
etmiş olmasının dinî sorumluluğu ayrı bir husus olarak değerlendirilmiştir.
Öte yandan kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş saçlarının avret olmadığını
söyleyen Hanefî bilginler de bulunmaktadır.

Mâlikî mezhebinde erkek ve kadının avret yerleri “ağır avret” (avret-i
mugallaza) ve hafif avret olmak üzere iki kısımda değerlendirilmektedir.
Erkek için galîz avret, cinsel organ ile makattır. Bu kısmın kesinlikle örtülmesi
gerekir. Göbekle diz kapak arasının ağır avret sayılan bölgesinin dı
şında kalan kısımları ise hafif avrettir. Örtülmesi gerekli olmakla birlikte
birincisi kadar ağır değildir. Kadının göğsü, göğüs hizasında bulunan sırt
kısmı, kolları, boynu, başı ve dizden aşağısı hafif avret olup, bunun dışında
kalan yerleri galiz avrettir. Bu ayırımın pratik sonucu namazdaki örtünme
hükümlerine etki eder. Buna göre, hafif avret sayılan yerleri açık olarak
namaz kılan bir kimse genel dinî farzı ihlâl etmiş olmanın günahını yüklenmekle
birlikte, bu kimsenin namazı bâtıl olmaz. Mâlikîler’in namazda baş
örtmeyi sünnet, açmayı da mekruh saymasının anlamı budur.

Giyilen şeyin, tenin rengini göstermeyecek kalınlıkta veya dokuda olması
gerekir. Vücut hatlarını belli eden elbise ile namaz kılmak mekruh olmakla
birlikte kılınan namaz geçerlidir. İpek giysi giymek mekruh veya ha-
ram kabul edilse de, ipek elbise ile kılınan namaz geçerlidir.

Namaz esnasında avret mahallinin, kişinin iradesi dışında açılması durumunda,
açılan yer eğer örtülmesi gereken yerin dörtte biri oranına ulaşmış
ve bir rükün eda edilecek bir süre (sübhânellâhi'l-azîm diyecek kadar bir süre)
açık kalmış ise kişinin namazı bozulur. Kendi iradesi ile açacak olursa namazı
hemen bozulur.

4. İstikbâl-i Kıble
İstikbâl-i kıble, namaz kılarken kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların
kıblesi, Mekke'de bulunan Kâbe'dir. Kâbe denilince sadece bilinen bina
değil, bunun yanında, hatta daha öncelikle bu binanın bulunduğu yer kastedilir.
Kâbe'yi gözle gören kişi, bizzat Kâbe'ye yönelir. Kâbe'den uzakta
olan kişi ise Kâbe'nin bizzat kendisine değil, onun bulunduğu tarafa yönelir,
yüzünü ve yönünü o tarafa çevirir. Namazın amacı, kalbin mâsivâdan (Allah'tan
başka her şeyden) ayrılıp yalnızca Allah'a yönelmesidir. Elbetteki
Allah herhangi bir yönle kayıtlı ve sınırlı değildir. Fakat, kalbin huzur ve
sükûnetini sağlamak bakımından, namazda herkesin yöneleceği bir yönün
tayin edilmesi, belirlenmesi gerekir. Zâhirde, yüzümüzü Allah'ın evi olan
Kâbe'ye çevirdiğimiz gibi, bâtınen de, Allah'ın nazargâhı olan kalbimizi,
gönlümüzü başka şeylerden çekip alarak, arındırarak yalnız Allah'a yöneltmeli,
Allah'tan başka şeyleri kalpten atmalıyız.

Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimsenin, yanında kıble yönünü
bilen birisi varsa ona sorması gerekir. Böyle biri varken ona sormayıp kendisi
ictihad ederek, yani kıble yönünü bulmaya çalışarak bir yöne yönelmiş
ve yöneldiği tarafın kıble yönü olmadığı ortaya çıkmış ise, namazı iade etmesi
gerekir.

Kâbe'nin bulunduğu noktadan 45 derece sağa ve sola sapmalar kıbleden
(Kâbe yönünden) sapma sayılmaz. Sapma derecesi daha fazla olursa "kıbleye
yönelme" şartı aksamış olur.

Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimse, soracak birini bulamadığı
takdirde yıldız, güneş, rüzgâr gibi birtakım doğal alâmetlere dayanarak kıble
yönünü bulmaya çabalar ve kanaat getirdiği tarafa yönelerek namazını kılar.
Namazı kıldıktan sonra kıblenin kendi yöneldiği tarafta olmadığı ortaya
çıksa bile, kendisi bu yöne ictihad ederek, yani birtakım alâmetlere dayanarak
bu sonuca ulaştığı için, namazı yeniden kılması gerekmez. Fakat namaz
esnasında kıble yönünü anlaması halinde, namazını bozmadan o tarafa
yönelir ve namazını tamamlar.

Kıble yönünü bilmeyen kimse, birine sormadan veya kıblenin ne tarafta
olduğunu araştırma zahmetine katlanmadan (ictihad etmeden) rastgele bir
tarafa yönelse, namaz esnasında yöneldiği tarafın kesin olarak kıble tarafı
olduğunu anlasa namazı yeniden kılar. Çünkü namazın ilk kısmı
şüpheli
olduğu için, sağlam kanaate dayalı ikinci kısım, şüpheli birinci kısım üzerine
bina edilemez. Ancak bu durumu namazı bitirdikten sonra anlayacak olursa,
iade etmesi gerekmez. Ebû Yûsuf'a göre her iki durumda da iade etmesi
gerekmez.

İki kişi kıble cihetini araştırsa ve her biri ayrı bir yönün kıble olduğuna
kanaat getirse, bu durumda bunlar birbirlerine uyarak cemaatle namaz kılamazlar.
Her biri kendi tesbit ettiği kıbleye dönerek ayrı ayrı namazlarını
kılarlar.

Bir kimse namazda iken bir özür olmaksızın göğsünü kıble tarafından
çevirecek olursa namazı bozulur. Yüzünü çevirecek olursa, derhal kıbleye
dönmesi gerekir. Bir kimse abdestsiz olduğunu zannederek namazdan ayrıldıktan
sonra abdestli olduğunu hatırlasa, isterse henüz mescidden çıkmamış
olsun, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescidde namaz kılarken
abdestinin bozulduğu zannıyla kıbleden ayrılıp da daha mescidden çıkmadan
abdestinin bozulmadığını anlasa, İmâm-ı Âzam'a göre namazı bozulmuş
olmaz. Ama bunu mescidden çıktıktan sonra anlayacak olsa namazı
ittifakla bozulur. Çünkü mekânın değişmesi bir özüre mebni değilse, namazı
iptal eder.

Hastalık veya düşman yahut yırtıcı hayvan korkusu gibi nedenlerle
kıbleye dönme imkânı bulamayan kimse, kendisi için en rahat olan tarafa
döner.

Binek Üzerinde Kıbleye Yönelme

Normal durumlarda binek üzerinde nâfile namaz kılmak câiz ise de, farz
namaz kılınmaz. Ancak zaruret durumlarında binek üzerinde namaz kılmak
câiz görülmüştür. Hayvan üzerinde, otomobil veya otobüste namaz kılındığı
takdirde namazın rükünlerinden olan kıyam ve çoğu kere istikbâl-i kıble
yerine getirilemez. Fakat yerin çamur olması, namaz kılacak uygun bir yer
bulunmaması gibi durumlarda, hayvanı veya otomobili durdurup, hayvanın
veya taşıtın üzerinde kıbleye yüz tutarak namaz kılınabilir.

Hanefî mezhebinde iki namazın birlikte kılınması
(cem‘), hac mevsiminde,
Arafat ve Müzdelife dışında kabul edilmediği için, yağmur, çamur ve yolculuk
gibi sebeplerle iki namazı birlikte kılmak söz konusu edilmemiştir. Ancak diğer
mezhepler, sayılan mazeretlere binaen iki namazın birlikte kılınabileceğini
kabul ettikleri için, uygun yer bulma ihtimali olan durumlarda, namazı binek
üzerinde kılmayıp uygun vakit ve mekânda iki namaz birlikte kılınabilir.

Gemide namaz kılan kimse mümkünse kıbleye doğru döner; gemi yön
değiştirdikçe kendisinin de kıble tarafına dönmesi gerekir.

5. Vakit
Namaz günün belli zaman dilimlerinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır.
Bu itibarla farz namazlar için vakit şarttır. Yine her bir farz namaza bağlı sünnet
namazlar, vitir, teravih ve bayram namazları için de vakit şarttır. Bir farz namaz,
vaktinin girmesinden önce eda edilemeyeceği gibi, vaktinin çıkmasından sonra
da eda edilemez. Bir farz namazın vakti içinde kılınması
edâ, vaktinin çıkmasından
sonra kılınması da kazâ olarak adlandırılır. Bir namazın özürsüz olarak
vaktinde kılınmaması ve ileriki bir vakitte kazâ edilmek üzere ertelenmesi doğru
değildir ve günahtır. İlgili hadisten hareketle, unutma ve uyuma gibi mazeretler
nedeniyle vaktinde kılınamamış olan namazın daha sonra kılınması gerekir.
İhmal ederek, gevşeklik göstererek namazın vakti içerisinde kılınmaması günah
olduğu için kimi bilginler, bu şekilde mazeretsiz olarak vakti içerisinde kılınmamış
olan namazların kazâ edilemeyeceğini, günahından kurtulmak için tövbe
etmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu bilginler, aynı
şekilde uyuma ve unutma
mazereti sebebiyle vaktinde kılınamamış bir namazın hatırlanıldığında eda niyetiyle
kılınacağını belirtmişlerdir. Esasen niyet ederken hangi farz namazın kılındığının
belirlenmesi (tayin) şart olmakla birlikte, eda veya kazâ şeklinde bir belirleme
yapmak gerekli değildir. Çünkü kazâya kalmış bir namaz, eda niyetiyle kazâ
edilebileceği gibi, henüz vakti çıkmamış bir namaz da kazâ niyetiyle eda edilebilir.


Kazâ, sadece beş vakit farz namaz ve bir de vitir namazı için söz konusudur.
Cuma ve bayram namazları ve sünnet namazlar kazâ edilemez.

aa) Beş Vakit Namazın Vakitleri

1. Sabah Namazının Vakti. Fecr-i sâdık da denilen ikinci fecrin doğmasından
güneşin doğmasına, daha doğrusu güneşin doğmasından az önceye
kadar olan süre sabah namazının vaktidir. Fecr-i sâdık, sabaha karşı
doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan bir aydınlıktır. Bu
ikinci fecre fıkıh literatüründe "enlemesine beyazlık" anlamında "beyâz-ı
müsta‘razî" denilir. Bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah
namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda, sahurun sona erip
orucun başlaması
(imsak) vaktidir.
Fecr-i kâzib de denilen birinci fecir ise, sabaha karşı doğuda tan yerinde
ufuktan göğe doğru dikey olarak yükselen, piramit şeklinde, akçıl ve donuk
bir beyazlıktır. Fıkıh literatüründe buna uzayıp giden beyazlık anlamında
"beyâz-ı müstetîl" de denilir. Bu geçici beyazlıktan sonra, yine kısa bir süre
karanlık basar ve bunun ardından da ufukta yatay olarak boydan boya
uzanan, giderek genişleyip yayılan fecr-i sâdık aydınlığı başlar.

Sabah namazının ortalık aydınlandıktan sonra kılınması
(isfâr)
müstehaptır. Bu aydınlığın ölçüsü, atılan okun düştüğü yerin görülebileceği
ölçüde bir aydınlıktır. Bununla birlikte, kılınan namazın fâsid olup yeniden
kılınmasının gerekebileceği ihtimaline binaen, güneşin doğuşundan önce
namazı yeniden kılabilecek bir sürenin bırakılması gerekir. Sadece kurban
bayramının ilk günü Müzdelife'de bulunan hacıların o günün sabah namazını,
ikinci fecir doğar doğmaz, ortalık henüz karanlıkça iken (taglîs) kılmaları
daha faziletlidir. Diğer üç mezhebe göre ise, sabah namazını her zaman
bu şekilde erken kılmak daha faziletlidir (fecir hakkında bk. Tecrîd-i Sarih
Tercümesi, II, 586-588).

2. Öğle Namazının Vakti. Öğle namazının vakti, İmâm-ı Âzam Ebû
Hanîfe'ye göre, zeval vaktinden yani güneşin tepe noktasını geçip batıya
doğru kaymasından itibaren başlar ve güneş tam tepedeyken eşyanın yere
düşen gölge uzunluğu (fey-i zevâl) hariç, her şeyin gölgesi kendisinin iki
misline ulaşacağı zamana kadar devam eder. Bu zamana "asr-ı sânî" denir.
Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhep imamına göre ise, öğle namazının
vakti zeval vaktinden, her şeyin gölgesi, fey-i zevâl hariç, kendisinin bir
misline ulaştığı ana kadardır. Her şeyin gölgesi, fey-i zevâl hariç, kendisinin
bir misline çıktığı zaman, öğle namazının vakti çıkmış, ikindi namazının
vakti girmiş olur. Bu zamana "asr-ı evvel" denir. Bir cismin gölge uzunluğunun,
kendi uzunluğuna veya kendi uzunluğunun iki katına ulaşıp ulaşmadığı
hesaplanırken, güneşin tam tepe noktada iken cismin yere düşen gölge
uzunluğu (fey-i zevâl) hariç tutulur, yani toplam uzunluğa dahil edilmez.
Söz gelimi, yere dikilen 1 m. uzunluğundaki çıtanın güneş tam tepedeyken
yere düşen gölgesinin uzunluğu, ki buna fey-i zevâl denir, yarım metre olsun.
Bu durumda çıtanın yere düşen gölge uzunluğu 1.5 m. olduğu zaman,
gölgesinin uzunluğu kendi uzunluğu kadar (bir misli) olmuş olur. Çıtanın
gölge uzunluğu 2.5 metreye ulaşırsa, kendi uzunluğunun iki misline ulaşmış
olur.

Bu ihtilâftan kurtulmak için, öğle namazını her şeyin gölgesi, fey-i zevâl
dışında, gölgesi bir misli olana kadar geciktirmemek; ikindi namazını da her
şeyin gölgesi, fey-i zevâl dışında, iki misli olmadıkça kılmamak evlâdır.

Normal kullanımda gündüz denilince, güneşin doğmasından batmasına
kadar olan süre anlaşılır (örfî gündüz). Fakat şer‘î bakış açısından ise gündüz,
fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar olan süredir (şer‘î gündüz).
Şer‘î gündüz örfî gündüzden daha uzun bir süredir. Öğle namazının vakti,
güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından itibaren başlar.
Güneşin tepe noktasını geçmesine "zeval" denilir. Zeval, örfî gündüzün tam
ortasına denk gelir. Meselâ örfî gündüz on saat ise, bu sürenin yarısı
(beş
saat) zeval vaktidir ve güneş görünüşe göre gökteki yarı yolu katetmiş olur.
Şimdiye kadar her şeyin gölgesi doğudan batıya doğru düşmekte iken, bundan
sonra batıdan doğuya doğru düşmeye başlar. İşte güneşin tam bu yarı
yola geldiği anda yere düşen gölgesine "zeval anındaki gölge" anlamında
"fey-i zevâl" denir. Fey-i zevâlin yönü ve uzunluğu bölgenin ekvatordan
uzaklığına, kuzey veya güney yarıkürede oluşuna göre değişir. Bu anda
yere dikilen 1 m. uzunluğundaki bir şeyin gölgesi, meselâ yarım metre olsun,
fey-i zevâldir. Bu andan itibaren o şeyin gölgesi, fey-i zevâle ilâveten 2
metreye ulaşınca, yani 2.5 m. olunca, asr-ı sânî olmuş, İmâm-ı Âzam'a göre
öğle vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur.

Tam zeval vaktinde namaz kılınmaz. Namaz kılınması câiz olmayan bu
vakit, çok kısa süren bir ana mı mahsustur, yoksa bu anın biraz öncesinden
mi başlar? Bir görüşe göre bu hususta örfî gündüz esas alınır. Buna göre tam
zeval vaktine, gündüzün bu ana kadar geçen süresi ile geri kalan süresinin
birbirine eşitliği anlamına gelmek üzere "istivâ vakti" denir ki, güneş sanki
herkesin başının üzerindeymiş gibi görünür. İşte namaz kılmanın câiz olmadığı
vakit bu andır. Diğer görüşe göre ise, bu hususta şer‘î gündüz esas alınır.


Şer‘î gündüzde ise, gündüz güneşin doğması ile değil, fecr-i sâdıkın doğması
ile başladığı için istivâ vakti, zeval vaktinden biraz önceye denk gelir. Bu bakışa
göre kerahet vakti, istivâ vakti ile zeval vakti arasındaki süredir.

Cuma namazının vakti de tam öğle namazının vakti gibidir.

3. İkindi Namazının Vakti. İkindi namazının vakti, öğle namazının
vaktinin çıkmasından güneşin batmasına kadar olan süredir. Öğle namazının
vaktinin ne zaman sona erdiği konusundaki görüş ayrılığına göre söylenecek
olursa, ikindi namazının vakti, Ebû Hanîfe'ye göre her şeyin gölge
uzunluğu, kendi uzunluğunun iki katına çıktığı andan itibaren, diğerlerine
göre ise bir katına çaktığı andan itibaren başlar.
4. Akşam Namazının Vakti. Akşam namazının vakti güneşin batmasıyla
başlar, şafağın kaybolacağı zamana kadar sürer.
Şafak, İmâm-ı Âzam'a göre akşamleyin ufuktaki kızıllıktan/kızartıdan
sonra meydana gelen beyazlıktan ibarettir. Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer
üç mezhebin imamına göre şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktır. Ebû
Hanîfe'nin bu görüşte olduğu rivayeti de vardır. Bu kızıllık kaybolunca akşam
namazının vakti çıkmış olur.

Akşam namazının vakti dar olduğu için, bu namazı ilk vaktinde kılmak
müstehaptır. Ufuktaki kızıllığın kaybolmasına kadar geciktirmek uygun değildir.

5. Yatsı Namazının Vakti. Yatsı namazının vakti, şafağın kaybolmasından
yani akşam namazı vaktinin çıkmasından itibaren başlar, ikinci fecrin
doğmasına kadar devam eder.
bb) Müstehap Vakitler

Her vaktin namazı, kendisi için belirlenmiş olan vaktin hangi parçasında
kılınırsa kılınsın vaktinde kılınmış olur. Farz namazları vaktin ilk girdiği
anda kılmak efdaldir. Nitekim Hz. Peygamber "Vaktin evveli, Allah'ın hoşnutluğudur,
vaktin sonu ise affıdır" (Tirmizî, “Mevâkyt”, 13) buyurmuştur.
Fakat namazın ilk vaktinden sonraya bırakılmasında bir fazilet varsa bu
takdirde vaktin sonuna bırakılabilir. Hz. Peygamber, sabah namazının ortalık
biraz aydınlıkça iken kılınmasının daha faziletli olduğunu belirttiği için,
sabah namazının vaktin ilk kısmında değil son kısmında kılınması
(isfâr)
Hanefîler’ce daha faziletli kabul edilmiştir. Fakat sonrasında vakfe yapılacağı
için Müzdelife'de kılınan sabah namazının, vaktin evvelinde kılınması
(taglîs) daha uygun ve faziletlidir.

Sıcak bölgelerde, yaz günlerinde, öğle namazını geciktirip serinlikte kılmak
(ibrâd) efdaldir. İkindi namazını, güneşin gözü kamaştırmayacak duruma
gelmesinden önceki vakte kadar geciktirmek efdal, gözü kamaştırmayacak
hale gelmesine kadar geciktirmek tahrîmen mekruhtur.

Akşam namazını her zaman ilk vaktinde, yani vakti girer girmez kılmak
efdaldir. Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmek efdaldir.
Uyanacağına güvenen kişiler için, vitir namazını fecrin doğmasına yakın bir
zamanda kılmak efdaldir.

cc) Mekruh Vakitler

Farz namazlar için müstehap vakitler olduğu gibi, genel olarak namaz
kılmak için uygun olmayan, yani namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler
de vardır. Mekruh vakitler iki kısımdır. Bir kısmında hiçbir namaz kılınmaz,
bir kısmında ise özellikle nâfile namaz kılınmaz, kazâ namazı kılınabilir.

Hiçbir namazın kılınamayacağı üç mekruh vakit şunlardır:

1. Güneşin doğmasından yükselmesine kadar olan zaman (şürûk zamanı
ki bu yaklaşık 40-45 dakika civarındadır).
2. Güneşin tam tepe noktasında olduğu zaman (vakt-i istivâ).
3. Güneşin batma zamanı
(gurûb). Gurup vakti, güneşin sararıp veya kızarıp
artık gözleri kırpıştırmadan rahatlıkla bakılacak hale geldiği vakittir. Bu
vakitte sadece, o günün ikindi namazının farzı kılınabilir.
Nâfile namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler:

1. Fecrin doğmasından sonra sabah namazının sünneti dışında nâfile
namaz kılınmaz.
2. Sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar,
3. İkindi namazını kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar,
4. Akşam namazının farzından önce,
5. Bayram namazlarından önce, ne evde ne camide,
6. Bayram namazlarından sonra, camide,
7. Arafat ve Müzdelife cem‘leri arasında,
8. Farz namazın vaktinin daralması durumunda,
9. Farza durulmak üzere kamet getirilirken (Sabah namazının sünneti
bundan müstesnadır).
10. Cuma günü hatibin minbere çıkmasından cuma namazı sona erinceye
kadar nâfile namaz kılınmaz.

dd) Kutuplarda Namaz

Vakit namazın şartı olduğu gibi, namazın vâcip olmasının da sebebidir.
Buna göre bir bölgede namaz vakitlerinden biri veya ikisi gerçekleşmiyorsa

o vakitlere ait namazların, o bölge halkına farz olmaması gerekir. Diyelim ki
bazı yerlerde senenin bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak
sabah namazının vakti girmektedir. Bu durumda orada yatsı namazının
vakti gerçekleşmeyeceği için, yatsı namazı kılmak gerekmez. Fakat meselenin
özü üzerinde düşünen mudakkik fakihlere göre vakit, namazın bir şartı,
sebebi ve alâmeti olsa da, namazın asıl sebebi ilâhî hitaptır. Bütün
müslümanlar beş vakit namaz ile mükelleftirler. Bu sebeple bir bölgede herhangi
bir namazın vakti gerçekleşmiyorsa veya tam olarak belirlenemiyorsa
orada yaşayanlar, namaz vakitleri tam olarak belirlenebilen en yakın bölgedeki
namaz vakitlerine göre bir takdir ve belirleme yaparak namazlarını
kılarlar. Aynı
şekilde güneşi uzun bir müddet batmayan veya doğmayan
yerlerde en yakın bölgeye itibar edilmesi gerekir. Nitekim bu bölgelerde yaşayan
insanlar günlük hayatlarını da güneşe göre değil 24 saatlik bir zaman
dilimine göre düzenlemektedirler.
6. Niyet
Niyet “azmetmek, kesin olarak irade etmek, kastetmek” demektir. Daha
açık bir ifadeyle kalbin bir şeye karar vermesi, hangi işin ne için yapıldığının
açıklıkla farkında olunması demektir. Namaz hususunda niyet Allah için
safiyetle namaz kılmayı istemek ve hangi namazın kılınacağını bilmektir.

Namazın geçerli olması için niyetin gerekli olduğunda İslâm bilginleri ittifak
etmişlerdir. Ancak çoğunluk bunu sıhhat şartı sayarken, Şâfiîler ve bazı
Mâlikîler rükün sayarlar.

Niyetin kalp ile yapılması esas olup dil ile söylenmesi şart değildir. Bununla
birlikte ayrıca dil ile de söylenmesi daha iyi olur ve bu tarzda niyet,
çoğunluğa göre müstehaptır. Kalpten geçirilen ile dil ile söylenen birbirine
uymuyor ise, kalpten geçirilene itibar edilir. Mâlikîler'e göre ise dil ile söylenmesi
câiz ise de söylenmemesi daha iyidir.

Hanefî mezhebine göre farz namazlar, vitir namazı, adak namazı ve
bayram namazları için belirleme şarttır. Meselâ "bugünkü sabah namazına"
diye niyet edilir. Fakat vakit içerisinde, o vaktin hangi vakit olduğunu bilmek
kaydıyla "bu vaktin farzını kılmaya" diye niyet edilmesi de yeterlidir.
Fakat cuma namazında, vaktin namazına niyet etmek yeterli olmaz, çünkü
vakit cuma vakti değil, öğle namazının vaktidir.

Nâfile namazlar için "falanca namazın ilk sünnetini veya son sünnetini
kılmaya niyet ettim" diye niyet edilir. Bununla birlikte, ister müekked isterse
gayr-i müekked olsun nâfile namazlarda, "falanca namazın sünnetini" diye
bir belirleme yapmak şart değildir; sadece namaz kılmaya niyet edilmesi
yeterlidir, fakat belirleme yapılması daha iyi olur. Özellikle teravih namazı
kılarken, "teravih namazına" veya "vaktin sünnetine" diye niyet edilmesi
daha ihtiyatlı bir tutum olur. Cemaate yetişip de imamın farzı mı yoksa teravihi
mi kıldırdığını bilmeyen bir kimse, farza niyet ederek imama uyar. Eğer
imam farzı kıldırmakta ise, uyan kişinin farzı sahih olur; imam teravihi kıldırmakta
imişse, uyan kişinin kıldığı namaz nâfile olur, fakat yatsının far-
zından önce olduğu için teravih namazı yerine geçmez.

Niyet ederken hangi farz namazın kılındığının belirlenmesi (tayin) şart
olmakla birlikte, eda veya kazâ şeklinde bir belirleme yapmak gerekli değildir.
Çünkü kazâya kalmış bir namaz, eda niyetiyle kazâ edilebileceği gibi, henüz
vakti çıkmamış bir namaz da kazâ niyetiyle eda edilebilir.

Cemaatle namaz kılınması halinde imama uymaya da niyet edilmesi gerekir.
Fakat imamın, imamlığa niyet etmesi şart değildir. Arkada kadın cemaat
bulunması halinde, kadınların iktidâsının sahih olabilmesi için imamın onlara
imam olmaya niyet etmesi gerektiği söylenmiştir.

Niyetin Zamanı. Niyetin iftitah tekbiriyle birlikte yapılması efdaldir.
Fakat niyet ile tekbir arasında namaz ile bağdaşmayacak bir iş bulunmaması
şartıyla, tekbirden önce de niyet edilebilir. Tekbir alındıktan sonra yapılan
niyet çoğunluk tarafından kabul edilen görüşe göre geçerli olmaz. Diğer bir
görüşe göre Sübhâneke'den veya eûzüden önce edilen niyet ile namaz geçerli
olur. Öteki mezhepler niyet ile tekbirin yakın olmasına önem vermişlerdir.
Özellikle Şâfiî mezhebinde niyetin hemen tekbirden önce veya tekbirle
birlikte yapılması gerekir.

Namaza başlarken yapılan niyetin namaz sonuna kadar hatırlanması
şart değildir. Bu bakımdan bir kimse bir vaktin farz namazına niyet ederek
namaza başlasa, daha sonra nâfile kılıyormuş gibi bir zan ile namazını tamamlasa,
farz namazı kılmış sayılır.

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol