""DİNİNİZLE İLGİLENEN,DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA,BİLİNKİ O TAM BİR SAHTEKARDIR"" Macar Atasözü.
HOŞ GELDİNİZ
Ziyaret etiğiniz için teşekkür ederiz,burada huzurlu bir vakit geçireceğinizden eminim.Yine bekleriz,

Düzenli Sünnet Namazlar

REVÂTİB SÜNNETLER

Bir vakti bulunan nâfile namazlara revâtib sünnetler denir. Bunlar belli
bir düzen ve tertip içinde, beş vakit farz namazlarla birlikte kılındığı için bu
şekilde adlandırılmıştır. Bunların bazıları müekked, bazıları gayr-i müekked
sünnettir. Hanefî literatüründe, sünnet-i müekkede olan nâfile namazlar
kısaca "sünnet" diye, gayr-i müekked olanlar ise "müstehap" veya "mendup"
diye adlandırılmıştır. Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınan teravih
namazı da, sünnet-i müekkede türündendir ve ramazan ayına mahsus
olmak üzere teravihten sonra düzenli olarak kılındığı için aynı zamanda
revâtib kapsamında yer alır.

a) Vakit Namazlarıyla Birlikte Düzenli Olarak Kılınan Sünnetler

(Farzlara Tâbi Olan Nâfile Namazlar)

Farzlara tâbi nâfile namazlar; sabah namazının farzından önce iki; öğle
namazının farzından önce dört, farzından sonra iki; ikindi namazının farzından
önce dört; akşamın farzından sonra iki; yatsının farzından önce dört,
farzdan sonra iki olmak üzere toplam 20 rek‘attır. Cuma namazının farzından
önce ve sonra kılınan dörder rek‘atlık nâfile namazlar da farzlara tâbi
nâfile kapsamında yer alır. Bunların bir kısmı müekked, bir kısmı gayr-i
müekkeddir.

aa) Müekked Sünnetler

Sabah, öğle, akşam ve cuma namazının sünnetleri ile yatsının son sünneti
müekked sünnettir. Hz. Peygamber bunları daima kılmış, ender olarak
terketmiştir. Mümkün oldukça bunlara riayet etmelidir.

Şâfiî mezhebine göre müekked sünnetler, sabahın farzından önce iki,
öğlenin farzından önce ve sonra ikişer, akşamın farzından sonra iki ve yatsının
farzından sonra iki olmak üzere toplam 10 rek‘attır. Cuma namazının
farzından önce ve sonra kılınan ikişer rek‘at sünnet de müekked sünnettir.

bb) Gayr-i Müekked Sünnetler

İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti gayr-i
müekkeddir. Peygamberimiz bunları bazan kılmış bazan terketmiştir. Bunları
da kılmaya çalışmalı, kılmamayı alışkanlık haline getirmemelidir.

Şâfiî mezhebine göre, öğlenin sünnetlerini dörder rek‘at kılmak, ikindinin
farzından önce dört rek‘at, akşamın farzından önce iki rek‘at namaz
kılmak gayr-i müekked sünnet sayılmıştır. Cuma namazının sünnetlerini
dörder rek‘at olarak kılmak da böyledir. Hanefîler'den farklı olarak Şâfiîler'de,
yatsının farzından önce dört rek‘at sünnet yoktur, buna mukabil yine
Hanefîler'in tersine olarak akşam namazından önce iki rek‘at sünnet vardır.

Nâfile namazların en kuvvetlisi sabah namazının sünnetidir. Bu yüzden
bütün nâfile namazlar oturarak kılınabildiği halde, sabah namazının sünnetini
mazeret olmaksızın oturarak kılmak câiz görülmemiştir. Aynı
şekilde,
cemaat imamla birlikte namaza başladıktan sonra mescide gelen kişinin
nâfile namaz kılması câiz değilken, sabah namazı bundan istisna edilmiştir.
Buna göre, sabah namazının farzı kılınırken, imamın selâm vermesinden
önce farza yetişebileceğini kestiren kişi önce sabah namazının sünnetini,
gerekirse en kısa şekilde kılar, sonra imama uyar. Sabah namazının sünnetinin
ilk rek‘atında Fâtiha'dan sonra Kâfirûn, ikincisinde İhlâs sûresini okumak
sünnettir.

Sabah namazının sünnetinden sonra en kuvvetli sünnet, bazı âlimlere
göre akşamın sünnetidir ve bundan sonra öğle namazının ilk sünneti gelir.
Kimi âlimler ise sabah namazının sünnetinden sonra en kuvvetli sünnetin
öğle namazının ilk sünneti olduğunu, geri kalanların aynı kuvvette bulunduğunu
söylemişlerdir.

İlgili olduğu farz namazın vaktinde kılınamayan sünnetler, daha sonra
kazâ edilmezler. Fakat sabah namazının kazâya kalması durumunda, henüz
başka bir vakit namazının vakti girmediği için, farzıyla birlikte sünneti de
kuşluk vaktinde kazâ edilebilir. O gün öğle namazından önce kuşluk vaktinde
kılınamamışsa sabah namazının sünneti artık kazâ edilmez.

Başlanmış nâfile namazın tamamlanması gerekir. Başlanmış nâfile namaz
herhangi bir nedenle bozulacak olursa kazâ edilmesi Hanefîler'e göre
vâcip, Mâlikîler'e göre farzdır. Şâfiîler'e göre ise bozulan nâfile namazın kazâ
edilmesi gerekmez.

Mekruh vakitler dışında olmak üzere gece-gündüz istenilen vakitte nâfile
namaz kılınabilir. Nâfile namazların evde kılınması daha faziletlidir.

Nâfile namazların bütün rek‘atlarında kıraat farzdır. Şâfiîler'e göre nâfile
namazlarda iki rek‘atta bir selâm vermek sünnet iken, Hanefîler'e göre iki
veya dört rek‘atta bir selâm verilebilir. Gündüz kılınan nâfilelerde dört, gece
kılınan nâfilelerde sekiz rek‘attan fazlasını tek selâm ile kılmak mekruhtur.

Diğer dört rek‘atlı nâfilelerden farklı olarak ikindinin sünneti ile yatsının
ilk sünnetinin birinci oturuşunda Tahiyyât'tan sonra Salli-Bârik ve ayağa
kalkınca namaza yeni başlıyormuş gibi Sübhâneke okunur.

Nâfile namazlarda mutlak niyet yeterlidir. Yani bir belirleme yapmaksızın
namaz kılmaya niyet edilebilir. Farz namazlarla kazâ namazlarında ve
vâciplerde hangi namazın kılındığının belirlenmesi ve ona niyet edilmesi
gerekir.

Nâfile namazlar, farz namazlardan farklı olarak binek üzerinde kılınabileceği
gibi binek üzerinde olmaksızın istenirse oturarak da kılınabilir. Fakat
ayakta kılmak daha faziletlidir. Hz. Âişe'nin anlattığına göre Peygamberimiz
gece namazını hiçbir zaman oturarak kılmamış, fakat yaşı ilerleyince, nâfile
namazlarda kıraati oturarak yapmış, rükûa gitmek istediğinde ayağa kalkarak
otuz kırk âyet kadar ayakta okuduktan sonra rükû yapmıştır. Zaten
nâfile namazın oturarak kılınabileceği hükmü, kıraatin oldukça uzun tutulma
geleneği dikkate alınarak verilmiş bir hükümdür. Yoksa normal şartlarda,
Fâtiha'dan sonra Kevser ve İhlâs sûresinin okunacağı iki rek‘at nâfile
namazın oturarak kılınması tabii ki uygun değildir. Nâfile namazlarda uzun
kıraat esprisi, teravih namazında da söz konusudur. Nitekim rivayetlere göre
Hz. Peygamber'in sekiz rek‘at olarak kıldırdığı teravih namazı, bazan gecenin
ilk üçte birlik kısmını, bazan yarısını kaplamış ve bir keresinde bu sekiz
rek‘atlık namaz sahur vaktine kadar sürmüştür. Bu bakımdan teravih namazında
sünnet olan sekiz rek‘at kılmaktır derken, bu sekiz rek‘atın ne kadar
sürdüğünün de dikkate alınması uygun olur.

Hz. Peygamber'in farzların evvelinde ve sonrasında, kaçar rek‘at nâfile
kıldığı net olarak tesbit edilememiştir. Bununla birlikte bazı farzların öncesinde,
bazılarının sonrasında, bazılarının ise hem öncesinde ve hem sonrasında
düzenli olarak nâfile kıldığı bilinmektedir. Bu noktayı her zaman göz
önünde tutmalı, nâfile namazların rek‘at sayısındaki ihtilâfları bir tarafa bırakarak,
vaktin müsaadesine göre bu revâtib sünnetleri kılmaya çalışmalıdır.
Önemli olan farzlara bağlı nâfile namazlarının kılınması olup rek‘at sayıları
ikinci planda gelir. Meselâ Peygamberimiz, öğle ve yatsı namazlarının ikişer
rek‘at olan son sünnetlerini bazan dört, akşam namazının sünnetini de altı
rek‘at olarak kılmıştır. Bu sebeple Hanefî mezhebine göre, öğle ve yatsının
son sünnetlerine iki rek‘at daha ilâve edilerek dörder rek‘at kılmak ve akşam
namazının sünnetini altı
rek‘at olarak (evvâbîn) kılmak mendup sayılmıştır.

Nâfile namazların kılınışına ilişkin olarak Peygamberimiz'den nakledilen
bilgiler, bu namazlarda uzun sûrelerin okunması, kıyam şartının aranmaması
ve binek üzerinde kılınabilmesi gibi noktalarda toplanmaktadır. Bu
hükümler toplu olarak değerlendirildiğinde, nâfile namazın anlamı da daha
belirgin hale gelmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, uzun okuma, okuduğu üzerinde
düşünme, tefekkür ve tezekkür etme işi özellikle nâfile namazlarda
yapılmaktadır. Belki de bu uzun okuma, tezekkür ve tefekkür etme sebebiyle,
oturarak kılınabileceği söylenmiştir. Hal böyle olunca nâfile namazlar,
yeterli vakti ve imkânı bulunan insanlar için âdeta özel bir ibadet ve münâcât
halidir. Bu namazlarda kişinin dilediği dilde dilediği duaları yapabilmesini,
okuduğu Kur'an âyetleri üzerinde uzun uzun düşünmesini câiz gören
ve tavsiye eden âlimler de bu noktadan hareket etmişlerdir.

b) Teravih Namazı


Teravih, Arapça tervîha kelimesinin çoğulu olup “rahatlatmak, dinlendirmek”
gibi anlamlara gelir. Ramazan ayına mahsus olmak üzere yatsı
namazından sonra kılınan sünnet namazın her dört rek‘atının sonundaki
oturuş, tervîha olarak adlandırılmış, sonradan bu kelimenin çoğulu olan
terâvih kelimesi ramazan gecelerinde kılınan nâfile namazın adı olmuştur.

Teravih, sünnet-i müekkededir. Kadın ve erkek için orucun değil ramazan
ayının sünnetidir. Teheccüt namazı 12 rek‘atı geçmediği halde, teravih
namazı yirmi rek‘attır. Yatsı namazı kılındıktan sonra ve vitirden önce kılınır.
Teravihin cemaatle kılınması kifâî sünnettir. Teravih on selâm ile kılınır
ve beş tervîha (dinlenme) yapılır. Yani her iki rek‘atta bir selâm verilip, her
dört rek‘atta bir istirahat edilir. Beşinci tervîhadan sonra yine cemaatle vitir
namazı kılınır.

Peygamberimiz ramazan gecelerini ihyaya daha fazla önem vermiş olmakla
birlikte, rivayetlerden anlaşıldığına göre bu, o gecelerde Peygamberimiz’in
daha çok sayıda nâfile namaz kıldığı anlamına değil, gecenin her
zamankine göre daha büyük bir bölümünü ibadetle geçirdiği anlamına gelmektedir.


Teravih namazının 20 rek‘at olduğu çoğunluk tarafından kabul edilmekle
ve müslümanlar arasında yerleşik teamül de bu yönde olmakla birlikte,
zaman zaman bunun 20 rek‘at kılınmasının sünnete aykırı olduğu, 8
rek‘at kılınmasının daha doğru olacağı iddiaları gündeme gelmektedir. Bu
sebeple teravihin rek‘at sayısını tesbit amacıyla teravih uygulamasının tarihçesine
bir göz atmak istiyoruz.

Hz. Peygamber, teravih namazını birkaç gece dışında sürekli olarak tek
başına kılmış ve arkadaşlarını
"Kim ramazan namazını (teravih) inanarak ve
sevabını Allah'tan bekleyerek kılarsa onun geçmiş günahları bağışlanır"
diyerek bu namaza teşvik etmiştir (Buhârî, “Salâtü’t-terâvîh”, 1; Müslim,
“Salâtü’l-müsâfirîn”, 174).

Bu husustaki rivayetlerden birisi şöyledir: Hz. Peygamber ramazanda
Mescid-i Nebevî'de itikâf için hasırdan bir hücre edinmişti. Ramazanın son on
gününde birkaç gece (Âişe'nin rivayetine göre iki veya üç gece) buradan çıkıp
cemaatle hem yatsı namazını hem de teravih namazını kılmıştı. İnsanların yoğun
ilgisini görünce bir gece yatsı namazını kıldırıp hücresine çekilmiş ve teravihi
kıldırmak için çıkmamıştı. İnsanlar Hz. Peygamber'in çıkacağını umdukları için
beklemişler, hatta uyuduysa uyansın diye öksürmeye başlamışlardı. Hz. Peygamber
(sabah namazı vaktinde) dışarı çıkıp, orada bekleyenlere şöyle demiştir:
"Sizin teravih kılmak hususundaki arzunuzun farkındayım, bu namazı size kıldırmam
için bir engel de yoktur, fakat teravihin size farz kılınmasından endişe
ettiğim için çıkıp kıldırmadım. Şayet farz kılınacak olsa bunu hakkıyla yerine
getiremezsiniz. Haydi evlerinize gidiniz. Farz namazlar dışında, kişinin kıldığı en
faziletli namaz evinde kıldığı namazdır" (Buhârî, “Salâtü’t-terâvîh”, 2; Müslim,
“Salâtü’l-müsâfirîn”, 178).

Ebû Zerr'in bir rivayeti ise şöyledir: Hz. Peygamber ramazanın bitmesine
bir hafta kalıncaya kadar bize farz dışında hiçbir namaz kıldırmadı. Ramazanın
23. gecesinde gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar bize namaz kıldırdı.
Ramazanın bitmesine altı gece kalınca bize namaz kıldırmadı. Beş gece
kalınca, gecenin yarısı geçene kadar bize namaz kıldırdı. Ben, "Ey Allah'ın
resulü, gecenin kalan yarısında da bize namaz kıldırsaydınız" deyince, Hz.
Peygamber cevaben "İmam namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılmak
bütün geceyi ihya etmeye eşdeğerdir" buyurdu. Ramazanın bitmesine dört
gece kala, gecenin üçte birine kadar beklediğimiz halde, Hz. Peygamber bize
namaz kıldırmadı. Ramazandan üç gece kalınca Hz. Peygamber ehlini, kadınlarını
ve arkadaşlarını topladı, bize bütün gece namaz kıldırdı. Namaz o
kadar uzadı ki biz sahuru geçireceğiz sandık. Ramazanın geri kalan gecelerinde
Hz. Peygamber bize namaz kıldırmadı
(Ebû Dâvûd, “Salât”, 318).

Kuvvetli rivayetler, Hz. Peygamber'in ramazanın son birkaç günü mescidde
teravih namazı kıldırdığını göstermektedir. Bu rivayetlerde, teravihin
kaç rek‘at olduğu belli değildir. Yine teravih namazına ilişkin bu rivayetlerin
sunuluşşekli ve içeriğine bakılarak teravih namazının, sadece Hz. Peygamber'in
son ramazan ayında söz konusu olduğu gibi bir izlenim de edinilmektedir.
Çünkü teravih uygulaması, birkaç ramazan devam etmiş olsaydı,
hiç değilse sayısı konusunda bir netlik elde edilmiş olurdu.

Buhârî'deki ifadeye göre “Hz. Peygamber'in gece namazı” hususunda
sorulan bir soruya cevaben Âişe şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber ramazan geceleri de dahil hiçbir gece on bir rek‘attan
fazla nâfile namaz kılmamıştır. Öyle bir dört rek‘at namaz kılardı ki, o dört
rek‘atın ne kadar uzun ve ne denli güzel olduğunu hiç sorma! Ardından aynı
şekilde bir dört rek‘at daha kılardı. Daha sonra üç rek‘at daha kılardı. Ben
bir keresinde ‘Ey Allah'ın resulü! Vitir kılmadan mı uyuyacaksın?’ diyecek
oldum, bana dedi ki: Ey Âişe, benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz"
(Buhârî, “Salâtü't-terâvîh”, 1).

Bu rivayete göre Hz. Peygamber'in geceleyin kıldığı nâfile namaz üç
rek‘atlık vitir hariç tutulacak olursa toplam sekiz rek‘at olmaktadır. Hz. Peygamber'in,
arkadaşları ile sekiz rek‘at teravih, sonra da vitir kıldığına dair
olan rivayetler de dikkate alınacak olursa, teravih namazını sekiz rek‘at
kıldığı ortaya çıkmaktadır. Öte yandan Hz. Peygamber'in teravih namazını
20 rek‘at kıldırdığına dair bir rivayet de bulunmaktadır. Hadis bilginleri bu
rivayetin, öteki meşhur rivayetlere aykırı olduğu ve senedinde cerhedilmiş
bir kişi bulunduğu için zayıf olduğunu söylemişlerdir.

Teravih namazı konusunda sahâbe uygulamasına gelince; Hz. Peygamber'in
vefatından sonra Ebû Bekir ve kısmen de Ömer döneminde teravih
namazı münferiden, yani cemaat olmaksızın kılınmaktaydı. Bir ramazan
gecesi Ömer mescide çıktığında, halkın dağınık bir şekilde teravih namazı
kıldığını görmüş ve dağınık bir şekilde kılmak yerine insanları bir imamın
arkasında toplayıp teravih namazının cemaatle daha derli toplu ve düzenli
bir şekilde kılınmasının uygun olacağını düşünmüş ve ertesi gün Übey b.
Kâ‘b'ı teravih imamı tayin etmiştir. Ömer insanların bu şekilde derli toplu ve
düzenli olarak teravih namazı kılmalarını da "Bu ne de güzel bir yeniliktir!"
diye nitelemiştir. Yenilik diye tercüme ettiğimiz bid‘at kelimesi, Hz. Peygamber
zamanında olmayıp, ondan sonra ortaya çıkan anlayış ve uygulamalar
için kullanılmaktadır. Teravih namazı, Hz. Peygamber tarafından birkaç kez
cemaatle kılındığına göre, Hz. Ömer'in "Bu ne güzel bir yeniliktir" sözü, teravih
namazı kılmanın bir yenilik olduğunu göstermez. O halde Hz. Ömer
bu sözle ya teravihin düzenli olarak cemaatle kılınmasını, ya Hz. Peygamber'in
kıldığı sayıya ziyade yapılmış olmasını, yani sekizden yirmiye çıkarılmış
olmasını, ya da her ikisini birlikte kastetmiş olacaktır.

Öte yandan, sahâbe zamanında teravih namazının yirmi rek‘at kılındığı konusunda
icma bulunduğu ileri sürülmektedir. Mâlik, Muvatta adlı eserinde Hz.
Ömer'in, Übey b. Kâ‘b ile Temîm ed-Dârî'yi ramazanda cemaate 11 rek‘at namaz
kıldırmak üzere teravih imamı tayin ettiğini, imamın her rek‘atta yaklaşık 100
âyet okuduğunu, kıyamın uzaması sebebiyle bir kısım cemaatin bastona dayanmak
ihtiyacını hissettiğini ve fecrin doğmasına yakın bir zamanda evlere dağıldıklarını
kaydetmiştir. Kimi bilginler teravih namazının 11 rek‘at kılındığı rivayetinin
yanlış olduğunu ileri sürerken, kimileri 11 rek‘at kılma uygulamasının
teravihin cemaatle kılınmaya başladığı ilk günlere ait olduğu, sonraları teravih
namazının 20 olarak yerleştiği yorumunda bulunmuşlardır. Bu yorum, Hz. Peygamber'in
11 rek‘at dışında gece namazı kılmadığı rivayetiyle uyumludur.

Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre teravih namazı sekiz rek‘at olarak
kıldırılıyor, fakat her bir rek‘atta yaklaşık 100 âyet okunduğu için bu namaz
oldukça uzun sürüyordu. Maksat belli bir sayıda namaz kılmak değil, geceyi
ihya etmek olduğu için gitgide, her bir rek‘atta okunan âyet sayısı azaltılmış,
buna mukabil teravihin rek‘at sayısı artırılmıştır. Ömer'in uygulamasıyla bu
sayı 20 olarak yerleşmiş, Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında ve daha sonraları
bu şekilde devam etmiştir. Gerek Sünnî gerek Şiî fıkıh mezhepleri içinde
teravih namazının 20 rek‘attan az olduğunu söyleyen bir mezhep yoktur.

Bu açıklamalara göre teravih namazının sekiz rek‘atının Hz. Peygamber'in
sünneti, geri kalan 12 rek‘atının ise, teravihin 20 rek‘at olduğuna dair
zayıf rivayet dikkate alınmayacak olursa, sahâbenin sünneti ve İslâm ümmetinin
ramazan ayını ihya gayesiyle yaşattığı geleneği olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu durumu birbirinden ayırmak için bazı Hanefîler teravih namazının
ilk sekiz rek‘atının râtibe sünnet, geri kalan 12 rek‘atının ise müstehap
olduğunu söylemişlerdir.

B) DİĞER NÂFİLE NAMAZLAR

Revâtib sünnetler dışındaki nâfile namazlar ise sünen-i regaib adını alır.
Bunlar, Hz. Peygamber'in uygulamalarına dayanılarak belirli zamanlarda
veya bazı vesilelerle ya da kişinin kendi isteğiyle herhangi bir zamanda
Allah'a yakınlaşmak ve sevap kazanmak amacıyla kılınan namazlardır.
Bunlar gönüllü olarak kendiliğinden kılındığı için "gönüllü (tatavvu) namazlar
veya arzuya bağlı namazlar" olarak da adlandırılır.

a) Teheccüt Namazı


"Hem uyumak hem uyanmak" anlamına gelen teheccüd sözcüğü, terim
olarak "geceleyin uyanıp namaz kılmak ve gece namazı" anlamındadır. Dilimizde
teheccüt kelimesi, farz ve vâcip namazlarla teravihin dışında, geceyi
ihya için kılınan namazların tümünü ifade edecek şekilde kullanılmaktadır.

Rivayet edildiğine göre Peygamberimiz yatsıyı kıldıktan sonra ve vitiri
kılmadan uyur, gecenin ortalarından sonra uyanıp bir müddet namaz kıldıktan
sonra vitir namazını ve daha sonra sabah namazının sünnetini kılardı
(Müslim, “Salâtü'l-müsâfirîn”, 26).

Teheccüt namazının rek‘at sayısı, bu konuda çeşitli rivayetler bulunmasından
dolayı net olarak belli olmamakla birlikte dört veya sekiz rek‘at olarak
kılınabileceği gibi iki rek‘at olarak da kılınabilir.

b) Kuşluk Namazı


Diğer adı, "duhâ namazı"dır. Peygamberimiz’in kuşluk vaktinde nâfile
namaz kıldığına ve arkadaşlarına bu vakitte namaz kılmayı tavsiye ettiğine
dair çok sayıda rivayet bulunmaktadır. Peygamberimiz’in kuşluk vaktinde
12 rek‘at namaz kılan kişi için Allah'ın cennette bir köşk bina edeceğini
söylediği nakledilmektedir (Tirmizî, “Vitr”, 15).

Kuşluk namazı kılmak müstehap olup, güneşin bir mızrak boyu yükselmesinden,
yani güneşin doğması üzerinden takriben 45-50 dakika geçmesinden
zeval vaktine kadar olan süre içerisinde iki veya dört veya sekiz
veya on iki rek‘at kılınabilirse de, en faziletlisi sekiz rek‘at kılmaktır.

c) Evvâbîn Namazı


Evvâb "tövbe eden, sığınan" anlamına geldiğine göre evvâbîn namazı,
tövbe eden ve Allah'a sığınanların namazı demektir. Peygamberimiz "Kim
akşam namazından sonra kötü bir şey konuşmaksızın altı
rek‘at namaz kılarsa, bu kendisi için on senelik ibadete denk kılınır" demiştir
(Tirmizî, “Salât”, 202). Ayrıca kendisinin de akşam namazından sonra altı
rek‘at namaz kıldığı rivayet edilmektedir (Şevkânî, Neylü'l-evtâr, III, 64). Bununla birlikte
Peygamberimiz’in evvâbîn namazının kuşluk vakti kılınacağını ifade ettiği
de hadis kitaplarında yer almaktadır (Müslim, “Salâtü'l-müsâfirîn”, 19).

Altı rek‘atlık bir namaz olan evvâbîn namazı, tek selâmla kılınabileceği
gibi üç selâmla da kılınabilir.

d) Tahiyyetü'l-mescid

Tahiyyetü'l-mescid, mescidin selâmlanması, saygı gösterilmesi demek
ise de esasında mescidlerin sahibi olan Allah'a saygı ve tâzim anlamını
içermektedir. Bu bakımdan Peygamberimiz "Biriniz mescide girdiğinde,
oturmadan önce iki rek‘at namaz kılsın" buyurmuştur (Müslim, “Salâtü'lmüsâfirîn”,
11).

Şâfiî mezhebine göre mescide ne zaman girilirse girilsin bu namazın kılınması
müstehaptır. Hanefîler'e ve Mâlikîler'e göre ise kerâhet vakitlerinde mescide
giren kimsenin bu namazı kılması mekruhtur. Kişi bunun yerine tesbih ve
tehlîlde bulunarak ve salavat getirerek mescidi selâmlamış olur. Normal vakitlerde
mescide girdiği halde tahiyyetü'l-mescid kılamayan kimsenin, bunun
yerine dört defa "Sübhânellahi ve'l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü
ekber" demesi menduptur.

Cuma vakti hatip hutbedeyken mescide giren kimse Hanefî ve Mâlikîler'e
göre tahiyyetü'l-mescid kılamaz. Şâfiîler'e ve Hanbelîler’e göre ise uzatmamak
ve iki rek‘atı geçmemek şartıyla bu durumda tahiyyetü'l-mescid kılınır.

Mescide günde birden fazla girilmesi halinde bir kere tahiyyetü'l-mescid
kılmak yeterlidir. Mescide girildikten sonra tahiyyetü'l-mescid kılmadan
oturulursa, Hanefî ve Mâlikîler'e göre bu namaz, yine de kılınabilir; ancak
oturmadan önce kılmak daha faziletlidir. Şâfiîler'e göre ise eğer kişi kasten
oturmuşsa bu namaz sâkıt olur.

Bir mescide, herhangi bir namazı kılmak için veya farz kılmak ve imama
uymak niyetiyle girmek ve oturmadan o namaza başlamak da tahiyyetü'lmescid
yerine geçer.

e) Abdest ve Gusülden Sonra Namaz

Peygamberimiz "Her kim şu benim aldığım gibi abdest alır ve aklından
bir şey geçirmeyerek iki rek‘at namaz kılarsa geçmiş günahları affolunur"
buyurmuştur (Buhârî, “Vudû”, 14; Müslim, “Tahâret”, 5, 6, 17). Bu sebeple,
abdest alındıktan sonra veya gusül yapıldıktan sonra iki rek‘at namaz kılmak
güzel karşılanmıştır. Bu namaz, Hanefîler'e göre mendup (müstehap),
Şâfiîler'e göre sünnettir. Bununla birlikte abdest aldıktan hemen başka bir
sünnet veya farz namaz kılınacaksa, kılınan namaz aynı zamanda abdest
namazı yerine de geçer.

İhrama girmek için iki rek‘at namaz kılmak da müstehap görülmüştür.

f) Yolculuğa Çıkış ve Yolculuktan Dönüş Namazı


Peygamberimiz’in yolculuğa çıkarken ve yolculuktan döndükten sonra
iki rek‘at namaz kıldığı rivayet edilmektedir (bk. Müslim, “Müsâkat”, 21). Bu
namaz, yolculuğa çıkarken işlerini kolaylaştırması ve sağ salim yuvasına
kavuşturması için Rab Teâlâ'ya yakarmak, yolculuktan döndükten sonra da
yuvasına, eşine, dostuna kavuşturduğu için teşekkür etmek için kılınır ve
menduptur. Faziletli olan, yolculuğa çıkarken evde, yolculuktan döndükten
sonra mescidde kılmaktır.

g) Hâcet Namazı


İnsanlar hayatları boyunca birçok şeye ihtiyaç duyarlar, birçok şeye kavuşmayı
arzu ederler. Bunlar doğaldır. Dünyalık veya âhiretlik bir isteği ve
dileği bulunan, bir şeye ihtiyaç duyan kimse ihtiyaçlarını karşılamak veya
arzularına ulaşmak için öncelikle onlara götürecek sebeplere tutunmalı, ay-
rıca bunların gerçekleşmesi için Allah'tan yardım istemelidir. Peygamberimiz
bu hususta şöyle buyurmuştur:

"Kimin Allah'tan veya insanlardan bir dileği varsa, şartlarına uygun güzel
bir abdest alsın, sonra Allah'ı övgüleyip senâ etsin, Allah resulüne salât
ve selâm getirsin. Daha sonra şöyle desin:

Lâ ilâhe illallâhü'l-halîmü'l-kerîm. Sübhânallâhi Rabbi'l-arşi'l-azîm.
Elhamdü lillâhi rabbi‘l-âlemîn; Es'elüke mücîbâti rahmetike ve azâime
mağfiretik; ve'l-ismete min külli zenbin ve'l-ganîmete min külli birrin ve'sselâmete
min külli ism. Lâ teda' lî zenben illâ gaferteh; ve lâ hemmen illâ
ferrecteh; velâ hâceten hiye leke rıdan illâ kadaytehâ. Yâ Erhame'r-râhimîn!"
(Tirmizî, “Salât”, 140, 348).

Hâcet namazı dört veya on iki rek‘at olarak kılınır. Dört rek‘at olarak kılındığı
takdirde birinci rek‘atında Fâtiha'dan sonra üç Âyetü'l-kürsî, diğer üç
rek‘atında ise Fâtiha'dan sonra birer kere İhlâs, Felâk ve Nâs sûreleri okunur.

Namazdan sonra hadiste bildirilen hâcet duasını okur ve isteğini Cenâb-ı
Rabbi'l-âlemîn'e iletir.

"Hak tecellî eyleyince her işi âsân eder

Halk eder esbâbını bir lahzada ihsân eder."

h) İstihâre Namazı


İstihâre "hayırlı olanı istemek" anlamına gelir. İnsanlar, kendileri için
önemli olan bir karar verecekleri veya bir seçim yapacakları zaman, bazan
belki eldeki verilerin yetersizliği sebebiyle veya çeşitli sebeplerle dünya ve
âhiret bakımından kendileri için hangi seçimin hayırlı olacağını kestiremezler
ve bunu bilmek için çeşitli çarelere başvururlar. Meselâ, Peygamberimiz’in
nübüvvetle görevlendirildiği sıralarda Araplar'dan bir kimse yolculuğa çıkmak
istediğinde, bu yolculuğun kendisi için hayırlı olup olmadığını anlamak için fal
oklarına başvururdu. Peygamberimiz bu âdeti kaldırarak onun yerine istihâreyi
getirmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Biriniz bir iş yapmaya niyetlenince farzın dışında iki rek‘at namaz kılsın
ve şöyle desin: Ey Allahım, ilmine güvenerek senden hakkımda hayırlısını
istiyorum, gücüme güç katmanı istiyorum. Sınırsız lutfundan
bana ihsan etmeni istiyorum. Ben bilmiyorum, ama sen biliyorsun,
ben güç yetiremem ama sen güç yetirirsin. Ey Allahım! Yapmayı
düşündüğüm bu iş, benim dinim, dünyam ve geleceğim açısından
hayırlı olacaksa, bu işi benim hakkımda takdir buyur, onu bana kolaylaştır,
uğurlu ve bereketli eyle. Yok eğer benim dinim, dünyam ve
geleceğim için kötü ise, onu benden, beni ondan uzaklaştır. Ve hayırlı
olan her ne ise sen onu takdir et ve beni hoşnut ve mutlu eyle!”
(Buhârî, “Teheccüd”, 25; Tirmizî, “Vitr”, 15).

Peygamberimiz’in öğrettiği duanın anlamından da anlaşılacağı gibi istihâre,
bir bakıma yapılacak işin hayırlı olmasını veya hayırlı ise gerçekleşmesini
Allah'tan dilemek ve O'na danışmak demektir. İstihâre yapmak isteyen
kişi, kalbinden her şeyi atarak ve kalbini bütünüyle bu işe teksif ederek
iki rek‘at namaz kılmalı ve ardından Peygamberimiz’in öğrettiği bu duayı
yapmalıdır. Samimi olarak yapıldığı takdirde Allah'ın hayırlısını lutfedeceğine
ümit bağlanır, kalbe doğuş olabilir. İstihârenin sonucunda bir rahatlık ve
ferahlık hissedilirse o işin hayırlı olacağına, buna karşılık sıkıntı ve darlık
hissedilirse, olumsuz olacağına yorulur. İstihâre gündüz yapılabileceği gibi
tam konsantre olmak, iyice yoğunlaşmak için geceleyin hemen yatmadan
önce yapılması tavsiye edilir. İstihâre namazını kılıp yattıktan sonra, Allah
bunu samimi olarak isteyenlere bir işaret veya ipucu verir. Birinci defada
sonuç alınamazsa üç kere veya yedi defa tekrarlanabilir. Kişi bu duanın
Arapça'sını okuyabileceği gibi Türkçe anlamını da okuyabilir. İstihâre için
uykuya yatma ve rüya bekleme şartı yoktur.

i) Tövbe Namazı


Günah ve çirkin sayılan işleri yapmaktan kaçınmak dinimizin emridir.
Bununla birlikte insanlar suç ve günah işleyebilirler. Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-
i şeriflerde bir günah işlenmesi durumunda, kişinin günahta ısrar etmeyerek
hemen tövbe etmesi gerektiği ve Allah'ın içten yapılan tövbeleri kabul
edeceği belirtilmiştir. Esasen tövbe ve istiğfarda bulunmak için günah işlemiş
olmak gerekmez. Peygamberimiz, geçmiş-gelecek günahlarının affolunduğu/
affedileceği bildirildiği halde, günde yetmiş kere, yüz kere tövbe istiğfarda
bulunmuştur. Özellikle mübârek gecelerde ve seher vakitlerinde olmak
üzere, kıldığı namazların sonunda selâm vermeden önce ve selâmdan son-
raki tesbîhatın ardından kulun tövbe ve istiğfarda bulunması durumunda,
Cenâb-ı Allah'ın bağışlaması umulur. Ayrıca Peygamberimiz tövbe namazına
ilişkin olarak, "Bir kul günah işler de sonra kalkıp güzelce abdest alıp
temizlenir ve iki rek‘at namaz kılarak Allah'tan bağışlanmak dilerse Allah
onu mutlaka affeder" buyurmuş ve arkasından şu âyeti okumuştur: "Onlar
çirkin bir iş yaptıklarında ya da kendilerine zulüm ve haksızlık ettikleri zaman
hemen Allah'ı hatırlayıp, günahlarının affedilmesini isterler; zaten günahları
Allah'tan başka kim affedebilir ki! Bunlar o günahı bile bile bir daha
yapmazlar" (Âl-i İmrân 3/135).

Tövbe namazı iki rek‘at olarak kılınabileceği gibi daha fazla da kılınabilir.

j) Tesbih Namazı


Tesbih namazı, ömürde bir kez olsun kılınması tavsiye edilen mendup
bir namazdır. Peygamberimiz amcası Abbas'a "Bak amca sana on faydası
olan bir şey öğreteyim; bunu yaparsan günahlarının ilki-sonu, eskisi-yenisi,
bilmeyerek işlediğin-bilerek işlediğin, küçüğü-büyüğü ve gizli yaptığın-açıktan
yaptığın on türlü günahını Allah bağışlar" diyerek bu namazı tavsiye
etmiş ve öğretmiş, Abbas bunu her gün yapamayız deyince Peygamberimiz,
bu namazın haftada bir, ayda bir, yılda bir veya ömürde bir defa kılınmasının
yeterli olacağını belirtmiştir (Ebû Dâvûd, “Tatavvu'”, 14, “Salât”, 303;
Tirmizî, “Salât”, 350, “Vitr”, 19).

Tesbih namazı dört rek‘at olup şöyle kılınır: Allah rızâsı için namaz kılmaya
niyet edilerek namaza başlanır. Sübhâneke'den sonra 15 kere


Sübhânellâhi ve'l-hamdülillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber

denir. Sonra eûzü besmele çekilir, Fâtiha ve sûre okunduktan sonra 10 kere
daha tesbih edilir yani 'Sübhânellâhi ve'l-hamdülillâhi velâ ilâhe illallâhü
vallâhü ekber' denilir. Bu tesbih, rükûa varınca 10 kere, rükûdan doğrulunca
10 kere, birinci secdede 10 kere, secdeden kalkınca 10 kere, ikinci
secdede 10 kere söylenir. Böylece her rek‘atta 75 tesbih yapılmış olur. İkinci
rek‘ata kalkılınca yine 15 kere tesbih okunur, ardından geri kalan kısım
aynı
şekilde tekrarlanır ve böylece 4 rek‘at tamamlanmış ve toplam üç yüz
tesbih edilmiş olur. Aslolan herkesin bu namazı tek başına kılmasıdır.

Tesbih namazında sehiv secdesini gerektiren bir şey olursa, sehiv secdesi
normal olarak yapılır, o secdelerde bu tesbih yapılmaz.

k) Yağmur Duası


Bir bölgede kuraklık olması durumunda o bölge sakinlerinin mümkünse
topluca bölge dışına, açık bir alana çıkıp tövbe istiğfardan sonra Cenâb-ı
Allah'tan bolluk ve berekete vesile olacak yağmur göndermesini istemeleri,
bunun için dua etmeleri, yalvarıp yakarmaları sünnettir. Bu duaya "istiska
duası" denir ki, su isteme, yağmur isteme anlamına gelir. Yağmur duasına
çıkıldığında duadan önce iki rek‘at namaz kılınabilir.

Rivayet edildiğine göre Peygamberimiz bir cuma günü hutbe okurken bir
adam gelip,

-“Ey Allah'ın elçisi! Hayvanlar telef oldu, dua et de Allah bize yağmur
versin!” demiş, Peygamberimiz de bunun üzerine ellerini kaldırarak,
“Allahümme, eskınâ! Allahümme, eskınâ!” (Ey Allahım! Bize su ver,
yağmur ver)" diye dua etmiş ve bu duanın ardından gökte hiçbir yağmur
belirtisi yokken birden bulutlar görünmüş ve ardından yağmur yağmaya
başlamıştı. Bu durum bir hafta sürdü. Ertesi cuma bir adam gelerek "Ey Allah'ın
elçisi, yağmur sebebiyle, mallarımız telef oldu, yollarımız kapandı.
Allah'a dua etseniz de şu yağmuru durdursa!" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz
Allahümme havâleynâ velâ aleynâ. Allâhümme! ale'l-âkâm
ve'd-dırâb ve butîni'l-evdiye ve menâbiti'ş-şecer (Allahım! Üzerimize
değil, çevremize; Allahım, dağlara, tepelere, vadilerin içlerine ve ağaç biten
yerlere) diye dua etti ve yağmur hemen kesildi (Buhârî, “İstiska”, 6; Müslim,
“İstiska”, 2, .

Bazı rivayetlerde, yağmur duasına çıkıldığında Peygamberimiz’in iki
rek‘at namaz kıldırdığı, namazda açıktan okuduğu, namazdan sonra ridâsını
çıkarıp ters çevirerek giydiği ve kıbleye dönüp ellerini omuz hizasına kadar
kaldırarak dua ettiği belirtilmiştir (Müslim, “İstiska”, 1).

Yağmur duası, sulamak ve bol yağmur almak için başka tedbirler almaya
engel değildir; müminler hem tabii ve teknik tedbirleri alır, hem de her
şey iradesine bağlı bulunan Rablerine dua ederler.

l) Küsûf ve Hüsûf Namazları
(Güneş ve Ay Tutulması Esnasında Namaz)

Güneş tutulmasına küsûf, ay tutulmasına hüsûf denir. Peygamberimiz
oğlu İbrâhim'in öldüğü gün güneş tutulması üzerine şöyle demiştir: "Ay ve
güneş Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren alâmetlerdir. Bunlar hiç kimsenin
ölümünden veya yaşamasından/doğmasından dolayı tutulmazlar. Ay
veya güneş tutulmasını gördüğünüz zaman, açılıncaya kadar namaz kılın,
dua edin" (Buhârî, “Küsûf”, 1, 15).

Güneş tutulduğu zaman, ezansız ve kametsiz olarak, en az iki rek‘at olmak
üzere toplu olarak namaz kılınır. İmam her rek‘atta normal namazlara
göre daha uzun ve açyktan kıraatte bulunur. Namazdan sonra imam kıbleye
karşı ayakta veya cemaate dönük şekilde oturarak dua eder. Cemaatle kılınmadığı
durumlarda bu namaz tek başına da kılınabilir.

Küsûf namazının sünnet olduğu ve cemaatle kılınmasının daha faziletli
sayıldığı konusunda müctehidler arasında görüş birliği bulunmakla birlikte,
hüsûf namazının sünnet olup olmadığı ve cemaatle kılınıp kılınmayacağı
tartışmalıdır.

Ebû Hanîfe ve Mâlik, ay tutulması güneş tutulmasından daha fazla olduğu
halde Peygamberimiz’in bu sebeple namaz kılmadığını öne sürerek,
hüsûf namazının sünnet olmadığını söylemişlerdir. Ancak böyle bir durumda
tek başına iki rek‘at namaz kılınabilir, müstehaptır. Şâfiî ve Ahmed b.
Hanbel'e göre ise hüsûf namazı da küsûf namazı gibi sünnettir, cemaatle
kılınır.

Şiddetli rüzgâr, aşırı yağmur, aşırı soğuk ve benzeri durumlarda, bunların
can ve mal kaybına yol açabilecek doğal âfete dönüşmemesi için dua etmek ve
bu anlamda iki rek‘at namaz kılmak güzel (müstehap) bulunmuştur. Nitekim
Peygamberimiz şiddetli bir rüzgâr estiğinde şöyle dua etmiştir:

"Allahım! Senden rüzgârın en hayırlısını, rüzgârla gönderdiklerinin en
hayırlısını isterim. bu rüzgârın kötülüğünden, bu rüzgârdakilerin kötülüğünden
ve rüzgârla gönderdiğin şeylerin kötülüğünden sana sığınırım"
(Tirmizî, “Da‘avât”, 48, 88; Müslim, “İstiska”, 15).


Bu durumlarda namaz ve dua, tabiat olaylarının insanlarda ve çevrede
hâsıl edebileceği olumsuz etkilere karşı Allah'tan yardım dileme mahiyetindedir.


m) Mübarek Gecelerde Namaz Kılmak

Müslümanlar için çeşitli sebeplerle mübarek sayılan birçok gece mevcuttur.
Üç ayların birincisi olan recep ayının ilk cuma gecesi Regaib gecesi
ve 27. gecesi de Mi‘rac gecesidir. Üç ayların ikincisi olan şâban ayının 15.
gecesi Berat gecesidir. Üç ayların üçüncüsü olan ramazan ayının 27. gecesi
ise Kadir gecesidir.

Bu mübarek gecelerle ilgili özel nâfile namaz yoktur. Fakat bu geceleri
vesile ederek nâfile namaz kılmak, Kur'ân-ı Kerîm okuyarak üzerinde düşünmek,
tezekkür ve tefekkür etmek yararlı olur. Peygamberimiz Kadir gecesinde
nasıl dua edebileceğini soran Âişe vâlidemize şöyle demesini tavsiye
etmiştir: Allahümme, inneke afüvvün tühibbü'l-afve fa‘fü annî (Ey
Allahım! Sen şüphesiz çok affedicisin, affetmeyi seversin, beni affet) (Tirmizî,
“Da‘avât”, 84).
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol